18 Eylül 2024 04:45

Nefret öğretisi şiddet doğuruyor

.

Fotoğraf:Mevlüt Oruç

Paylaş

Cankurtaran Hopa’dan zirveye çıktığımız Artvin yolu. Can kurtaran mı, can alan mı? 2016 yılının soğuk bir şubat günü Cerattepe’nin madencilik adı altında yıkımına karşı, Artvin merkezde bir miting çağrısına gidiyorduk. Jandarma ve polis güçleri Cankurtaran’da yolu keserek geçişi kapattılar. Hastası, cenazesi olana bile geçiş yok. Uçurum başında hemen karayollarının bakım işletme binasının düzlüğü var. O alana bile geçiş yok. Askerlerin başında bir binbaşı var. Geçişe asla izin vermiyor. Polis barikat kurmuş. Yanlarında gaz bombaları ile dolu sepetler var. Baskı şiddet ve korkunun oluşturulduğu bir atmosfer yaratılmış. Ortam şiddet kokuyor. Ancak bu şiddeti besleyen ne?

Tartışmalar sırasında birlik komutanı, “Üstlerimle görüşeyim geçiş olup olmayacağına karar vereceğiz” diyor. Trabzon’dan başlayarak her ilçe her beldede yollar kesilerek bırakın seyahat etmeyi toplumun evine ulaşması, işe gitmesi bile engellenmiş. İstanbul’dan getirilen ve akşam olmadan toprağa verilmek istenen cenaze ile cenaze yakınlarına bile yok yoktu.

Bir uzman çavuş yolun kesilmesinden on-on beş dakika sonra şu sözleri sarf edebiliyordu. “Bunlar neden geri dönmüyorlar? Ya içimizden birisi cinnet getirip, bunları tararsa!”

İşte şiddetin nerede saklı olduğu o cinnet sözünde idi. Bir nesil nefret ve cinnet kaosunda yetiştiriliyor. Bir kısmına da kolluk görevi veriliyor. Görevi toplumun yol güvenliğini sağlamak olan kişi, toplumu “Cinnet ile tarayabilecek” şeklinde şiddet söylemini kullanabiliyor. Gerçekten cinnet geçirecek kişi bunu ifade eder mi? Burada “cinnet” sözcüğüdür asıl şiddet. Şiddet söylemle başlıyor.

Aradan sekiz yıldan fazla geçti! Yine Cankurtaran’da bir şiddet olayı gerçekleşti. Yuvalarına girilmesini istemeyen insanlar silahla tarandı. Reşit Kibar yaşamdan koptu, iki kişi fiziki olarak yaralandı. Ancak bir toplumun gerçekte nasıl yaralandığı görülmüyor. Şiddet sadece fiziki zararlarla ölçülmez. Artvin başta olmak üzere tüm coğrafyalarda yaşanan şiddet olayları doğru değerlendirilmelidir.

Özellikle çalışma yaşamında sömürüye karşı, yaşadığı coğrafyanın yıkımına karşı çıkanlara; özgürlük ve hak arayışına karşı, eleştirel yaklaşımlara karşı ağır ve sürekli toplumsal şiddet uygulanıyor. 

Şiddetin toplumsal algısını doğru belirlersek, gerçek anlamda neyi yaşadığımızı anlamış oluruz. Şiddeti fiziksel güç dışında baskı, tehdit, korkutma, yıldırma, bezdirme, aldatma gibi birçok alandan ele aldığımızda neredeyse her alanda şiddet ile iç içe olduğumuzu anlayacağız. Bu şiddetin kolluk güçleriyle kullanılması dışında yargısal tacizle de yaşandığını görmemek mümkün değil. Anayasal hak olmasına rağmen birçok etkinliğin ardından çeşitli davalar açıldığını görüyoruz. Bu satırları yazarken maden işçilerinin sendikal haklarını almak için çalıştıkları şirketin Ankara’daki binası önünde yapacakları protesto kolluk kuvvetlerince engelleniyordu. Baskı altında tutuluyorlar, ulaşım haklarına izin verilmiyordu. Bu olayın ardından işçiler hakkında dava açılması normal sayılacaktır. Çünkü bu durumlar toplumsal olarak kanıksanmıştır.

İşte şiddetin çözülemez olması toplumsal kanıksamadan geçer. 1993 yılında gençler 1 Mayıs’a hazırlanıyorlar. Pankart hazırlıyorlar. Bulundukları yerler polislerce basılınca duvardan atlamak isteyen gençlerden birisi orada öldürülüyor. Yargısız infazların yaşandığı yılllar... Silahlı maskeli kişilerce evlere baskın yapılıyor, içeride kim varsa öldürülüyor. Sonra çatışma süsü veriliyor ve ardından dışarıya çıkıp havaya kurşun sıkılarak zafer kutlaması yapılıyordu. Kimlerin kimi neden öldürdüğü bile bilinmeyen durumda, ne acıdır ki bunu alkışlayan insanlar vardı pencerelerde ve balkonlarda. İşte şiddet toplumsal olarak kanıksanmıştı. Yalan haberlerle insanların infazı topluma kabul ettirilmiş ve şiddet toplumsallaştırılmıştı.

Hak ve özgürlük alanında isteklere karşı da her türlü şiddet yanıltıcı haberlerle topluma kanıksatıldı.

Ancak unutulmasın ki; hak ve özgürlüklerden kolay vazgeçilmez. Yuvasına saldırı gelen her canlı şiddete karşı canı pahasına mücadele eder. Bugün gerçekleşen saldırıların hak ve özgürlüklerimizi kısıtladığı ve yuvalarımıza yönelik olduğunun farkındayız. Toplum daha önce yatırım, iş aş diye kendilerine yutturulmaya çalışılan projelerin artık bir yıkım uygulaması olduğunu çeşitli örneklerden görmüştür. Bu nedenle neredeyse her vadide, dağlarda, kentlerde yıkımlara karşı direnişler giderek ses getirmektedir. Kesin söylemler kullanılmaktadır. Yuvaların savunulması tek başına bugünü kurtarmak amaçlı söylemlere bürünmemektedir. Yaratıcı eylemler yıkıma karşı onarıcı olmaktadır. Eğer yuvada maden için sondaj çukuru açılmış ise o çukura ağaç dikerek karşılık verilmektedir.

Ancak şiddet de bitmiyor. Şiddetin anlamını açmak için bazı örnekler vereyim. Hatay Samandağ’da kurulan beton tesisleri var. Etrafına toz saçıyor. Tesis için yargı yıkım kararı vermiş. Ancak yargı kararı uygulanmaması için yürütme engel oluyor. Bu tesisin çalışması Samandağ halkının sağlığına zarar vermesinin yanında, yargı kararının uygulanmaması, hak ve özgürlükler üzerindeki baskı ve geleceği açısından şüphenin oluşturduğu bir durum. Ayrıca şiddettir.

Topluma gerçek dışı beyanda bulunmak da şiddettir. Örneğin Türkiye için “Hak ve özgürlüklerin arttığını” söylemek şiddettir.

Bu yazıyı bitirene kadar maden işçileri fiziki güç, şiddet kullanılarak eylem alanından uzaklaştırıldılar.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa