26 Eylül 2024 05:56

İktidarın ekonomi kriterleri

Fotoğraflar: AA

Paylaş

Erdoğan iktidarının ekonomi politikalarını mali sermaye ve tekellerin çıkarlarını ölçü olarak düzenleme ve sürdürmede “mutemet” rolü bulunan bakanlar arasında uluslararası desteğe en fazla sahip olanlarından biri ve denebilir ki başta geleni M. Şimşek’tir. Şimşek’in İngiltere ve ABD ilişkilerinin bunda payı bulunuyor. Sadece eleştirel yazar, akademisyen ve politikacılar değil, uygulanan ekonomi politikalardan nemalanan yalaka -yandaş takımı- tabakasının mensupları da Şimşek’e böyle bir rol ve konum biçerler!

Bu rol biçiş doğruysa -ki doğrudur- o zaman, ülke ekonomisinin kapitalist emperyalist uluslararası sistemin bir halkası olması dolayımında yürüyen ekonomi politikaların başlıca kriterinin tekelci kesimleri başta olmak üzere sermayenin çıkarları olması zaten kaçınılmazdır. Ekonomideki işleyiş daha fazla sömürüyü, daha çok kârı temel hedef almak durumundadır. Nitekim, Saray yönetimi adına ülke ekonomisi üzerine açıklamaların hemen tümünde öne çıkan/çıkarılan Hazine ve Merkez Bankası rezervleri, toplam ihracat tutarı, büyüme oranı vb’dir ki bunların tümünün ilk elden alakadar ettiği kesim kapitalistlerle büyük toprak sahipleridir. Şimşek’in “Rezervler artıyor, IMF politikamızı onaylıyor” türü açıklamaları bu ekonomi politika ile bağlıdır.

İşçi ve kent-kır yoksulları ne ihracat yapıyor ne de para yığıyor. İşçiler, ihraç maddeleri de içinde olmak üzere üretilen malları (meta) açlık-yoksulluk sınırı altındaki bir ücret karşılığı sermaye sahiplerinin kullanımına hazır hale getirmekte, kendi emek güçlerinin ürünlerini kullanabilmek için dahi, fiyatları kapitalist pazar ilişkilerince belirlenen bir ödeme yapmak zorunda kalmaktadırlar.

Öyleyse iktidar sözcüleriyle ‘Ruhlarını paraya satmış vicdansızlar’ vurguncuların işçilerden fedakarlık beklenti ve istemlerinin hiçbir haklı yanı yoktur. İşçiler iş yapma güçlerini belirli bir ödeme (ücret) karşılığı kapitalistlere satarak onlara, artı değer üretimi aracıyla kâr olanağını zaten sağlamaktadırlar. Büyükleri başta olmak üzere kapitalistlerin ve devletin ihracat yapıp yapmaması işçilerin ne sorunu ne de derdi olabilir. KDV-ÖTV türü vergilendirmelerle ve eski biçimiyle söylenirse iğneden ipliğe her şeye yapılan zamlarla açlık-yoksulluk koşullarında yaşamaya zorlanan tüm emekçilerin yaratılan (üretilen) toplam değer-gelirden daha fazla yararlanması için, milyarder ve milyonerler başta olmak üzere sermaye sahipleriyle asalak devlet kastının üretilmiş zenginlikleri yağmalayıp pay etme olanaklarının ellerinden alınması, en kötü durumda da kısılması-kısıtlanması gerekir.

Oysa durum hiç de böyle değil ve işler bu biçimde yürümüyor. İşsiz kesimleri dahil olmak üzere işçilerin ve üretici köylülüğün daha iyi bir yaşam için zorunlu gereksinim duydukları koşullar için gündeme getirdikleri talepler ve bunun için giriştikleri eylemler devlet iktidar gücünün zor ve şiddet kuvvetleri ve sermaye çıkarlarınca belirlenen yasal engellerle karşılanıyor.

Güncel çarpıcı örneklerden biri İstanbul’da Polonez işçilerine polisin saldırısıdır. Bir işçinin kaburgası, bir diğerinin kolu bu saldırı nedeniyle kırılmıştır.

Lafa bakılırsa, güya işçilerle sermaye sahipleri arasındaki ilişkiler alanı “serbest pazarlık alanı”dır! Devlet yöneticileriyle sistem partilerinin sözcülerinin vaazlarına bakıldığında devlet “Tüm vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlama ve savunma” aracı-aygıtı, vs’dir. Ne ki nerede bir işçi direnişi varsa, polis-jandarma gibi devlet güçleri orada kapitalistlerin yanında işçilerin karşısına dikilmektedir. Yargı kurumları yasaları işçiler aleyhine işletmekten geri durmaz. Devlet iktidarını elinde tutanların çıkardıkları iş yasaları, işçi ve diğer emekçilerin mücadele barikatına takılmamışsa eğer neredeyse yüzde yüzü işçi ve emekçilerin aleyhinedir. İşçileri, sendikalı olmak istedikleri, sendikalarda veya ilerici bir partide örgütlendikleri, ücretlerinin artışını istedikleri, çalışma koşullarının iyileştirilmesini talep ettikleri için işten atıp açlığın girdabına atan bir kapitalistin derdest edildiği ise vakıa olmaz/olmamıştır.

Bütün bunlar, işçilerden bazısının kimi zaman ya da üretici köylülerin son zamanlarda ürünlerini tarlada bırakır veya sokaklara dökerken, “Ya biz hakkımızı istiyoruz, saldırıya hedef oluyoruz, niye bize saldırıyorlar, biz de vatandaşız!” yakınmasıyla dile getirdikleri şaşkınlık karışımı tepkinin devlet-halk ilişkisi üzerine yanılgılarıyla bağlı olduğunu gösterir. Bu yakınma ve yanılgı elbette bir kabahat değildir. Ama değişmemesi durumunda en büyük zararı görecek olanlar da yine sömürülen ve ezilenlerin büyük kitlesi olacaktır. Aleyhlerine olan politikalara tepki gösterdiklerinde saldırıların hedefi olanlar, bu durumun sömürü koşulları ve ona bekçilik görevi yapan burjuva devlet iktidarının varlığıyla bağlı olduğunu görerek hareket etmek durumundadırlar.  

Ülkenin bağımlı kapitalist yapısı her ne kadar sömürü ve baskıyı katmerli hale getiren bir işlev görüyor olsa da kapitalizm, kapitalizm olarak kaldığı sürece, Hazine-Merkez Bankaları depoları dolup taşsa da zenginler daha zengin, yoksullar daha yoksul olmaya devam edecektir. En gelişmiş kapitalist emperyalist ülkelerdeki emekçilerin -aldıkları ücret Türkiye’dekinden biraz daha yüksek olsa dahi- toplam üretilen ulusal hasıladan ancak çok düşük bir ‘pay’ almaları bunun en çarpıcı göstergesidir.

Ve yine bundandır ki “ekonominin dümeninde” olduğu söylenen bakanın ya da dini etkiyi siyasal-ekonomik ve askeri politikalarının malzemesi olarak kullanan yöneticilerin “Biraz daha sabredin, ekonomi düzeliyor, rezervler artıyor, enflasyon düşecek, pahalılık azalacak vb.” gibi açıklamalarına aldanmamak gerekir. Kimileri anlamını kavramakta zorlansa da açlık sınırının 20 bin, yoksulluk sınırının 65 bin TL’ye tırmandığı, 1 milyon kişinin kart hükümlüsü olma tehdidiyle yüz yüze kaldığı, 15 milyon kişinin sosyal yardımla yaşadığı, 4.5 milyon kişinin asgari ücret altı bir paraya talim ettiği, 10 milyonun üzerindeki emeklinin açlığa talim ettiği bir ülkede, rakamlar çok şey anlatıyor ve bu durumu değiştirmek için, bu sefalete mahkum tutulan milyonların “kanaatkar olma”yı reddedip talepleri için mücadeleye atılmalarına ihtiyaç var. Mevcut durum ve ilişkilerin geniş halk kitleleri tarafından görülmesine hizmet eden yaygın bir çalışma bu bakımdan büyük öneme sahiptir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa