02 Eylül 2024 06:05

Yeni yetme Türk naziler ‘siyasi yeğen’ midir?

Eskişehir'de nazilere özenen bir genç camidekilere saldırdı.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Eskişehir’de 12 Ağustos günü, 18 yaşındaki Arda K’nin, Nazi sembollerinden oluşan teçhizatıyla, bıçakla saldırdığı beş kişiyi yaralaması, “oynadığı PUBG adlı savaş oyunuyla” açıklanıp geçilemeyecek ciddiyette boyutlar taşıyor.

Görüşlerine başvurulan bilim insanlarından bazılarının, bu tür şiddet eğilimlerinde çocukluk travmalarının etkisinin olabileceğini belirtirken, ancak böyle travmaları olan herkesin bu tür eylemlere başvurması gibi bir koşutluk kurulamayacağını ve bu eylemi besleyen çok katmanlı faktörleri dikkate almak gerektiğini ifade etmeleri önemliydi. Bu yazıda da, bazı sorularla bu katmanları biraz açmayı deneyeceğiz.

Bu saldırıdan iki gün sonra yayımlanan bir haberi hatırlatarak başlayalım. Türkiye gazetesinde 14 Ağustos günü Emrah Özcan imzasıyla yayımlanan haberde şöyle deniliyordu: “AK Parti’nin gençlerle ilgili yaptırdığı son anket önceki gün yapılan MYK’da masaya yatırıldı. Gençlik Kolları Başkanlığı tarafından yapılan saha çalışmasında ‘Kendinizi hangi kimlikle tanımlıyorsunuz?’ sorusu yöneltilen gençler açık ara farkla ‘Atatürkçü’ cevabı vermiş, ikinci sırada ise ‘milliyetçi’ cevabı yer almıştı. Edinilen bilgilere göre anket çalışması önceki gün yapılan MYK toplantısında gündeme geldi. Bir MYK üyesinin ‘Siyasi kimliğimizi değiştirelim. Muhafazakar-demokrat kimliğimizden sıyrılalım’ sözlerine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çok sinirlendiği ve kızdığı iddia edildi.”

Başka kamuoyu araştırmaları da, gençlik açısından benzer bir tabloya dikkat çekiyordu. Gençliğin kendini tanımlama biçimi içinde ‘Atatürkçü’ ve ‘milliyetçi’ başlıklarının öne çıkıyor olması, içinden geçtiğimiz siyasal konjonktür bakımından geniş bir çerçeveye tekabül ediyor. Kendini böyle tanımlayan bir genç, baş tehdit olarak göçmenleri görüp kendisini Zafer Partisine yakın hissedebileceği gibi, başka bir genç de farklı saiklerle kendisini CHP ya da MHP içinde ifade edebilir.

Arda K’nin kendisini Nazi sempatizanı olarak ifade ettiği, Nazi SS sembolü bulunan "Mass Cleaner (Kitlesel Temizleyici) El Kitabı" adını verdiği manifestoda göçmenler, Suriyeli çocuklar ve LGBTQ+ üyelerini hedef almak istediğini belirttiği ve önceden "TKP binasına saldırmayı amaçladığı" basına yansıdı. Arda K’nin, manifestosunda, Norveç’te gençlik kampına saldıran, 77 kişinin katili Anders Breivik ve Yeni Zelanda’da cami basan, 51 kişinin katili Brenton Tarrant için ‘aziz’ ifadesini kullandığı görüldü.

Tam bu noktada Almanya’da Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütünün (NSU) 2000-2007 yılları arasında 8 Türk, bir Yunan ve bir Alman polisi, aynı tabancayı kullanarak katletmesi ve ardından gelişen dava sürecini hatırlayalım. Bu davayı izleyen Evrensel’in Almanya Bürosundan arkadaşımız Yücel Özdemir, bu süreci, ‘Almanya’da Neonazi-İstihbarat-Emniyet Üçgeninde NSU Cinayetleri’ adıyla kitaplaştırmıştı.

O kitaptan bir bölüm şöyle: “Resmi kayıtlara göre en fazla 100 kişilik bir ağdan ibaret olduğu tahmin edilen NSU ile bağlantılı 24 ajanın bulunduğu yine devlet raporlarında yer alıyordu. Böylece NSU diye adlandırılan ağda her dört kişiden birisinin ajan olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyordu.” (Yücel Özdemir, NSU Cinayetleri, İstanbul, Kor Kitap, 2020, sayfa 257)

Böyle yapılanmaların dünyanın her yerinde istihbarat örgütlerinin avucunun içinde olduğu sır değil. Türkiye’de bir süredir, sosyal medyada silah eğitimleri bile yayımlanan Nazi sempatizanları da NSU süreciyle benzer sorularla değerlendirilmeli: Nasıl oluyor da oluyor?

Bazı hatırlatmalar ve sorularla bağlayalım:  

Türkiye’de IŞİD’in 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara Garı önünde barış talebiyle toplanmak isteyenlere yönelik canlı bomba eylemiyle gerçekleştirdiği katliamdan sonra dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu NTV'nin canlı yayınında şöyle demişti: "Türkiye'de bulunan canlı bombaların isim listesi elimizde, ancak eylem yapılmadıkça tutuklayamıyoruz."

Türkiye’de Hizbullah’ın, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerdeki sayısız cinayetleri nedeniyle Hizbulkontra olarak adlandırıldığı süreçte, 15 Şubat 1993'te Show TV’de yayımlanan 32. Gün programında Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, Hizbullah’ın PKK’ye karşı örgütlendiğini ve kendisine göz yumulduğunu açıkça dile getirmişti.

Türkiye’deki yeni yetme Nazi örgütlenmeleri, Almanya’daki NSU gibi ‘siyasi yeğen’ midir? Eğer değilse nasıl bu kadar rahatlar? Bunların kaç kişi olduklarını TÜİK’ten mi öğreneceğiz?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa