14 Eylül 2024 04:19

Hakikat ve utanç

Kocaeli'nde Narin için yürüyen kadınlar

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

“Hakikat, onsuz yaşayamayacağımız bir kusurdur. Hakikatin düşmanı yalan değil inançlardır.”

Irvin Yalom

Narin’e ne olduğunu merak ediyoruz bütün ülke, başka bir şey konuşmak mümkün değil.

Bir vicdan sınavı ki herkes sıratta ezber tekrar ediyor, kimsenin yüzlerine tutulan aynaya bakacak zamanı yok.

Bir televizyon yayınında dedim ki özetle; başımıza ilk kez gelen en derin elem gibi konuştuğumuz bu cinayet bir dejavu.

Bu kaçıncıdır üzüntü yarışındayız. Gerçeği söyleyelim, öyle güzel ve pırıl pırıl gülmese fotoğraflarında bunca tepki bile büyümeyecekti ardından. Biz ikiye ayrıldık: Tüm hesabı öte dünyaya ertelediği için hiçbir sorumluluk almayan kötücüller ve yastan uyuşmuş yara toplayıcılar.

Bir anda öyle çok tepki geldi ki sosyal medyada yayılan 11 saniyelik videoya, vicdanları acıtan yorum yapıyordum onlara göre, sözlerim yansıtmaydı, ben kendi düşüncemi topluma mal eden bir ahmaktım, haysiyetsizdim, yalan söylüyordum. Bana kızanların hepsi kendini savunuyordu: Fotoğrafla ne ilgisi vardı, çocuk çocuktu ve üzüntülerini bildirirken tabii ki fotoğrafın hiç etkisi olmamıştı. Her çocuk için hassasiyetleri elbette ki tartışılamaz derecede aynıydı.

Sosyal medyaya düşen video üzerine bu yorumu yapanların hiçbiri o videodaki alt bandı okumamıştı. “17 günde 9 çocuk katledildi” yazıyordu. Diğer sekizinin adı ve nasıl öldüğü konuşulmuyordu...

Şimdi kanal kanal polisiye izliyoruz ve akıl yürütüyoruz hayretler içinde. Cinayeti magazinleştirmenin ayıbı hiç akıllara gelmeden. Müge Anlılarca daldı herkes konuya, her kanal, her mecra Müge Anlılarca, Müge Anlılar milyonlarca. Sanki her bir detayı ince ince ortaya çıkarıldığında tek bir Narin daha ölmeyecekmiş gibi. Tek cinayette aklanacak tüm geçmiş ve gelecek. Hesap yine ufak adisyonla kapanacak. Fail daha önce de bulduruldu, olduruldu, tutuklandı, salındı, kaç kere... Zincirler işlemeye devam etti: Rant rant rant, aile, aile aile, kutsal kutsal kutsal, dinimiz dinimiz dinimiz, dış güçler dış güçler dış güçler, şükür şükür şükür, trak trak trak...

Susan, susturulan insanları ilk kez görüyor gibi, kendi daha önce hiç susmamış gibi yorumlar yazıyor birileri. Midem bulanıyor.

Narin’i yaşatmak mümkündü, bunu herkes biliyor ama sistemin susmuş bir unsuru olarak bu korkunç cinayette yüz bininci fail olarak yer almaktansa bir tek fail çıksın ve kalan herkesin içi ferahlasın diye uğraşıyor gibiyiz. Utanıyorum kendimizden.

Her bir vakayı kendi içinde maktulü ve faili nezdinde değerlendirip yurttaş olarak kendimizi sıyırmayı başarmış olmamızdan utanıyorum. Sistem sorunu denildiğinde buna bir -sosyalist klişe- muamelesi yapanlara izin vermiş olmaktan utanıyorum.

Bir kişinin de çıkıp “Çocuk ailenin malı değil, devletin hayatta tutmak ve iyi yaşatmakla mükellef olduğu yurttaştır öncelikle” cümlesini kurmamasından utanıyorum.

Bir çocuk DAHA öldürülmüş, öldürülen onca çocuğun bir cümlenin gizli özne olmaları çok ağır. Kim nasıl taşıyabilir bilmiyorum.

Ceylan Önkol'dan Uğur Kaymaz'a, Abdulbaki Dakak'tan Rabia Naz'a, Cemile Çağırga'dan Veysel Atılgan'a, Esmanur Argun'dan Eylem bebeğe...

Susan çoktu biliyoruz, o yalnızca bir çocuk diyemeyen çoktu.

Dargeçit Belgeseli izledik geçen hafta, gazetelere “Gözaltında kaybedilen köylüler” diye geçen isimlerden biri 13 yaşındaki Seyhan Doğan diğeri 12 yaşındaki Davut Altunkaynak. Öğretmenleri onlar öğrenci diye mücadele ededursun, bedenleri yakılmış halde bir kuyu dibinde bulundu. Terörist denilir diye çok insan sustu. Zaman aşımına giriyor dosya. Sorumlular hesap verdi mi? İşkencede çocuk öldürenler ve cesedini kuyuya atanlar ’95’ten beri aramızda.

Bazıları siyasi kariyer yapıyor zamanla kendine. Kendilerine hiçbir şey olmayacağının bilincindeki işkencecilerle birlikte yaşamak nasıl bir duygu? Çocuklarımızın etrafındalar. Sıra mı gelmedi, konu mu çekindirdi yoksa yeterince magazinleşmedi mi bu acı ölümler de üzerinden 30 sene hiç kimse hesap vermeden geçti? 

Büyük hakikat Saramago’nun dediği gibi “Körlerin en kötüsü artık görmek istemeyen kördür” sözünde saklı.

Geçmişte görmek istemediklerimiz, sesini çoğaltmadıklarımız yarattı TÜİK’in 2016'dan beri açıklamadığı kayıp çocukların isimsiz sonunu.

Narin cinayeti aydınlatılsın, tüm sorumlular tek tek yargılansın. Elimizden geleni geride koymayalım. Ama şimdi açıklıkla elimizden gelen nedir onu bir tartışalım.

Davayı takip edecek mi aynı yoğunlukla tüm ülke? Ve kaç celse? Gezi’de öldürülen canlar için de çok büyüktü verilen sözler, hatırlatayım istedim. 10 sene sürerse mesela, hâlâ bunca aklınızda olacak mı? Yoksa korkarım başka Narinlerin daha acı katli ile dağılacak mı dikkatler?

Şimdi kimse acısına dokundurmuyor, en haklı acıyı kendi çeker gibi sahipleniyor, bu da bir şey, ortak tek bir duygumuz kalmamış sanırken.

Ancak ölenlerin acısı, mezarlarındaki çiçekle değil, bir daha böyle bir ölüm yaşanmayacağı kesinleşince diner.

Asıl suçlu ceza hukukunda azmettiren katille denk tutulur. Azmettiren üzerine yüklenerek hak aramadığımız sürece, samanlığa saçılmış on binlerce iğneden birini daha kutuya geri kapatmış oluruz ötesi değil. Azmettiren her gün çok daha fazlasını saçıyor ortaya.

Bu cinayetlere yol açan, çocuklarımızı bizden çalan bu sisteme dersini vermek için biz ne yapabiliriz?

Bu soruyu yanıtlamaya kalktığımızda birilerinin olmazlar sıralamasından utanıyorum.

Kaynar suda kurbağayız, biri diyor birbirimizi omzumuza alalım atlayalım, biri diyor hep birden kıpırdanıp suyu taşırıp ocağı söndürelim, ama en kitlesel ses “Ocak da onların, tencere de onların. Güçlü kolları ensemizde, bizim elimizden başka bir şey gelmez, ses çıkaralım.”

İşte o viyaklayarak canlı canlı pişen kurbağaların hikayesi, hem akrep hem kurbağa gibisin kardeşim. Seni uyuşturan acıya teslim olma kolaycılığı yüzünden hepimizin sonunu getireceksin.

Birilerine imkansız gelse de, daha önce hiç denenmemiş olsa da, Narin için gerçekten bir şey yapmalı, büyük bir şey. Ders olacak, feyzolacak, ibret olacak, adını mıh gibi kazıyacak bir şey.

Bütün ülke ortak bir acıda birleşebilmişken, bu iktidar bu acıyı, memleketin sonunu getirecek idam yasasına evriltmeye niyetlenmeden, bir Narin daha ölmesin diye bir şey, milyonlarcamız birlikte ve yazmaktan ibaret olmayan bir şey, feleğin tekerine bir çomak...

Bu cumartesi dilerim Narin için bir arayışa girelim, izlemeden çıkıp.

Karşıma fotoğrafını koyup, Narin'den çalınan hayatın neye benzeyebileceği üzerine bir öykü yazabilirdim, gözlerimden yaşlar akardı muhtemelen her tuşa vurduğumda, her aklımda kurduğum anda.

Çalınmış hayatların yaşansa neye benzeyeceği ihtimali sonsuza gider malum.

Ne kolay bir yazı olurdu, boğazımdaki düğüm de çözülürdü yazarken ağladıkça.

Bana kızılmasını, nefret edilmeyi göze alarak yerine bu yazıyı bırakıyorum köşeme. Üzerine düşündürtse bile bir işe yaramış hissederim.

Fosse’nin satırları ile yapalım finali:

“Savaş alanında yatan ölünün kanı sadece toprağı lekelemez, aynı zamanda uzaktan kumanda kolu ve uzaktan kumandayı kullanan ele de sıçrar. Olay yerinin, sonuçlarının ve sorumluluğunun uzaklığı, cinayet silahı fiziksel olarak katilin elinde olmasa bile mesuliyeti azaltmaz.”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa