Çürüyen sınıfın adaletine karşı…
Fotoğraf: AA
Prof. Dr. Mümtaz Soysal, Türkiye’de anayasalar tarihini, sınıf ve güç ilişkileriyle diyalektik bir bütünlük içinde analiz eden isimlerden biriydi.
Derslerinde kendinden emin üslubuyla, sakin ve tane tane anlatmayı seven Mümtaz Hoca’nın, ‘100 Soruda Anayasanın Anlamı’ adlı kitabı, dünyadaki anayasa hareketlerine atıflarla, Türkiye’nin anayasa tarihinin temel noktalarıyla analizine dayanır. 12 Eylül Anayasası’na dair ayrıntılı ve karşılaştırmalı eleştirel bir bakışın öne çıktığı kitapta, sosyalizmin anayasa felsefesine dair de pozitif bir yaklaşım hissedilir.
Anayasaların toplumlardaki ekonomik ve sosyal değişimlere bağlı olarak yeniden şekillenmeye açık metinler olduklarına vurgu yapan Soysal, bu bağlamda sürekli bir oluşa dikkat çeker.
Soysal’ın temel yaklaşımına kaynaklık eden bakış açısını ise kitabın giriş ve son bölümündeki bazı vurgularda görebiliriz.
Giriş bölümündeki vurgu şöyledir:
“Anayasalarda özellikle haklar ve özgürlüklere ilişkin ilkeler ne kadar çok kimsece benimsenmişse, toplumda bunlara sahip çıkan ve bunlar değiştirildiği zaman tepki gösterebilen kişilerin sayısı ne kadar kabarıksa, rastgele değişiklik yoluna gitmek de o ölçüde güçleşir.” (1)
Kitabın son bölümünde ise, aynı bakış açısını, bir anayasa hukuku hocasından beklenmeyecek biçimde, neredeyse “Her şey anayasa değildir” demeye getirerek yapar:“Ancak, anayasayla uğraşmanın, insanları toplumun asıl yapısıyla uğraşmaktan alıkoymaması gerek. Çünkü, sorunların gerçek çözümü orada. Üzerine çok fazla umut, görev ve sorumluluk yüklenen bir anayasa, aynı zamanda çok çabuk bir hayal kırıklığı, başarısızlık ve suçlama simgesi olabiliyor. İşin kötüsü, başarabileceğinden daha fazlasını anayasadan beklemek ve başarısızlıklar dolayısıyla onu suçlamak, başarısızlığın asıl sorumlusu olarak suçlanması, ele alınması ve değiştirilmesi gereken ekonomik ve sosyal etkenleri de gözden kaçırtıyor.” (2)
Yargının iliklerine kadar siyasallaştırıldığı AKP iktidarında, Can Atalay örneğinde olduğu gibi, eğer iktidarın istemediği bir karar AYM’den dahi çıksa, Mecliste muhalefetin kanının dökülmesi pahasına uygulatmama pratiğine de tanıklık ettik. Geride bıraktığımız hafta, aynı gün verilen iki yargı kararı bu tabloyu destekler nitelikteydi. Kara para aklama ve vergi kaçırma suçundan yargılanan Dilan Polat ve Engin Polat davasında, 40'ar yıla kadar hapisle cezalandırılması istenen Engin Polat ve tüm tutuklu sanıklar tahliye edildi. Karar, süreci yakından takip edenler için şaşırtıcı değildi. Çünkü soruşturma sürecinden itibaren önce Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı, sonra da dosya savcısı değiştirilmiş, iddianame de bu karara yol verecek zayıflıkta hazırlanmıştı. Tıpkı Sinan Ateş cinayeti gibi.
Aynı gün, Hopa’da Erdoğan protestolarında sıkılan biber gazı nedeniyle toprağını savunurken kalp krizi geçirerek yaşamını yitiren Emekli Öğretmen Metin Lokumcu’nun ölümüyle ilgili davada mahkeme tüm polislerin beraatine karar verdi!
Şair İlhan Sami Çomak’ın 30 yıllık mahpusluğunun ardından, 21 Ağustos’ta tahliye edilmesi gerekirken üç ay daha içeride tutulduğunu da hatırlatalım.
Dolayısıyla Soysal’ın ifade ettiği gibi hak ve özgürlükler, ona sahip çıkanların gücü ve düzeyi oranında hayat buluyor. Ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmeler hukuki karar süreçlerini etkilerken, çözüm yine tüm bu alanlar içindeki mücadeleyle mümkün olabiliyor. Bu açıdan bir hak arama eylemi, bir işçi grevi, bir üretici mitingi ya da Meclis kürsüsü, birbirini destekleyen mücadele alanlarıdır.
Çarlık Duması’na seçilen Bolşevik milletvekillerinden A. Y. Badayev tarafından kaleme alınan ‘Çarlık Duması’nda Bolşevikler’ adlı kitapta, Sosyal Demokrat Partinin, “Seçim kampanyasının yığınlara seslenmek bakımından taşıdığı büyük önem” ve duma kürsüsünün devrimci ajitasyon açısından kullanılmasının önemi nedeniyle birer mücadele alanı olarak tercih ettiği anlatılır.(3) Üstelik, oylama süreçlerine etki edemeyecekleri açık olduğu halde.
Günün sonunda Bolşevikler, tutuklanan Bolşevik işçi milletvekillerini de özgürleştiren devrimi yapmayı başarmışlardı.
Farklı dönemler ve koşullardan söz ediyor olsak da, Türkiye’de çürüyen bir sınıfın, esneme kabiliyetini bile yitirmiş ‘adaleti’ karşısında yeniyi örgütlemek için, araç ve yöntemleri birbirinin karşısına koymadan, bir mücadele alanı olarak kullanmak mümkündür.
1-) Mümtaz Soysal, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, Gerçek Yayınevi, İstanbul, Gözden Geçirilmiş Onbirinci Baskı: 1997, s. 8
2-) Agy, s. 272
3-) A.Y.Badayev, Çarlık Dumasında Bolşevikler, Çev: Bülent Daş, İstanbul, Kor Kitap, 2024, s.10
- Büyükada’dan günümüze ‘Etki Ajanlığı’ komplosu 29 Ocak 2025 11:35
- Ahmet Güneştekin bizim acılarımızı da görecek mi? 27 Ocak 2025 06:45
- Tek adam düzeniyle onun sınırları içinde baş edilemez 20 Ocak 2025 15:37
- 'Zalim iyimserlik' 13 Ocak 2025 04:59
- Çok aktörlü bölgesel inşa ve ortasında bir “süreç” 06 Ocak 2025 05:00
- Enternasyonalizm bayrağı, daha daha yukarı! 30 Aralık 2024 06:30
- Diyarbakır notları: Seçim öncesi gelip ‘Ser sera, ser çava’ demeyin 16 Aralık 2024 04:52
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23