07 Eylül 2024 04:58

Başka türlü, bambaşka, çok yeni, hiç denenmemiş, işe yarayacak bir şeyler…

Sosyal medya yasası temsili

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Wearesocial’ın 2024 verilerine göre dünyada günlük internette geçirilen süre 6 saat 44 dakika, Türkiye’de ise 6 saat 57 dakika. 

57 milyon sosyal medya kullanıcısı var ülkede.

Hakikat ötesi çağında dijital okuryazarlık eğitimi ne okullarda veriliyor ne iş yaşamında lafı geçiyor. Biz hangi delinin ne amaçla kuyuya attığını bilmediğimiz taşlar ardından koşar buluyoruz kendimizi. Dünya sıralamasında internet ve sosyal medya kullanımında öne çıkan ülkelerden bizi ayıran bir husus var; bizde sosyal medyada yazılan sıradan bir cümle, hatta bir başkasının görüşünü yorumsuz paylaşmak bile tutukluluğa varan cezaya neden olabiliyor.

Bu cezalar da sosyal medyanın muhalif tavır için etkin bir yer olduğunu ispatlama görevi görüyor.

Medyanın büyük yüzdesi iktidar tarafından propaganda aracı olarak kullanıldığı, sokaklar yasaklı sayıldığı için, gerilim yüzünden işimize ya da canımıza mal olmasın niyetiyle ortaya söyleyemediğimiz her şey sosyal medyada beyan olunuyor.

İktidar da kamuoyu tepkisini oradan ölçüyor. Buradaki tepki iktidara geri adım attırıyor mu? Pek sayılmaz ama tepki görünür oluyor. İktidarın bazı hamlelerini ileri zamana bırakmasını, aleni hukuksuzlukta en azından soruşturma-kovuşturma açılmasını bazen de hukuksuz tutuklananın bir süre tutuksuz yargılanmasını sağlayabiliyor. 

Olimpiyatlarda başarı sıralamasında düşük, konuşulanlar sıralamasında yüksek oluşumuzu “Bizim toprakların insanı karizmatik şekerim” çıkarımına bağlamak çok gerçekçi değil.

Sosyal medya platformları etkileşimden besleniyor. Ve ne zaman Türkiye konuşulsa ortalık bayram öncesi Tahtakale kalabalığına döndüğü için, bizden bahsetmek herkesin işine geliyor. Adımızı duyduğumuzda koşuyoruz, zaten döşek atmışız sosyal medyaya, akşama kadar kaydırıyoruz aşağıya. Neden?

Biz neden hep sosyal medya mesaisindeyiz?

Çünkü biz hayatsızız. Seyahatte değiliz, konserde, tiyatroda, hobilerimizle uğraşıyor, sahilde koşuyor, ormanda geziyor, yelkenliyle açılmış, pikniğe çıkmış, bir kitaba dalmış, yemek kursunda, dansa gitmiş değiliz.

Biz haşlayıp çoğalttığımız çayı içerken, kulağımız televizyon dizisinde elimizdeki ekranı kaydırıyoruz çünkü en ucuz böyle ölüyor zaman.

Para ya aslanın ağzında ya da sosyal medyada birilerinin gaza gelip ekrana tıklamasında. Senelerin öğrenci evi geyiği gerçek oldu: “Abi 1000 kişi onar lira verse ya da mesela 5 bin kişi ellişer ohoooo”

Koca koca insanlar, herkes içerik üreteceğim diye ne yapacağını şaşırmış halde, izlemeden duramıyorsun, ağrıyan dişi dilinle dürtmeden duramamak gibi. Link bırakmak en masum ticaret oldu, başkası adına utanmak diye bir kelimenin icat ve kabul olması şart görünüyor.

Nazar kavramının günlük dilde bunca kullanıldığı toplumda, iyi günü de paylaşmadan duramıyoruz. Gelecek acımasız cümleleri herkes biliyor, zorbalanacağı ihtimalini göre göre paylaşıyor. Çünkü takdir edilmek çocukluktan beri ukde milyonlarcamızın içinde. Bir iyi söze, aferine, beğenilmeye muhtacız. İktidarı devletle eşlediler. Netice; devletin sevmediği halk, kendini birbirine sevdirebilmek için yarışta. Hasretiz biz sevilmeye, övülmeye.

Kötü günü zaten paylaşıyor herkes çünkü kalabalıklar içinde görünse de milyonlarca insan yalnız.

Bu konu burada demlenedursun bir de sokağa bakalım:

Biteviye altını çizdiğim gibi; sokak 60 yıldır aynı yöntem ve söylemde. Dünyanın ekseni kaydı da tahta saplı bir kartona cümle yazıp yürümek işi değişmedi, sloganın ritmi değişmedi. Rejim değişti de söylenen marşa yeni bir kıta bile eklenmedi. Miting kalabalık olsun diye organizasyon komitesini ne kadar kapsayıcı yaparsan kürsü konuşmaları o kadar sonsuza gidiyor. Aynı 50 kelimeyi dolaylı tümleci, edatı zamiri ekleyip çevire çevire sırayla herkes kullanıyor, alkışlar, slogan, hoparlörden müzik, giderek sesi çatallanan sunucunun coşkuyu yükseltme çabası, belini tutarak evlere dağılma, akşama yorgunlukla ılık duş ve yatış.

Basın açıklamasında basının açıklama yapanlardan kalabalık olduğu onlarca vakaya bizzat şahit olmuşumdur. İmza metni üzerine yapılan ve haftalar süren tartışmalardan sonra yayımlanan ve sadece imzacıların okuduğu metinler...

Bu sırada ağacı savunurken Reşit Kibar vurularak öldürülüyor, haklarını arayan işçiler yerlerde sürükleniyor, dinci eğitim okulları sarmış, tencere boş.

Dayanışmaya çağrılar sel...

Bu da burada demlensin.

Beyin fırtınası nedir? Fikir fırtınası da denir.

Amaç yaratıcı düşünceyi devreye sokabilmek ve yepyeni, etkili bir çözüm üretebilmektir. Yöntemin kilit noktası ilk etapta ortaya atılan fikirlerin yargılanmaması, alaya alınmaması, silip atılmamasıdır.

Fikirler havada serbestçe uçuşur. Sonra amaca göre gruplanırlar, sağlam bir zemine oturtulup uygulanabilir hale getirilirler.

22 senedir olmaz dediğimizi oldurmuş bir iktidar tarafından ihtimal vermediğimiz her şeye maruz bırakılmış bir toplumuz. Hayat nedir tanımla deseler, 22 sene önce alt alta yazdığımız maddeler bugün hayal çıtasında kaldı. Hayatın olağan akışı diye bir kavram ortadan kalkmak üzere, hiçbir şey mantık ve izana sığmıyor. Kabul edelim; bu iktidar eşiği yıkmak konusunda çok mahir.

Artık tepkiyi ortaya koymak gailesindense etki yaratmak amacına odaklanmak gerekmez mi?

Geçenlerde ekranlarda cumhurbaşkanı adaylıkları tartışılıyordu. Ne seçimi hangi adaylık bizim gündemimiz mi yok? Bizim odağımız nerede?

Sosyal medyadaki tepki iktidarın işine geliyor. Hem de çift taraflı. Bir adım atmazsa; onca tepki bile işe yaramamış, iktidar kararlılığını ve otoritesini ispatlamış oluyor. 

Bir adım atılırsa, sosyal medyadaki tepki yeterli oldu imajı veriyor. Muhalefeti olan o sahanlıkta oynamaya devam, kıstırıldığımız yeri kendi oyun sahamız sanmaya devam.

Aynı on mecrada yayımlanan ve hiçbir etki yaratmayan imza metinleri, imzalayanın saygınlığından götürüyor, şaşırtmayan miting, kısmi vicdan rahatlamasıyla vazife savmaya hizmet ediyor.

Araştırmacı Gene Sharp 198 sivil itaatsizlik ve şiddetsiz direniş yöntemi belgelemiş, Michael A. Beer 346’dan fazla yöntem sıralamış ve artacak deniliyor. Mesela Reddit üzerinden hedge fon batırma eylemi henüz ortada yoktu bu veriler hesaplanırken.

Biz maalesef henüz akademik olarak referans verilecek bir şey katamadık dünyaya bu konuda.

Muhalefet olarak herkesin birbirini eleştirdiği girdaptan çıkmamız lazım. Bunu bir beyin-fikir fırtınası gibi düşünüp, herkes tuttuğu kanat ve stratejiden mücadele ededursun, bir araya gelip bu uçuşan tepkileri hiç denenmemiş söylem ve yöntemle ayağı zemine basar hale getirelim desek imkansız mı?

Fikir fırtınası teknikleri onlarca; 

Başka Bir Ortamdan Bakma (Teleporting Storming)
Başkasınının Gözünden Bakma (Figuring Storming)
Yol Haritası Tekniği (Roadmap Storming)
Kültürel Yaklaşım (Cultural Storming)
Zihin Haritası Tekniği (Mind Map Storming)
Süper Güç Tekniği (Superstorming)
Medici Etkisi Tekniği (Medici Effect Storming)
Kör Yazısı Tekniği (Blind Writing Storming) hatta küçük yaş gruplarında uygulanan
Buzz (Fızıltı-Vızıltı) Grup Tartışma Tekniği ve daha niceleri

Siyasi muhalefet, toplumsal muhalefet ve akademinin bir araya geldiği, etki yaratacak söylem ve yöntem üzerine beyin fırtınası yaptığını hayal ediyorum.

Bu alanlarda çalışmış olanlar ise bu hayalime “Aman aman deme, şimdi gözümde canlandı, kimin neye itiraz edeceğini daha başlamadan biliyorum” diye yanıt verecekler.

Peki ya;

“Biz onu denedik”, “O iş bildiğiniz gibi değil”, “AMA”, “Önerim değil de tespitim olacaktı”, “Kitlede karşılığı yok” vb. kalıplarının kullandırılmadığını, herkesin tek seferde en fazla iki dakika konuşabildiğini, tekrarlayan görüşlere söz verilmediğini, oturum sonuna kadar oturumun terk edilemediğini ve söz almanın mecburi olduğunu düşünün...

Elimizde çok az şey kaldı umuda dair ve azıcık da hayal gücümüz.

Bir kerecik olsun “Yok artık, bunu nasıl düşünüp yapabildiler?” dedirtebilmenin cazibesine kapıldım bir süredir, buraya tutundum, buradan hayaller kuruyorum.

Bu hafta sonu, kendi kendinize de olsa biraz fikir fırtınası egzersizi yapmak istemez misiniz? İnsanı dipten kazıyıcı bir etkisi vardır, hem de ezberler yıkıldıkça yeni yollar açılır.

Hiç dile gelmemiş ama çok da yeri gelmiş bir slogan belki sizin dilinizin altında saklıdır…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa