01 Eylül 2024 04:00

‘Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır!’

NATO Zirvesi, ittifakın 75. yıl dönümü kutlamasıyla başladı.

Fotoğraf: TCCB / Murat Kula

PAZAR
Paylaş

Başlıktaki söz, askeri teorileriyle ünlü Prusyalı General Carl von Clausewitz’in.

Clausewitz, ününü hak eden bir teorisyen. Savaşı ve askerliği tecrit edilmiş, kendisiyle başlayıp kendisiyle biten bir olgu saymayan yaklaşımı her türlü övgüye değer.

Savaş var. Savaş var… Birbirlerine benzeyenleri, temel farklılıklar taşıyanları, hatta birbirinin karşıtı olan savaş türleri olduğu şüphesiz. Dolayısıyla “Savaşa karşı olmak” gibi bütün savaşlar karşında tek bir tutum belirlenebilmesi olanaksız.

Savaşların genelleşerek toplumsal gelişmenin ayrılmaz parçası haline gelişi artı-ürün ve sömürü ilişkileriyle devletin ortaya çıkışıyladır.

Köleci toplumla birlikte savaşlardan kaçınılamamıştır. Hitit-Mısır, Asur-Babil, Roma-Kartaca ve Roma-Mısır savaşları gibi köleci devletlerin birbirleriyle savaşları ilk kategoriyi oluşturur. Spartaküs isyanının arkasından gelen ve başkenti tehdit ederek Roma’ya korku dolu iki yıl yaşatan türden kölelerin köle sahiplerini hedef alan savaşları bir diğeridir. Roma’nın örneğin Galya ve Trakya halklarını egemenlik altına alıp köleleştirme amaçlı savaşlarıyla köle ayaklanmalarını hedef alan bastırma savaşları üçüncü türdür.

Farklı türden oldukları tartışmasız. Roma’yla Kartaca Akdeniz egemenliğiyle deniz ticareti ve ticaret yollarını, Hitit’le Mısır ise Mezopotamya’yı paylaşamadıkları için savaştı. Egemenlik savaşlarıydı. Rekabetlerini barışçıl araçlarla sürdüremeyen köleci devletler çözümü savaşta aradı; egemen olma politikaları kılıçla devam etti.

Roma’nın barbar halklara yönelik savaşları emperyalist savaşlardı. Yeni sömürü bölgelerine yayılma politikaları kılıçla yürütüldü. Kölelerin kölelikten kurtulmayı amaçlayan isyan ve savaşları tamamen haklıyken, kölecilerin kölelere yönelik savaşları haksız ve zulüm savaşlarıydı. Kölelerin başka araçlarla kurtuluşu olanaksızdı, fırsatını yakaladıklarında savaşa başvurdular. Roma ise kan ve zulüm üstüne kuruluydu, köleliği kabul etmeyen halklara yönelik şiddeti çözüm bildi.

Orta Çağ’ın feodalleri arasında, örneğin Haçlı seferleri “Kutsallara sahip olma” ve dinlerin üstünlüğünü dayatma olarak göründü. Ancak ardındaki gerçek amaç, hazineleriyle birlikte yağmalanacak zengin topraklara egemen olmaktı. Köylüler feodal zorbalığa karşı isyan etti. Zorbalık sürekli isyanlarla yanıtlanırken, isyancılara yönelik bastırma seferleri hiç eksik olmadı.

Ardından kapitalizmin yükseliş döneminde ulusal hareketlere tanıklık edildi. Feodal baskı ve parçalanmaya karşı ulusal hakların savunuculuğunu üstlenen burjuvazi ulusu temsil etti ve önüne düştü. Ulusların baskı altında tutulması politikası, ulusal hareketlerin bastırılması ve savaşlarla devam ederken, ulusal devletlerin kuruluşu istisnalar dışında savaşları gerektirdi. Kapitalizmin feodal egemenliği geçersizleştirerek yayılması da Napolyon Savaşları örneği savaşla oldu.

Ancak kapitalizm, yükseliş dönemine özgü ulusal eğiliminin yanı sıra olgunluk döneminde baskın hale gelen ikinci bir eğilime de sahiptir ve bu eğilimi onu emperyalizme götürerek sosyalizme dönüşmesinin eşiğine getirmiştir. Giderek ulusal çitler yıkılmış, sermaye ihracıyla üretim ve sermaye uluslararasılaşmış, ticaret dünya ölçekli hale gelmiştir. Ancak bu, dünyanın, tekellere yol açarak gelişen kapitalizmin devasa zenginlikleri biriktirdiği az sayıda ezen ulusla ulusların büyük çoğunluğunun sömürgeleştirildiği ezilen uluslara bölünmesiyle gerçekleşmiştir.

Emperyalizm çağında başlıca üç farklı tür savaşa tanıklık edilmiştir. İlki sömürgeleştirme savaşlarıdır. Halkların zorbalıkla egemenlik altına alındığı bu savaşlar işgal ve ilhaklarla kanla yürütülmüştür. İran, Çin ve Türkiye’ye yönelik işgallerle sömürgeleştirme girişimleri bu kapsamdadır. Ancak sömürgecilik ve ulusal baskı ve eşitsizlikler ezilen ulusların kurtuluş savaşlarını davet etmiştir. Çin’in Japon emperyalizminin egemenliğinden kurtuluşu, Türkiye’nin bağımsızlığını kazanması, işgale son verilerek Vietnam’ın birleşmesi… Tümü ulusal kurtuluş savaşlarıyla mümkün olabilmiştir.

Kapitalizm ve hele emperyalist aşaması, diğer sömürü toplumları gibi, sürekli savaş üretmiştir. Günümüzde savaşın kaynağı emperyalizmdir.

Sömürgelerin egemenlik altına alınması, ezilen uluslara yönelik zorbalığın yanı sıra, emperyalist savaşlara da neden olmuştur. Çünkü bir kez paylaşılmış olan dünyanın, güçler ilişkisinin değişmesiyle yeniden paylaşılmasının savaştan başka yolu yoktur. İki dünya savaşı yaşamış insanlık, şimdi bir yanda ABD emperyalizmi ve müttefikleri, diğer yanda Çin ve Rusya tarafından bir üçüncüsüne sürüklenmektedir.

Ve üçüncü kategori proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf mücadelesinin son biçimi olan iç savaşlardır. Rusya’da 1917 Ekim Devrimi’yle tanık olduğumuz devrim ve onu izleyen iç savaş bir örneğidir.

Tabii ki, emperyalist savaşların kan ve ölüm dışında insanlığa kazandırdığı hiçbir şey yoktur ve insanım diyenin karşı çıkması şarttır. Gerek ezilen ulusların gerekse işçi sınıfının ulusal ve sosyal kurtuluş savaşlarına karşı çıkmak ise sadece burjuvazi ve emperyalistlerin tutumu olabilir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa