03 Eylül 2024 04:52

Zindabad Pakistan*…

Pakistan’da demir yolu işçileri sendikasının örgütlü olduğu bir tamirhaneyi ziyaret ve işçilerle sohbet

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Pakistan, İran, Afganistan, Çin ve Hindistan’la komşu. Güneyi ise Hint Okyanusu.

Karaçi ülkenin en büyük kenti. Gayriresmi nüfusu 35 milyon. Eski başkent. Başkent şimdi İslamabad’a taşınmış.

Pakistan’la Hindistan 1947’de birlikte İngiltere’den ayrılıyor. Askerlerin ülke yönetimindeki gücü ve etkisi kadar darbeleri de Türkiye ile benzer. Dediklerini yaptırabildikçe sorun yok, ama seçilenler biraz söz dinlemez olunca darbeye başvuruyorlar.

SİYASİ DURUM

2018 seçimlerini Adalet Hareketinin başındaki İmran Han kazanır. İmran Han da sosyalistlerle ittifak yaparak iktidara gelir, ancak o da askerlerle yüzleşince, sanki bilmiyormuş gibi, “Ben komünistlerle ittifak yapmam” diyerek ittifakı bozar. Onun hükümeti de dönemini tamamlayamaz ve 2022 başlarında “yolsuzluk” suçlamasıyla devrilir, orduyu suçlayınca 2023 ortalarında tutuklanır ve 2024 başındaki seçimlere katılması yasaklanır. Ordunun “yeni” gözdesi yeniden eski Namaz Şerif’tir. Sürgünden döner.

Ancak bu kez, partisi yasaklanan İmran Han’ın desteklediği bağımsız adaylar en çok vekillik kazanmasına rağmen, meclisteki başbakanın belirlenmesi oylamasında, İmran Han’ın devrilmesinin ardından başbakanlık yapan Namaz’ın kardeşi Şahbaz Şerif iktidara gelir.

İmran Han hapiste ve Başbakan Şerif, ancak ülkeyi yöneten ve tüm kritik kararları alan ordu ve generaller.

Ordunun gücünün bir göstergesi de, Karaçi ve diğer tüm kentlerin en müstesna semtlerinin yüksek duvarlar ve üzerlerinde dikenli tellerle çevrili olarak emirlerinde olması. Yalnızca askeri birlikler yerleşmemiş bu “özel” arazilere. Lojman ve sair binalarda subaylar oturuyor. Kiralarla satış bedelleri ordu mensuplarına çok düşük fiyatlarla sunulmuş. Subaylar bu durumu değerlendirmiş ve ucuza elde ettikleri konutlarını yüksek fiyatlarla sivillere kiralamış ya da satmış. Dolayısıyla bu “güvenli” bölgelerde askerlerle siviller birlikte yaşıyor. İçlerinde özel alışveriş merkezleri, hastaneler ve okullar gibi kamu kurumları bulunuyor. Ordunun generalleriyle subaylarına servet transferinin etkili bir yolu bulunmuş.

Özellikle generaller ayrıca -orduyla iş yapanlar başka olmak üzere– hemen her iş kolunda yatırımların sahibi ve dolayısıyla doğrudan kapitalistler olarak kendi sınıf çıkarlarının güvenliğini alıyorlar. Kısacası, devasa “Ranger” birlikleriyle 700 binlik ordu Pakistan’da her şey olmasa bile, çok şeydir.

Ancak bu durum, Pakistan’ın oldukça geri ekonomik yapısını olumlu yönde etkilememiş, tam tersi olmuş. Enflasyon Türkiye kadar değil, ama düşük de değil ve yüzde 35-40’larda.

EKONOMİ

Ülke ekonomisini dış borç ve yabancı doğrudan ya da ortak yatırımlarla döndürmeye çalışıyor. Bir de özelleştirmelerle. IMF’den üst üste borçlanmalara giden Pakistan geçen yıl temerrüde düşmek üzereyken, Çin’in 2 milyar dolarlık borcunu ertelemesiyle bir nebze nefes alabilmiş. Ülkedeki Çin yatırımları 70 milyar doları aşmış durumda ve genellikle petrol, gaz, elektrik ve değerli madenler dahil madenler ve üretiminin yoğunlaştığı İran’a komşu Belücistan’da. Pakistan Çin’in en çok yatırım yapıp borç verdiği “Kuşak-Yol İnisiyatifi”nin başlangıcındaki ülke. Ekonomi, başta pirinç, tahıl ve pamuk üretimi olmak üzere tarım ve tarıma dayalı sanayi üzerine kurulu. Ve tabii demir yolları, elektrik dağıtımı vb. gibi hizmetler. Tarım ülkeyi kuzeyden güneye kateden İndüs Nehri Vadisi’nde yapılıyor. Tekstil, halı, kilim, gıda sanayi en yaygın sanayi sektörleri durumunda. Özelleştirme süreci ileri boyutlarda. Örneğin demir yolları son aşamasına gelmiş halde. Hastaneler de öyle. Demir yolu işçilerinin tedavi merkezi olarak kurulmuş bir hastanede, 10-15 yataklı bir koğuş ve bir idareciyle bir doktor kalmıştı ve eczanesinde aspirin ve parasetomol dışında ilaç bulunmuyordu. Her ciddi kazaya uğrayan ya da hastalanan işçinin özel hastaneye gitmekten ve parasını ödeyerek ilaç almaktan başka çaresi yok.

Öte yandan Çin yatırımları ülkede kapitalizmin gelişmesine katkıda bulunuyor, ancak Pakistan örneğinden hareket edilirse, görünen, Çin’in “halkların dostu” falan olmadığı. Son iki başbakanın yolsuzluk nedeniyle suçlanıp tutuklandığı ülkede Çin yatırım ve borçlarıyla semirenler kuşkusuz var. Bu “yardımlar” sadece zengin kapitalistlerin daha çok zenginleşmesine yaramış. Ülkede sınıf kutuplaşması ve yoksulluk diz boyu. Emekçi halk son derece geri koşullarda yaşamaya devam ediyor. Asgari ücretin -500 dolar civarında olan-Türkiye’nin çok altında (yaklaşık 100 dolar) olduğu Pakistan’da dilenci sayısı hiç azalmamış tersine artmış.

Ülkede yalnızca Çin yatırımları yok tabii. Diğerlerinin yanında Arçelik gibi Türk burjuvazisinin de yatırımları bulunuyor. Bu arada Pakistan’da Türkiye ve Türkler çok seviliyor. Nedeni sadece “din kardeşliği” değil, ama bu önemli bir etken. Benim neden eleştirdiğime dair sorulara muhatap olduğum Erdoğan’ın da sevildiğini söyleyebiliriz. İçeride popülaritesi düşen Erdoğan’a yönelik sevginin ülke içindeki gerilemesine paralel olarak giderek düşmesi tabii ki şaşırtıcı olmayacak.

İŞÇİ HAREKETİ

Pakistan’da kuruluşundan bu yana sendikalar güçlü. Sendika bürokrasisi her yerde olduğu gibi şüphesiz faal, ama işçilere dayanan mücadeleci sendikacılar onlardan daha faal ve etkili. Üstelik geniş bir ağ etrafında toplanmış ve dayanışma halindeler. Demir yolu İşçileri sendikası örneğin, ülke çapında örgütlü. 2 ay önce yenilenen sendika yönetimi seçimlerini sosyalistler, iktidardaki Müslüman Ligi adaylarını açık farkla geride bırakarak kazanıyor. Ülke çapında 230 tamir atölyesinde örgütlüler, ancak 50 binden fazla olan üye sayısı son yıllarda 18 bine kadar gerilemiş. Nedeni, işçilerin sendikaya rağbet etmemesi değil. Özelleştirmelerle iş kolu işçilerinin güç kaybetmesi. İşçi kuşağı yaşlanıyor ve emekli olanların yerine yeni genç işçiler istihdam edilmiyor.

Yaman bir sendikacı olan Genel Sekreteri Cüneyt’in çabaları ne hastanelerinin durumunun iyileştirilmesine ne de sendikanın üye sayısının azalmasına çare olamıyor. Ancak, diğerleri gibi, faaliyetlerini sadece işçiler arasında çalışıp onları örgütlemekle sınırlamayan Cüneyt demir yolu işçileri ve taleplerini savunmaktan geri kalmadığı emekçi halk arasında küçümsenemeyecek bir etkiye sahip. Bu nedenle birkaç kez demir yolu idaresi tarafından kerli ferli evler önerilerek satın alınmaya çalışılmış, ama her seferinde bu önerileri işçilere açıklayarak reddetmiş. Hâlâ doğup büyüdüğü yoksul emekçi mahallesinde eski küçük bir evde yaşamını sürdüren, tüm yaşamıyla işçi sınıfına bağlı başı dik sevilen bir sınıf sendikacısı.

MAZDOOR MAHAZ

Pakistan İşçi Cephesi (Mazdoor Mahaz) Pakistan işçi sınıfını saflarında birleştiriyor ve o da faaliyetlerini işçilerin bir parçası olduğu geniş emekçi halk kitlelerinin taleplerini savunup mücadelesini örgütlemeye genişletmiş bir devrimci örgüt. Başkanı Şevket Çavduri, sosyalist, geniş işçi ve emekçi kitleleri tarafından tanınıyor ve seviliyor. Tüfeyl Abbas tarafından bağımsızlığın ardından kurulmuş ve 5 yıl önce ölen kurucusunun ardından eskisine göre bir miktar güç kaybı yaşamış olsa bile çok yaygın işçi ilişkilerinin odağında duruyor ve hızla yeniden güçleniyor.

Pakistan İşçi Sendikaları Federasyonu yakın zamanda bir bölünme yaşamış. Ancak geçen hafta Lahor’da yapılan toplantıda yeniden örgütlenme sorunu tartışılmış ve toplantıda 11 sendika federasyonu yeni bir “şemsiye” federasyonunun kurulması ve onun çatısı altında birleşme kararı almış. Yeni federasyonun iki ay içinde kurulacağı öngörülüyor. Yeni örgütlenmede uluslararası komünist hareketle güçlü bağlara sahip Mazdoor Mahaz yön verici pozisyonda.

Ülkede işçi sınıfı yalnızca sendikalar ve Mazdoor Mahaz saflarında örgütlü olmakla kalmıyor, parti olarak da örgütlü. Mücadeleci ve etkili bir geçmişe sahip sınıfın devrimci partisiz “kayıtlı” değil, dolayısıyla kendi adı ve adaylarıyla seçimlere katılmıyor, ancak belirtildiği gibi, geçmişte hem Benazir Butto ve hem de İmran Han onunla ittifak yapmış. Oldukça geniş ilişkilere sahip olduğu halk tarafından bilinip tanınıyor ve sözüne itibar ediliyor. Müslüman Ligi ve Adalet Hareketinin ardından, günümüzde belirli bir bölgede yerelleşmeye gerileyen Butto’nun Halk Partisiyle üçüncü ve dördüncülüğü paylaşıyor. On yıl kadar önce başını bir üniversite profesörünün çektiği Maocu eğilimli bir grupla ayrışma yaşamış, ancak bu grup da bugünkü Çin’in kapitalist emperyalist bir ülke olduğu görüşünde.

İşçi ve halk hareketleriyle darbelerin eksik olmadığı emperyalistlerin paylaşım kavgasının odağındaki Pakistan’ın geleceğini bir yandan emekle sermaye diğer yandan emekçi halkla emperyalistler arasındaki mücadele belirleyecek.

PAKİSTAN KİME BAĞIMLI?

Politik bağımsızlığına sahip ülke ekonomik ve mali açıdan emperyalizme bağımlı durumda ve bağımsızlığı büyük ölçüde görünüşte kalıyor.

Eskiden Amerikan emperyalizminin hegemonyası altındaki Pakistan’a son yıllarda Çin boylu boyunca girmiş durumda. Ancak eskiden İran ve Türkiye ile birlikte CENTO (Bağdat Paktı) üyesi olan ülkede ABD’nin özellikle politik ve askeri alandaki etkisi bütünüyle kırılmış değil. Özellikle ülke yönetiminde kesin söz sahibi olan generaller “Soğuk Savaş”tan bu yana izledikleri tutumu sürdürerek hâlâ Amerikan kartıyla oynamaya devam etme eğiliminde, ancak Çin’in de her yönüyle giderek güç kazandığı açık.

Öte yandan iki ülke vatandaşlarının birbirlerine gidip gelemediği Hindistan’la düşmanlığının belirleyici bir etken durumunda oluşu ve ABD’nin Çin’e karşı Hindistan’la ittifak çabası, örneğin İmran Han’ı Rus-Çin eksenine yakınlaşmaya yöneltmişti. Ukrayna savaşının çıktığı gün Moskova’da olan Han, Putin’le el sıkışmış ve Pakistan’ın “tarafsız” bir politika izleyeceğini açıklamıştı. Bu, Pakistan üzerinde “görevden alınmasını” isteyen ABD’nin baskısına yol açtı ve Han’ın sonu oldu. İmran Han “Kendisine karşı ABD’nin darbe düzenlediğini” savundu ve orduyu suçladı. Ordusu büyük ölçüde eski Sovyet silahlarıyla donanmış olan Pakistan’ın yine eski Sovyet silahları kullanan Ukrayna’ya silah ve cephane göndermesi karşılığında IMF ile 3 milyar dolarlık anlaşma imzalaması İmran Han ve iddialarını doğruluyor görünüyor.

Şimdilik, Amerikan ya da Çin’e bağımlı olduğunu ileri sürmek ve bunu eczacı terazisiyle tartmaya çalışmak yerine, her görünüşte bağımsız ülkenin kendi “özel” çıkarlarını da gözetip emperyalistler arasındaki çekişmelerden yararlanmaya çalışmasını da dikkate alarak, Pakistan’ın emperyalizme bağımlı bir ülke olduğunu söylemek yeterli olacaktır.

KEŞMİR SORUNU

Hindistan ve Pakistan İngiliz sömürgesi olmaktan kurtulup iki ayrı devlet olarak bağımsızlıklarını kazanmalarından bu yana birbirlerine düşman ve aralarında üç kez savaş ve zaman zaman irili ufaklı silahlı çatışmalar yaşadı. Nüfusu büyük çoğunlukla Müslüman olan ve Pakistan’la birleşme eğilimindeki Keşmir iki ülke arasındaki düşmanlığın önemli nedenlerinden biri. İngiltere çekilirken, ülkenin kuzey doğusundaki Keşmir’i iki ülkeden birine bağlanma konusunda serbest bıraktı. Halk tersi eğilimde olsa da Keşmir prensi Hindistan’a bağlanmayı tercih etti ve daha başlangıçta bölge ikiye bölündü. Bir bölümü Pakistan’da kaldı, bir bölümü otonom bölge olarak Hindistan’a bağlandı, bir bölümüyse Çin’le Hindistan arasındaki sorunlardan birini oluşturarak 1960’ta Çin tarafından işgal edildi.

Hindistan, Modi iktidarında, Keşmir’e otonomi tanıyan anayasa maddesini 2019’da kaldırarak bölgeye asker yığdı ve bu Keşmir isyanının başlangıcı oldu. Hindistan’a bağlı bölgede silahlı direniş ve bastırma faaliyeti sürerken Pakistan’a bağlı bölümden bölge nüfusunun neredeyse yarısını oluşturan 2.5 milyonluk bir nüfus İngiltere’ye göç etti.

Keşmir sorunu hâlâ kanayan yara durumunda.

PAKİSTAN’DA ULUSAL SORUN

Ülkede ulusal sorun Keşmir sorunundan ibaret değil. Pencap sorunu, Karaçi’de “muhacir” sorunu ve ayrı devlet olarak örgütlenme talebiyle ayrılıkçı bir hareketin bulunduğu Belücistan sorunu ulusal sorunlar ve özellikle sonuncusu ciddi öneme sahip.

İran ve Pakistan arasında bölünmüş olan Beluciler bağımsızlık istiyor ve birkaç ay önce hem İran hem Pakistan, Belucistan’ın birbirlerinin egemenlikleri altındaki bölgeleri “terörizm” bahanesiyle füzelerle vurdu ve birbirlerini suçladı. Bölgede diğer birkaç silahlı örgütün yanı sıra ikinci bin yılın başında kurulan bir Belucistan Kurtuluş Ordusu bulunuyor ve zaman zaman silahlı faaliyetleriyle gündeme geliyor. İlk iktidarı döneminde Butto bölgeye ordu birlikleri gönderdi ve bir katliamın mimarı oldu. Onu deviren dinci zalim Ziya-ül Hak ise Belucilere bir af çıkardı ve görece bir yatışma sağladı, ancak sorunun temeli çözümsüz kaldığı için ulusal hareket yeniden büyüdü. Bölgede feodalizm güçlü ve ayrılma talebinin başını başlıca üç kabile çekiyor. 2006’da bu kabilelerden birinin liderinin Pakistan tarafından öldürülmesi ciddi sorunlara neden oldu.

Belucistan’ın önemi; gaz, petrol ve değerli madenler dahil sahip olduğu yer altı zenginlikleriyle Hürmüz Boğazı’nın çıkışında oluşunun sağladığı stratejik önemden kaynaklanıyor. Üstelik bölge neredeyse Pakistan’ın yarısını (yüzde 44) oluşturuyor. Çin bölgeye önemli yatırımlar yapar ve yenilediği Gwadar Limanını “Kuşak-Yol İnisiyatifi”nin Avrupa ve Afrika’ya açılan bir kapısı olarak kullanmayı öngörürken, Hindistan Pakistan’ı zora sokmak, ABD’ ise ülkedeki kontrolünü sürdürmeye yönelik “gözdağı” verme yönelimiyle bölgedeki ayrılma talebini kullanmaya çalışıyor. Ancak kim kullanma çabasında olursa olsun, Belucilerin ayrılma ve kaderlerini kendilerinin tayin etme talebinin yok sayılamayacağı şüphesiz.

SADECE İŞÇİLERE YÖNELİK ÇALIŞMA YOK…

Pakistan’da parti ve Mazdoor Mahaz kendilerini yalnızca işçi sınıfı içinde çalışmayla sınırlamıyor. Emekçi halk arasında da çalıştıkları gibi, aydınlar arasında çalışmayı ihmal etmiyorlar.

İrtiqa Sosyal Bilimler Enstitüsünün Lenin’in 100. ölüm yıl dönümü nedeniyle düzenlediği “Lenin’le Yürümek” adlı Konferansa davetli olarak gittim.

Başkanı Kaleem Durrani benim yaşlarda bir aydın. Enstitü, uzun yıllar kurucusu revizyonist parti tarafından kontrol edilmiş ve Mazdoor Mahaz taraftarlarının kapısından girişini yasaklamış. Sonra revizyonizmin sahneden çekilmesinin ardından şimdi emin ellerde. Enstitü, “açık kapı” politikası izliyor, kapıları her eğilimden aydına açık. Konferansta bir Troçkistin yanı sıra farklı eğilimden katılımcılar vardı. Ancak Konferans katılımcılarının genişliğinin de kanıtladığı bir gerçek ülkede devrimcilerin aydınlar arasında yaygın bir çalışmalarının olduğu ve aydınların devrimcilerce düzenlenen “Lenin” başlıklı bir konferansa katılmaktan kaçınmamalarıydı. En az 7-8 üniversite öğretim üyesi profesör ve doçent katılımcılar arasındaydı ve Konferansa geniş katılımcı kitlesi tarafından ilgiyle izlenen tebliğler sundular. Tebliğler, herhalde “yabancı ülkeden” bir katılımcı olduğum için olmalı, özellikle benim sunduğum “Lenin’in ulusal soruna yaklaşımı” başlıklı tebliğ ertesi günkü burjuva gazeteleri ve diğer türden yayınlarda yer buldu. Bu da devrimci partinin ülkedeki etkinliğinin bir diğer kanıtı.

*Yaşasın Pakistan

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa