01 Eylül 2024 04:52

Gazeteciliği S-400’lerle aynı kutuya mı koyalım, ayrı mı saralım?

Gazze'de gazetecişer

Fotoğraf: AA

PAZAR
Paylaş

Ekranda haber spikeri adeta yalvarıyor “Ne olacak bu S-400’lerin hali? Halka açıklama yapmak zorundasınız. Yapın, yayınlamayan namerttir!” Yeni tür haber sunuşlarına alışamayan, eleştiren çok ama reyting getiriyor ki devam ediyorlar. Konumuz bu değil, konumuz 1 Eylül Barış Günü nedeniyle medyanın savaş ve silah sevdası. Örneğimizdeki sunucu savaş yanlısı değil ama S-400’lerle F-35’leri kıyaslarken daha pahalı oyuncağı alması engellenen bir çocuk kadar müteessir.

Uluslararası sözleşmeler; örneğin Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 20. maddesi savaş propagandasını yasaklar. Aynı madde “Ulusal, ırksal ya da dinsel nefretin ayrımcılık, düşmanlık ya da şiddete kışkırtma şeklini alacak biçimde savunulması”nı da yasaklar. Sözleşmeleri imzalayan devletler, ulusal yasalarında bunlara dair önlemler alacaklarını taahhüt ederler. Türkiye de öyle yaptı, çok geç de olsa Ceza Kanunu’na 216 no’lu bir düzenleme ekleyerek şiddeti kışkırtma ihtimali içeren nefret söyleminin cezalandırmayı öngördü. Bu maddeden yargılananların, ceza alanlarında hikayesi ilginç, zaman zaman bu köşenin de konusu oluyor. Şimdilik Dilruba Kayserilioğlu’nun bu suçtan tutuklandığını söyleyeyim gerisini siz anlayın. Dilruba Hanım 18 gün tutuklu kaldıktan sonra cuma günü tahliye edildi.

Uluslararası sözleşmeler savaş propagandasını yasaklasa da ne Türkiye’de ne de başka memleketlerde bunu düzenleyen yasal mevzuata rastlanıyor. Zaten neyin savaş propagandası sayılıp neyin sayılmayacağını ayırt etmek de zor ve riskli. Ancak asıl sebep (Allah uzun ömür versin) Noam Chomsky ve Edward S. Herman’ın 90’ların başında ifşa ettiği üzere medya sisteminin; medya sahipliği, reklam ilişkileri, haber kaynağı, tepki üretimi ve antikomünizm olmak üzere beş ayağa oturan bir propaganda modelinden ibaret olması. Bir dönem antikomünizm ayağının kalmadığı tartışmaları yapılıyordu, ama günümüz koşulları en güçlü ayağın hâlâ o olduğunu gösterdi. Fransa’da gözaltına alınıp beş gün sonra beş milyon avro kefaletle serbest bırakılan Telegram'ın kurucusu ve CEO'su Pavel Durov kullanıcıların mahremiyetini ihlal etmeye neden olacak bilgileri vermediği için Rusya’yı terk ederken bir kahramandı, aynı bilgileri Fransa ile paylaşmayınca suçlu oldu. Hadi diyelim kanunlarda boşluklar var. Peki, tam bu gözaltının üzerine Güney Kore’de patlayan genç erkeklerin evdeki kadın ve çocukların mahrem görüntülerini Telegram’dan paylaştığına dair skandal ya da BBC’nin Telegram’ın “çocuk istismarı” konusunda iş birliği yapmadığını iddia eden ama hiçbir kanıta dayanmayan haberleri de tesadüf mü?

Chomsky ve Herman’ın bahsettiği propaganda makinesi öyle ince, öyle hassas ayarlanmıştır ki, gazeteciler asla ve asla bu makine için çalıştıklarını fark etmez. Onlar yasama, yürütme ve yargıyı denetleyen dördüncü güç, demokrasi için vazgeçilmez neferlerdir. Neye, nasıl hizmet ettiğini fark edenler sistemden dışlanır. Demokrasisi gelişmemiş ülkeler bir siyasi kriz ya da çatışma dönemlerinde “Tükürüğümüzle boğarız!”, “Yanıtımız çok sert oldu!” gibi manşetler atabilir, hatta daha ileri gidip denizin ortasındaki kayalıklara bayrak dikebilirler. Çünkü kabadırlar. Oysa gelişmiş ülkeler gazetecilere kamuflaj kıyafetler giydirip “embedded” [iliştirilmiş] payesi verip savaşa götürürler, başka hiçbir kaynakla görüşmesine izin vermezler. Böylece demokrasisi az gelişmiş ülkelere de örnek olurlar. Birbirine benzer koşullarda öldürülen, baskı gören gazeteciler için de ortak bir tutumları yoktur. Rusya’da devlet televizyonunda savaşa isyan eden Marina Ovsyannikova kahraman olur, ama Gazze’de öldürülen gazetecilerin adı günlük bültenlerde kısa haberlerde geçer. Dünyanın en büyük haber kuruluşları, biz Gazze’de ne olup bittiğini neden haber yapamıyoruz diye isyan etmez, İsrail’in embedded gazetecileri olmayı kuzu kuzu kabul eder.

Ama öyle hoyrat bir makine değil bu, lütfen hakkını yemeyin dünyanın dört bir yanında baskıya uğramış gazetecilerin yanındadır. Çözüm için elini taşın altına koyar. “Barış gazeteciliği” der, dilinize dikkat edin. Öyle “vurduk”, “kırdık” demeyeceksiniz. Ama kimin öldürdüğünü söylemeden Gazze’de “40 bin insan hayatını kaybetti” demek serbest, kibar olun.

Bugün 1 Eylül Barış Günü. Bu koşullarda barışın nasıl inşa edileceğine dair iyimser tavsiyeler vermek, umut aşılamak sanırım hiçbirimize gerçekçi gelmeyecektir. Onun yerine ABD’den gelip Ekim Devrimini gözlemleyen, gazetecilik tarihinin en çarpıcı kitaplarından “Dünyayı Sarsan 10 Gün”ün yazarı John Reed’in girişte William English Walling’ten yaptığı bir alıntıyla bitirelim:

“Rus işçisi devrimcidir, ama ne şiddetten yanadır, ne dogmacıdır, ne de aptaldır. Barikatlar kurmaya hazırdır, ama bu barikatları incelemiştir ve bunların ne demek olduğunu dünyada kendi deneyi ile öğrenmiş olan tek işçidir... Sermaye sınıfına karşı mücadelesinde tavizsizdir. Öteki sınıflardan bihaber olmadığı gibi yaklaşmakta olan mücadelede onların etkin şekilde yer almasını istemektedir. Rus işçisi, Amerika'daki siyasal kurumların kendi ülkesindekinden ehven olduğundan kuşku duymaz ama despotizmin bir çeşidini bir başka çeşidine yeğlemeye istekli de değildir.”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa