14 Eylül 2024 04:45

AKP’nin özü netleşiyor

Mahinur Özdemir Göktaş (orta) Yılmaz Tunç (solda)  Ali Yerlikaya (sağda) Narin Güran'ın mezarı başında

Fotoğraf: Bestami Bodruk/AA

Paylaş

Sanırım tüm değerli okurlarım da böyle düşünüyordur; AKP’nin ele geçirdiği siyasi güç, geçmişten gelen ve giderek derinleşen toplumsal çürümenin üzerinde yükselirken, çürümeyi iyice derinleştirdiği gün gibi ortadadır. Milletvekili bildiğini söyleyemez, çünkü söylerse, tabanı nazarında suçluları koruma hikmeti ve hakimiyeti ortadan kalkar, bu durumda da kendisine bir daha oy gelmez. Mesele bununla da bitmez, Diyarbakır’da belki kaç yüz köyü oluşturan seçmen tabanı kaybedilmiş olur. Ondan dolayıdır ki, suçun en yakın takipçisi olacağız diye ekranlara çıkan parti ileri gelenleri bizzat en yakındakini savcıya gönderemez. Üç bakanı mezar ziyaretine gönderir, halkın havası alınır ve kulaklar üzerine yatılır, çünkü hiç bir gücü olmayan 8 yaşındaki bir insan için olayı deşmek, bir siyasi için değil, parti siyaseti için çok maliyetli olabilir. Bir tanık çıkar mı? Bilemem, siz ne düşünürsünüz? 1950’lerde Demokrat Parti ile başlayıp günümüzün AKP cehennemine kadar uzanan siyaset felsefesinde gerek bireyler arası gerek birey devlet arası ilişkilerde resmiyetten ve tarafsızlıktan uzak iç içe muhabbet ve adam kayırma politikalarından bir türlü kurtulamadık. Bunun anlamı; devletimizin henüz modern yapıya ulaşamamış, insanımızın da vatandaş olamamış olduğudur.

Günlük yaşantımızdan çok basit bir örnek: Aile hekimliğinde medeni bir düzenleme olarak randevu sistemi getirilmeye çalışılmaktadır. Aynı içiçe cıvık muhabbet mantığı burada da işbaşındadır. Randevu alarak gittiğinizde, önünüzde doktorun kapısının aralanmasıyla içeri dalmaya çalışan zavallı görünümlü uyanık insanlarla karşılaşırsınız. Bankalarda numaratör sistemi devreye girdiği dönemde bir bankanın eski öğrencim olan müdürüne niçin numaratör sistemine geçmediklerini sorduğumda, ilginç ve şaşırtıcı şu yanıtla karşı karşıya kaldım. Müdür bey yeni sistemi müşterilerin istemediklerini, zira senet sorunu olan birisinin ilgili çalışanla işini çözebileceğini, oysa numaratör sisteminde sırasının hangi çalışana geleceğinin belli olmaması nedeniyle rahatsız olduğunu söylemiş idi. Hatta banka müdürünün ifade etmediği şu konu da olabilir. Bankaya gelip numara alıp efendice dakikalarca bekleyeceğinize, eski sistem olsa, bankaya elinizi kolunu sallayıp yüksek eda ile girerek, bir karambolde sırayı bozabilir ya da sudan bir bahane ile çalışana aradan sızabilirseniz en önde, ya da ikinci dahi olabilirsiniz. İşte cahil-uyanık toplum modeli budur. Mesele sadece yoksulluk ve olanaksızlığın yarattığı sıkışıklık değildir. Aslında olanaksız ve yoksul insanlar azgın güçlüler karşısında suskundur. AKP’nin ve sağ partilerin dayandığı cemaat modeli budur. Cemaat, isminden de anlaşıldığı üzere, devletlerin oluşmadığı, insanların cemaatler halinde yaşadığı toplum modelidir. Türkiye’de AKP’nin zuhuru da, devlet ve vatandaş modelini benimseyemeyen insanların sorunlarını kendi aralarında çözebileceği cemaat modelinin zamanla gelişip büyüyerek kendi siyasi örgütünü kurmasının sonucudur. Bugünkü durum, cumhuriyetin kuruluşunda oluşturulan siyaset modelinin, toplumsal ve küresel zorlamalarla giderek açılan şekilde ray değiştirmiş halidir. Kısacası, Türkiye’de modernleşme halka inemeden, cemaatleşen halk siyasete başat olmuştur. Kol kırılır yen içinde kalır gibi akla ziyan ifadeler son Diyarbakır olayını tüm yönü ile anlatmıyor mu? Böyle bir kültür, ne hak, ne de adalet arar, çünkü tüm bu kavramlar cemaat dokusunda mündemiçtir. Hal böyle olunca siyasi organın devletin adalet mekanizmasını araçsallaştırarak siyasi amaçlarında kendine hizmetine koşması cemaatleri rahatsız etmez, tam tersi, devlet yapısına hakim olarak aynı amaçla mutlu kılar.

Fakat AKP’nin güvenle sırtını dayadığı cemaat kültürü iki sebepten dolayı artık toplumu taşıyamayacak hale gelmiş durumdadır. Bunlardan birincisi artık şımarıklık düzeyine ulaşmış olan cemaat kültürünün bizzat kendisini tüketme aşamasına ulaşması; ikincisi ise, iyice raydan çıkmış olan ekonomik durumun artık tahammül fersah bir aşamayı zorlamasıdır. Tarikat ve cemaat yuvalarında yaşanan olaylar, tacizler, akıl dışı davranışlar halkımızı bezdirmiş olmalıdır. Geçen günlerde bir tarikat şeyhinin terini sildiği mendili kendi şahsi eşyası olarak medeni bir şekilde cebine koyması gerekirken, yanındaki şahsa, müridine vermesi ve o şahsın da mendili öperek alnına götürmesi artık saygıyı aşan ve kutsal duygularda yeri olmayan iğrenç bir davranış ve hakimiyet ifadesidir. Şimdi böyle bir toplumda siyasetçilerin niçin tarikat şeyhlerini ziyaret ettiğini rahatlıkla anlayabiliriz. Tarikat şeyhleri hem sermaye, hem de siyaset ile hassas ilişki kurarak sermayeye mütevekkil emekçi, siyasete de sağlam seçmen tabanı oluşturur. Böyle bir toplumda her seçmenin özgür birer vatandaş olarak özgür oy kullanabileceğini düşünebilir miyiz? Toprak ağalığı, aşiret ağalığı, tarikat ağalığı habis yapılarının başat olduğu bir ülkede eğitim bundan daha düzgün, adalet bundan daha ala, toplum bugünkünden daha sağlıklı olabilir mi? Tabii ki, hayır! İşte AKP’nin istediği tam da böylesi gerici ağalık yapılanmaları çamurunda yüzen, dincilik gericilikle yönetilebilen insan yığınlarıdır. Bir zamanlar “göbeğini kaşıyan” sloganını düstur edinerek iktidara gelen, göstermelik numaraları ile fındık beyinli aydın grubunu da yanına alarak “yetmez, ama evet” yaftasını ele geçiren partinin bu tabanda buralara geleceği belli değil mi idi?  

“Mustafa Kemal’in Teğmenleri” ifadesine AKP kadrosu tabii ki sinirlenir ve sinirlerini en güçlü dayanak gördüğü dincilik-cemaatçilik yuvası toplantısında yansıtır. Peki, o askerler sayesinde değil mi ki, bugün utanmadan zevküsefa sürüyorlar ve her türlü usul dışı işlemlerini yürütüyorlar? İmam hatipliler toplantısında insanlara verilen mesaj, dinci kesimlerin salt kendi hacimleri ile seçmen tabanı oluşturmanın yanında, silahlı kuvvetlere de sirayet ederek orada da örgütlenmeleridir. Ülkeye büyük zarar veren Gülen de aynı yolda yürümedi mi! Nitekim Harbiye birincisinin adı olan “İkra” sözcüğünün imalı şekilde ifadesi bilinç-dışılığın açığa vurmasının göstergesidir.

Teğmenlerin davranışını Atatürk’ün orduda disiplin ile ilgili ifadeleriyle baskılamaya çalışarak liderine destek vermeye yeltenen başka bir AKP milletvekili de ne hikmetse, Atatürk’ün tüm eserlerini okumuş, fakat çok derin bir araştırmaya dahi gerek kalmayan, zira hemen hemen her okulun girişinde büyük boy olarak bulundurulan (Belki şimdilerde kaldırılmış olabilir!)

“İstikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dâhilî ve harici bedhahların olacaktır” ifadesine dinci gericilerin sinirlenmesi doğal değil mi? Nitekim hitabenin ileri bölümündeki “İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler” ifadesinden sonra, daha ileri bölümlerinde “Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerini siyasî emelleriyle tevhit edebilirler” ifadelerine yer verildikten sonra, gençliğe verilmiş olan görev, ülkenin bağımsızlığının korunması için çalışmaktır. Teğmenlerin böylesi tanımlanmış bir görevin askerleri olduğu şeklindeki yemini, şekli olarak bir disiplinsizlik olarak görülebilir, fakat bu davranış içerik ve öz olarak dosta güven düşmana dehşet veren muazzam bir disiplindir. Sanırım, iktidar cenahını sinirlendiren de Harbiyelilerin özünde gizli bu muazzam disiplinidir. Tek adam sistemini inşa eden hukuk dehası kişi ya da kişiler herhalde, ilgili mütalaayı, tek adam yönetimi sisteminde her konuyu tek kişinin düşünüp, karar vermesi gerekirken, Harbiyelilerin davranışı “yerindelik” şeklinde yorumlanarak, kendilerine bırakılmamış alanda fikir yürütülmüştür, şeklinde tanzim edilerek dünya literatürüne geçer.  

Bu meseleyi kapatırken, 12 punto yayın organında konuşan değerli Avukat Ruşen Gültekin’den geçmişe ait ilginç bir hikayeyi nakletmek isterim. Hikaye şöyle: 1907 yılında İstanbul’dan Selanik’e gitmek üzere 150 Harbiyeli ve 300 medreseli genç gemiye biner. Gemide kavga çıkınca, kaptan gemiyi Dedeağaç’a çeker ve Padişah’a bilgi verilir. Padişah II Abdülhamit Harbiyelileri indirtir ve medreselilere yol verir. Dönem Balkan Savaşları dönemidir. Bu kafadaki Osmanlı Balkanlarda mağlup olarak büyük alan kaybetmiştir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa