09 Eylül 2024 04:56

Kazan Gölü küstü bize!

Fotoğraf: Özer Akdemir/ Evrensel

Paylaş

Daha geçen sene yanındaki tepeciğin başına çıkıp dibindeki çakıl taşlarını saymıştık. Bugün kirlilikle boğuşuyor. Kazan Gölü de ülkemizdeki onlarca göl, dere, akarsu ve sulak alan gibi can çekişiyor! 

OZAN TOPRAK DEDE 

Önce sosyal medyada bir paylaşımına denk geldim Tekin (Karadağ) ağabeyin. Bir saati geçmedi telefonla aradı. Zeytinköylü bir Zaza. Ailesi yıllar önce Ege’ye göçmüş. Kendisi 70 yıllık yaşamının 65 yılını buralarda ve buraların özlemiyle geçirmiş birisi. Uzun yıllar işçi olarak çalıştığı Fransa’ya her gittiğinde burnunun direğini sızlatan bir özlemle sevmiş bu toprakları. Bu toprakların üzerinde biten, altında yeşeren ne varsa, göğünde uçan, suyunda yüzen ne varsa tüm yüreğiyle sevmiş. Kendine “Ozan Toprak Dede” diye lakap takacak kadar toprağına bağlı bir gönül insanı. Bağlaması ile toprağa, zeytinlere, kuşa, börtü böceğe türküler dizen bir ozan, bir halk aşığı... 

KÜÇÜK MENDERES’İN BÜYÜK ACISI! 

Telefonda kesik kesik, cümleler boğazına tıkanarak anlattı Küçük Menderes’i; “Selçuk’tan Zeytinköy’e giderken pamuk tarlalarını geçip nar bahçelerinin başladığı yere geldiğimde aracı yanaştırıp Küçük Menderes’in başına vardım. Köprünün korkuluklarına yaslanıp nehrin görüntüsünü çektim telefonla. Binlerce yıldır bu ovada Ege Denizi’nde döküldüğü yere kadar yaşam taşıyan nehir artık akmıyordu! Su vardı nehirde ama tek bir hareket yoktu suda. Göl bile daha hareketlidir bu sudan! Köprünün üzerinden gördüğüm şey su da değildi aslında! Simsiyah, yağlı, üzeri kir tabakaları ile kaplı gömük gibi bir sıvı vardı karşımda. Ölmüş bir hayvan, çürümüş yumurta, açık kanalizasyon gibi kokuyordu. Çok dayanamadım telefondan video kısmını açıp kamerayı bu sıvıya tuttum. Ağlamamak için kendimi zor tutarak birkaç cümle konuştum.” 

*

Geçtiğimiz cumartesi günü Zeytinköy’de buluşup Kazan Gölü’ne gittik. Aracımızı şimdi Milli Emlak’a geçen, önceden Milli Parklar Genel Müdürlüğü'ne ait bekçi kulübesi olan tepedeki küçük evin yanına park edip göle yürüdük. Parke taşı döşenmiş dar yürüyüş yolundan sadece 100 metre kadar uzaktaydı Kazan Gölü. Yol ile gölü besleyen pınarların dibinden kaynadığı tepe arasındaki büyük ağacın altında bir aile piknik yapıyordu. İki yıl önce, bir ilkbahar günü geldiğimizde tam da o zamanlarda arılar bu ağacın mor çiçeklerine çokuşmuştu. Öyle ki ağacın dibinde birbirimizin sözlerini duymayacak kadar bir uğultu vardı. Köylüler tam da bu yüzden ağaca “arı ağacı” adını vermişlerdi. 

Birkaç gün önce, sonbaharın ilk haftasında olmamıza rağmen sıcakların hala 40’lı dereceleri bulduğu, yapış yapış bir günde gittiğimiz ağaçtan belli belirsiz esen rüzgarın efiltisinden başkaca bir ses gelmiyordu. Ne bir arı, ne kelebek, ne kuş cıvıltısı... 

Hatta gökte hızlı hızlı uçan birkaç kırlangıç bilerek ağaca yaklaşmıyorlar gibi geldi bize. Kanatlarında ağacı algılayan, ondan uzaklaşmaya yarayan bir sensör varmış gibi davranıyorlardı. 

Ağacın altında oturup küçük tüpte çay demleyen aileye selam vererek Kazan Gölü’nün kenarına vardık. Ailenin iki küçük çocuğu da Kazan Gölü’nün başında idi ve çocuklardan 13-14 yaşlarında görünen oğlan mayosunu giymiş göle girmeye hazırlanıyordu.

Biz varıp program çekimi için kamera ve mikrofonlarımızı hazırlamaya başlayınca kendini sulara atmaktan vazgeçti. Merakı suda serinleme isteğine baskın gelmişti. Oysa öğle sularıydı ve güneş de tam tepemizdeydi...

*

“MUTLAKA GÖRMEN LAZIM!”

İki yıl önce ilk kez Tekin ağabey ile gelmiştik Kazan Gölü’ne. “Mutlaka görmen lazım” diye diye Pananos Sahili’nden birkaç kilometre uzaklıktaki göle getirmişti beni. Görür görmez hayran kalmıştım gerçekten. Üstü yemyeşil kır çiçekleri, kekikler, karabaş otları, mor menekşeler, kuşburnu çalıları ve bodur delice zeytinleri ile süslü, apak kayalardan oluşmuş küçücük bir tepenin dibindeydi Kazan Gölü. Tepeye çıkıp gölün zümrüt yeşili sularının dibindeki çakıl taşlarına bakmıştık. Derinliği bazı yerlerde 4-5 metreyi aşan, etrafı iki insan boyuna ulaşmış sazlarla çepeçevrelenmiş gölün suları o kadar yeşil, o kadar berrak, o kadar canlı idi ki... 

Üzerinden Selçuk Ovası’nı, Efes’i ve Meryem Ana’nın evinin bulunduğu Karınca Dağı’nı görebildiğiniz bu tepeciğin beyaz akça pakça kayalıklarının dibinde küçük küçük pınarlar kaynıyordu. Ben o zaman beş altı tane kaynak saydığımı anımsıyorum. 

“Bu sular tepenin tam altından gelir, kayaların dibinden kaynar. Yazın buz gibi, kışın ılıcıktır” demişti Tekin ağabey. Kaynadığı yerde elimizi soktuğumuzda su buz gibiydi gerçekten. 

Yarım saat, bilemedin kırk beş dakika kadar kalmıştık gölün başında. Bu sürede gölün çevresinde olan bitenden bahsetmişti. Göz alabildiğine uzanan ovada, uçsuz bucaksız bataklıklardaki sazlıkların, ılgın ağaçlarının kesilerek yerine nar bahçesi dikildiğini, bu bitkilerin içinde yaşayan binlerce canlının yuvasız yurtsuz kaldığını anlatmıştı. Karşımızda, zeytin ve çam ağaçlarının arasında küçük beyaza boyalı evleri görünen Zeytinköylü hemşehrilerinin duyarsızlığından, bilinçsizliğinden yakınmıştı. “Doğaya çok büyük kötülük ediliyor. Bu yok edilen ılgınların, bataklık otlarının, sazlıkların ahı tutacak bizi diye korkuyorum. Böyle giderse Kazan Gölü de kuruyup kalacak!” demişti. 

*

KAZAN GÖLÜ CAN ÇEKİŞİYOR! 

Bu sözlerinden çok değil iki yıl sonra Kazan Gölü’nün dibindeki pınarlar kurudu. Cılız bir iki küçük sızıntı dışında tepeciğin altından su kaynamaz oldu. Tekin aağabey gölün kıyısına bu son gelişimizde iki yıl önce “Korkuyorum! böyle giderse...” dediği ne varsa bir bir çıktığını anlattı;

“Kazan Gölü küstü bize. Onu besleyen kaynakların suyunu Pamucak, Pananos sahillerine kondurulan turizm tesisleri çaldı. Yer altına binlerce kuyu çakıldı. Ovanın suyu bilinçsizce aşırı turizme, bağ bahçe sulamaya ayrıldı. Kirletildi. Dünyaca ünlü Efes’in yanı başındaki Zeytinköy’ün hâlâ kanalizasyon şebekesi yok. Bütün kirlilik foseptik çukurlarına basılıyor. Oradan da yer altına karışıyor. Evsel kirlilik, tarım zehirlerinin yol açtığı kirlilik, otellerin pis suları soluğu Küçük Menderes'te alıyor. Menderes açık lağım gibi akıyor şimdi! Kazan Gölü de küstü. Barışır mı artık bizimle, bilmem!”

Tepenin yamacındaki bir kayanın üzerine tüneyip bizi dinleyen oğlan ve kız kardeşi göle girmekten vazgeçip arı ağacının dibindeki anne babasının yanına gittiler. Tekin ağabey ile yaptığımız söyleşiyi merakla dinleyen aile, yanlarında getirdikleri piknik malzemelerini toparlayıp adeta kaçarcasına göl kıyısını terk ettiler. Onlar giderken iki motosikletle 30 km yol yapıp gölün soğuk sularında serinlemek için geldiklerini söyleyen Belevili gençler de göl yüzeyindeki kirliliği görüp yüzlerini buruşturarak geri döndüler. Gitmeden, geçen sene gölün dibinde çektikleri videoyu gösterdiler bize. Tertemiz, berrak, cam gibi idi gölün dibi. 

Doğa ve Direniş köşesinde 9 Nisan 2022 tarihli “Kazan Gölü” başlıklı yazımızda “Bu sayfanın okurlarına hep kötü şeylerden bahsedecek değiliz ya. Biraz da güzellikleri anlatalım, Kazan Gölü'nü mesela” diye anlatmıştım gölü. “Yolunuzu ne yapıp edip Ege’ye, Zeytinköy’deki Kazan Gölü’ne düşürün” demiştim. Heyhat! Gelmemişseniz hiç gelmeyin artık! Kaçırdınız o güzelliği görme şansını.

Youtubırların “Ege Bölgesinde görmeniz gereken on doğal güzellik” anonsları eşliğinde ballandırarak anlattıkları Kazan Gölü artık yok! Küsmüş bize. Çekilmiş içine, ölüme yatmış. Can çekişiyor!.. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa