01 Eylül 2024 04:10

‘Barış’ emekçinin hayatına nasıl dokunur?

istanbul emek barış ve demokrasi güçlerinin eylemi

Fotoğraf: Evrensel

PAZAR
Paylaş

Ekonomi ve Barış Enstitüsü (Institute for Economics and Peace) tarafından bu yılın haziran ayında insanlığın barış ve güvenlik açısından 2024'teki durumunu gösteren bir rapor yayımlandı. Kurumun üç ana başlık altında ve 23 ölçüt üzerinden derlediği bilgiye dayanan rapor, özetle dünyanın bir yol ayrımında olduğunu ve ortak bir çaba gösterilmediği takdirde büyük çatışmaların sayısının artacağını söylüyor. Rapora göre 21. yüzyılda savaşlar sadece artmıyor, askeri teknolojideki değişiklikler ve artan jeopolitik rekabet nedeniyle değişip dönüşüyor da. Yanımızda yöremizde bildiğimiz savaşlara benzemeyen ama barışla uzaktan yakından ilgisi bulunmayan sürekli çatışmalar bu değişimin bir sonucu.

Raporda sunulan veri hayli iç karartıcı: 2024 yılı küresel huzurun bir önceki yıla göre beşinci kez geriye gittiği bir yıl oldu. Şu anda gezegenimizde sürmekte olan sıcak çatışma sayısı 56 ve bu sayı İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana gelinen en uç noktayı yansıtıyor. Çatışmalar daha uluslararası bir hal almış ve 92 ülke kendi sınırları dışındaki çatışmaların parçası olmuş durumda. Buna ek olarak küçük çaplı çatışmaların sayısındaki artışın, gelecekte daha büyüklerinin yaşanması ihtimalini arttırdığı belirtiliyor ve kanıt olarak, 2019 yılında küçük çatışma olarak tanımlanan Etiyopya, Ukrayna ve Gazze’deki durumun bugün ulaştığı aşama gösteriliyor.

* * *

Küresel barış endeksinde izlenen 163 ülke arasında Türkiye bu yıl 139. sırada. Bir ülkedeki huzur ve güvenlik duygusunun o ülkedeki polis-asker sayısı, cinayet oranı, hapishane nüfusu, sivillerin silahlanma düzeyi, siyasal istikrarsızlık, sürmekte olan iç-dış çatışmalar, komşu ülkelerle sürdürülen ilişkiler, silah ticareti ve askerileştirme düzeyi üzerinden ölçüldüğü araştırmadan üretilen listede Türkiye’nin yeri uzun bir süredir olduğu gibi yine sonlarda.

Türkiye’nin listedeki yerini etkileyen, puanının kırılmasına neden olan faktörler arasında özellikle sürmekte olan iç ve dış çatışmalar, hiç eksilmeyen güvenlik sorunları, komşu ülkelerle yaşanan gerilimler, hapsedilme oranlarındaki yükseliş, bireysel silahlanma ve silah ticaretindeki artış öne çıkıyor.

* * *

Yukarıda sıralanan bilgi, savaş-barış halleri ile sıradan yurttaşlar olarak aramızdaki ilişkinin sandığımızdan daha dolaysız olduğunu, savaşın ve savaşlardan doğan güvensizlik duygusunun TV ekranlarından odamıza dolan çatışma görüntülerine daraltılamayacağını bize gösteriyor.

Giderek artan kadın cinayetlerinden yükselen bireysel silahlanma oranına, her defasında daha büyüğü inşa edilen hapishanelerden hayvanlara yönelik şiddete kadar yaşadığımız pek çok durum aslında ‘savaş aklı’nın bir uzantısı. Gündelik hayatımıza yansıyan şiddet, çok uzağımızda sandığımız savaşlarla bağlantılı. Çünkü savaştan ekonomik kazanç ve siyasal güç elde edenlerin iddialarının aksine çatışma ve savaşın çok katmanlı etkisi kısa bir süre içinde çok geniş bir alana, cephe gerisinde olanları da kapsayacak biçimde yayılıyor.

Kolay geldiği için yok saydığımız, başımızı kuma gömersek bize dokunmayacağını sandığımız şiddetin yıkıcı etkisi uzaklarda kalmıyor. Barut kokusunun nefeslere karıştığı yakın ve uzak coğrafyalardan sızan, sadece silah tutanlarla sınırlı kalacağını düşündüğümüz savaş gerçekliği, üniforma giyenlerin dünyasını aşan zararlara yol açıyor. Cephelerin ve cephaneliklerin kabına sığmayan şiddet gündelik hayat içinde işçiye, kadına, çocuğa ve hayvana yöneliyor. Güvensizlik ve siyasi baskı ile kuşatılmış ortamlarda ortaya çıkan toplumsal sorunlar, bu süreçlerden beslenen iktidarlar tarafından baskı ve şiddetle çözülmek isteniyor.

Oysa askeri yanıtlar, sıcak çatışmaların temelinde yatan sorunlara çözüm üretemiyor. Pek çok çatışmanın temelinde yatan eşitsizlik, adaletsizlik ve dışlanma pratikleri savaş dönemlerinde katlanarak artıyor. Artan şiddet gündemdeki problemleri besleyip büyütüyor, yoksulların mağduriyeti katlanarak çoğalıyor. ‘Şiddet dili’ problemin altında yatan siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunları çözmediği gibi çözüm yollarını da tıkıyor. Hayatların paramparça olduğu acıları yaşatıyor.

Savaş ortamında emekçinin hayatı daha da çekilmez bir hal alıyor. Güvenlikçi gerekçelere yaslanan iktidarların egemenliği altında temel hak ve özgürlüklerden yararlanılması imkansız hale getiriliyor. Olağanüstü hal gerekçe gösterilip kaynaklar adil dağıtılmıyor. Serbest bilgi akışı engelleniyor. Yolsuzluk ve rüşvet yaygınlaşıyor.

Bu nedenle savaşın gölgesinde hayatı çekilmez kılınan emekçiler açısından barışın önemi büyük. Günümüzde yaklaşık iki milyar insan şiddet gerekçeli kırılganlıklar içinde yaşamını sürdürüyor. Çatışma ve savaşlar emekçilerin geçim sıkıntısını kalıcı hale getiriyor. Yoksulluğun, eşitsizliğin ve sosyal dayanışma eksikliğinin artmasına yol açıyor.

Oysa ancak kalıcı bir barış ortamında, güvenlik kaygısı duyulmayıp, geleceğe umutla bakıldığında yurttaşların içinde mutlu bir hayat süreceği geçim kaynakları, sağlam kurumlar ve toplumsal ilişkiler inşa edilip yenilenebiliyor. Barış, istikrarlı ve güvenli bir ortamı teşvik ederek toplumların ekonomik kalkınmaya, sosyal ilerlemeye ve refah artışına odaklanmalarını sağlıyor. Ancak böyle bir ortamda daha az nükleer saldırı tehdidi, daha az baskıcı yönetimlerin tiranlığı, daha az yoksulluk söz konusu oluyor. Barış, can kaybına, nüfusun yerinden edilmesine, altyapı ve kaynakların tahrip edilmesine yol açan silahlı çatışmaları önleyerek emekçilerin ürettiği maddi değerlerin korunmasını sağlıyor. Barış dönemlerinde devletler kaynaklarını insanların yaşam kalitesini artıran eğitim, sağlık ve diğer sosyal hizmetlere ayırabiliyor. Barış ortamı, uluslararası iş birliğini, fikir alışverişini ve iklim değişikliği ve yoksulluk gibi küresel sorunların kolektif olarak ele alınmasını kolaylaştırıyor.

İşçi-emekçi öncelikli siyaset yapanlar ancak barış ortamında toplumların şoklara, afetlere ve altüst oluşlara karşı dirençli olacağını, karşı karşıya kalınan problem ve anlaşmazlıkların başarıyla yönetileceğini ve hayatın kaçınılmaz deviniminin ortaya çıkardığı değişikliklere uyum sağlanabilmesi için gereken güven, iş birliği ve kapsayıcılık düzeylerine ulaşılacağını biliyor. Bunun için sosyalistler barış mücadelesini öne çıkarıyor. Şoven ve ırkçı baskıların en koyu anlarında bile “barış” demekten vazgeçmiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa