15 Eylül 2024 04:51

Narin…

Fotoğraf: AA

Paylaş

Bu satırların yazıldığı sırada düğüm hâlâ çözülmemişti.

Narin’in kaybolduğunun bildirildiği 21 Ağustos’tan bugüne en gaddar, en acımasız, en ön yargılı, en karanlık hallerimiz ortalığa saçıldı: İddianame hazırlanana kadar gizli kalması gereken soruşturmaya ait ayrıntılar, öncelikle ‘yandaş basın’a sızdırıldı. Başta Narin’in aile üyeleri olmak üzere tüm köy halkını hedef alan, hakaret ve aşağılama içeren ‘haber’ denemeyecek değerlendirmeler yayımlanmaya devam ediliyor. Hiçbir ayrım gözetmeksizin bölge insanı için dayanaksız yorumlar yapılıyor. Sosyal medyada görülen birtakım mesajlar sınırsız nefret yükü ve yetişkin insanı bile tedirgin eden içeriğiyle okuyanı insanlığından utandırıyor. Cuma günü öğle saatlerinde Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren’in yaptığı basın toplantısı iktidar medyasında görülmedi. Aynı dakikalarda konu ile uzaktan yakından ilgisi olmayan akademisyen, gazeteci ve yorumculara ekranlarını açan bu kanallar, Eren’in konuya ilişkin yaptığı önemli saptamalara sırtını dönmeyi tercih etti.

Son yıllarda ülkemizde suç sayılarında ve şiddet içeren suçlarda dikkat çeken bir artış gözlenirken, suçla mücadele politikalarında da bir değişim yaşanıyor; hapis cezaları yükseltiliyor, yeni hapishaneler inşa ediliyor. İktidar sözcüleri suçla mücadelenin iktidar açısından merkezi bir politika konusu haline geldiği müjdesini durmaksızın tekrarlarken, iktidar politikacılarının, yüksek bürokratların ve yargı mensuplarının suçlularla çektirdiği fotoğraf sayılarında önceki dönemlerde rastlanmayan bir yükseliş gözleniyor. Hızla siyasallaşan başarısız ceza yargılama sistemimizden, sosyal maliyeti yüksek, negatif etkisi kuşaklar boyunca hissedilecek kararlar çıkıyor; infaz aşamasının ticari ve ekonomik güdülerle yönetildiği bir yapı serpilmeye devam ediyor.

Ceza-infaz sisteminde bütünüyle ele alınıp tartışılması gereken sorunlar olduğu herkesin malumu. Israrla sürdürülen ayrımcı ve baskıcı politikaların yanı sıra, sistemin siyasallaşmasının ülkedeki suç oranlarına ve çeşitliliğine etkisi konusunda önceden var olan eleştiri ve uyarılar Narin cinayetinden sonra yoğunlaştı. Narin felaketinin yaşandığı süreçte kolluğun, yargı organlarının, bürokrasinin, basının ve siyasal öznelerin performans düzeyi, konunun “Yürütme, yargıyı vesayeti altında tutuyor” saptamasının ötesine geçen bir derinlikte tartışılmasını gerektiriyor.

Aşağıdaki paragraflar suç ve siyaset ilişkisine ilişkin güncel ve dar tartışma çerçevesinin genişlemesi umuduyla alınmış düzensiz notlar, bütünlüğü olmayan “mırıldanma”lar. Okurlardan dileğim, bu soyut notları Nuray Sancar ve Yusuf Karadaş’ın köşelerinde sunduğu ve süreci toplumsal, siyasal ve kültürel ayakları üzerine oturtan nitelikli veri ve yorum ışığında değerlendirmeleri.

***

* Suç genellikle toplumsal ve ahlaki bir mesele olarak görülüyor. Suçu doğuran ve suçluyu yaratan gerekçeler ya dürtü kontrolü eksikliği veya kötü yetiştirilme gibi bireysel özellikler ya da yoksulluk ve eşitsizlik gibi toplumsal faktörler üzerinden açıklanıyor. Yaklaşım tercihi ne olursa olsun, suçun siyasal boyutları olan bir mesele olduğu üzerinde uzlaşılıyor.

* Siyaset ve suç çoğu zaman iç içe geçiyor. Siyasetin suç üzerindeki etkisi, kolluk kuvvetlerinin manipülasyonundan siyasi bağlantıları olan suçluların korunmasına kadar çeşitli şekillerde görülüyor. Bu geçişme, kriminoloji ve siyaset arasındaki ilişki için de geçerli.

* ‘Siyasal ortam’ suçun toplum tarafından algılanma ve ele alınma şeklini belirliyor. Siyasetin suç üzerindeki etkisi, şu anda yapılmakta olan yüzeysel çözümlemelerden ötesini gerektiren karmaşık bir süreç. Kolluk kuvvetlerinin iktidar tarafından yönlendirilmesi, siyasi bağlantıları olan suçluların korunması, yargının siyasallaşması, suç çetelerinin yükselişi ve yolsuzluk, tek başına değil, birbiriyle bağlantıları sabırla gün ışığına çıkarılarak ele alınması gereken konular.

* Ülkemizde yasaların uygulanması seçici ve takdire bağlı. Buna bağlı olarak eylem halindeki yasa, önemli ölçüde bireysel değerler, hukuksal ve siyasal bağlantılar tarafından şekillendiriliyor. Takdir yetkisinin kaçınılmazlığı aşan yaygınlığı, adalet uygulamasının siyasetle olan ilişkisini besliyor.

* Siyasetçilerin ve ona bağlı çalışan hukuk bürokrasisinin eylemlerinden sorumlu tutulduğu bir hesap verebilirlik ve şeffaflık kültürünün yaratılması gerekiyor. Ancak o zaman siyasetin suç üzerindeki şemsiyesini ortadan kaldırıp, herkes için daha güvenli, daha adil bir toplum yaratmak mümkün.

* Suç ve siyasal süreç birçok düzeyde birbiriyle bağlantılı duruyor; ayrıca siyaset ve suç arasındaki ilişki tek yönlü değil. Bir ülkedeki siyasal teori, ideoloji ve kültürün düzeyi, ceza adaleti sisteminin özü ve biçimi hakkındaki beklenti düzeyini belirliyor. Siyasal kurumların yapısı ve işlerlik düzeyi, ceza hukukunun yapısını ve dolayısıyla içeriğini ve uygulamadaki başarısını şekillendiriyor.

* Eğer siyaset ‘toplumsal yaşam içinde ekonomik değerlerin tahsis edilmesi yetkisine ilişkin faaliyetlerin toplamı’ ise, ‘suç’ olarak tanımlanan eylemlerin ve bu eylemlere karşı kullanılan ‘meşru şiddet’in arka planındaki ekonomik paylaşım sürecinin teşhir edilmesi öncelikli bir ihtiyaç olarak öne çıkıyor.

* Ceza yasaları toplumdaki egemen ahlakın hem koordinatlarını gösteriyor hem de onu pekiştiriyor. Bu değerlerin toplumsal yaşam içinde onaylanması egemen siyasal otoriteyi güçlendiriyor. Erkeklerin eş ya da çocuğa yönelik şiddet uygulamalarında, örf ve adet hukukunun ceza davalarındaki gölgeleyici etkisi ve ceza mevzuatının bir bütün olarak kadınların erkeklere olan bağımlılığını pekiştirmesi çözülmesi gereken bir sorun olarak önümüzde duruyor.

* Bazı durum ve ortamlarda, siyasal karar vericiler suç tehdidini, artan gözetim veya sivil özgürlüklere getirilen kısıtlamalar gibi otoriter önlemleri meşrulaştırmanın bir yolu olarak kullanıyor. İktidar-kolluk-iddia makamı arasındaki ilişkinin işleyiş mekanizmasına egemen siyasal ideolojiyi doğru tanımlamak, “suçu önleme” kılıfı içindeki siyasal müdahalenin somut örneklerini ve işleyiş biçimini anlamak ve anlatmak gerekiyor.

* Cezai sürecin aşırı belirlenmiş bir sistem olmasına, tek ve ülke çapında görevli/işlevli bir ceza adaleti sisteminin varlığına rağmen yerel siyasal kültür, kolluk kuvvetleri ve ceza yargısının diğer bileşenlerinin çalışma biçimini şekillendirmeye devam ediyor. Özellikle Narin felaketinde yaşananlar sonrasında yerel dinamiklerin etkisine göz kapatmamak, gözünü kapatanlara karşı çıkmak gerekiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa