Kazanırsanız 'Bizim çocuklar'ımızsınız!

Milli takımın Uluslar Ligi’ndeki İzlanda galibiyetinin ardından bir spor gazetesi, “İşte Bunlar Bizim Çocuklar” diye manşet attı. Nasıl da skor odaklı spor anlayışını yansıtan bir manşet. Spora hakim olan anlayış tam da bu zaten.

Bu manşet görünmeyen yanıyla, “Ancak kazandığınız zaman ‘bizim çocuklar’ nitelemesini hak eder ve desteğimizi, övgümüzü alabilirsiniz” düşüncesini içeriyor...

Kazandığınız sürece bizim çocuklarımızsınız ve sizi bağrımıza basarız, kazanamazsanız ne haliniz varsa görün!..

“Bizim çocuklar” ifadesini içeren bir manşeti, puan yitirilen bir maç sonrasında teselli amaçlı için bile olsa görebilir miydik? Elbette hayır.

Sahiplenmeyi, desteklemeyi kazanma şartına bağlamak son derece sığ ve aynı zamanda ikiyüzlü bir tutum…

Taraftarı olduğumuz takıma bağlılığımızın ne kadar güçlü olduğunu göstermek üzere dilimizden eksik etmediğimiz “iyi günde kötü günde” klişesinin hayatta bir karşılığı yok. Üst üste birkaç maç kaybeden bir takımın krize sürüklenmeme ihtimali de.

Kazanmaya koşullandırılmanın yanlışlığı kaybedince anlaşılıyor.

Yenilgiyle birlikte, derin arızalar barındıran spor algımız hemen kendini gösterir. İstifa çağrıları ve protestolar birbirini izler.

Zaman zaman işin sonu taşkınlığa kadar bile gidebilir. Kaybeden takımın yöneticisi, teknik direktörü, oyuncusu olmanın zorluğu en yıpratıcı, en yakıcı şekilde hissedilir...

Bir diğer kaybetme tepkisi de öz eleştiri yapıp gereken dersleri çıkarmak yerine sorumluluğu kendi dışında bir yerlerde aramak ve bu doğrultuda türlü senaryolar üreterek işin içinden sıyrılmaya çalışmak şeklinde ortaya çıkar…

Biz aslında sporu/futbolu değil, kazanmayı seviyoruz. Tuttuğumuz takım kazandıkça onu daha çok sevmeyi, abartılı övgülerle ölçüsüzce yüceltmeyi öylesine içselleştirmişiz ki kaybetmeye kesinlikle tahammül edemiyoruz.

Oysaki spor, birisinin favori görülme durumundan bağımsız olarak kazanma ve kaybetme ihtimalini barındıran bir etkinliktir.

Erdemle bezenmiş spor anlayışı da rakibin emeğine saygı duymayı olduğu kadar kaybetmeyi bilmeyi, yani kaybetmeyi olgunlukla karşılamayı gerektirir.

Kazananı tebrik ve takdir ederek, kazanana saygı duyarak ve kazanandan öğrenerek erdemi görünür kılmak mümkün…

Ne var ki medyanın bu taraklarda bezi yok.

Tam tersine dikkat çekmek ve ortamı kızıştırmak adına sık sık kullandıkları savaş retoriğinden alıntı ifadelerle sporun bir hayat memat meselesi şeklinde algılanmasına gayret ediyorlar. Bu algının yaratacağı gerilim üzerinden elde edecekleri rant beklentisiyle ellerini ovuşturarak…

Taraftar kitleleri medyanın spora yönelik gerçek niyetini, hedefini, beklentisini fark edemediği sürece, yerine göre umut sömüren hayallerle, yerine göre ise kışkırtılan gerilimlerle bu devran aynı düzende sürer gider…

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Çayırhan’da çakal sofrası

Çayırhan’da çakal sofrası

AKP iktidarının özelleştirmek istediği Çayırhan Termik Santrali ve maden işletmesinin ‘adrese teslim’ ihalesi bugün gerçekleştirilecek. İşçiler ve kamuoyu özelleştirmeye karşı çıkarken, adrese teslim ihaleye sicili kabarık patronların katılması bekleniyor. Çayırhan’ı yutacak sofrada IC İçtaş, Cengiz, Kolin, Limak, Alagöz, Ciner, Yıldızlar SSS var. Ödenmeyen işçi ücretleri madenin satış fiyatından fazla!

317.36 milyon TL: Yunus Emre Termik Enerji Santralinin son 3 ayda ürettiği elektriğin değeri

204.9 milyon TL: Aynı dönemde 1000 işçinin ortalama ücretlerden patrona 'maliyeti'

0 TL: Şirket 2021, 2022 ve 2023 yıllarında hiç vergi ödemedi

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et