27 Eylül 2024 06:05

Narin'in katlinden polis cinayetine

Çocuk istismarı protesto eyleminden

Fotoğraf: MA

Paylaş

Narin’in sülalesinin karanlık ilişkileri parça parça, bölüm bölüm ortalığa saçıldıktan sonra Polis Memuru Şeyda Yılmaz’ı öldüren Yunus Emre Geçti’nin aynı ölçüde karanlık sicili dökülüyor. Uyuşturucu satıcılığından şiddete, istismardan gasp ve hırsızlığa kadar 19 yaşa sığmış bir çetele. Mahalle çetesinin silahlı başıbozuğu. Hepsinden bir şekilde sıyırmış, salıverilmiş, karakol imzasını boşladığı halde takibe alınmamış bir belalı. Annesinin polise defalarca ‘Alın bunu’ diye şikayet ettiği toksik bir varlık. Nihayet idare edilemeyecek kadar haddini aştığında suçüstü yakalanan, çöp poşetine tıkılarak adliyeye götürülen bir sistem atığı.

Narin’in öldürülmesine ilişkin soruşturmayı zamana yayarak içinden çıkılamaz hale getiren ve böylece gösterdiği kasıtlı zaafı, ailenin siyasi iltisaklarına dokunmamaya tercih eden güvenlik bürokrasisinin bu son cinayetteki suçüstü ile, gıcırdayan eklemlerini yağlama imkanı bulduğu söylenebilir. Ancak toplumun nasıl ve neden bu kadar yozlaşabildiğinin sırrını yansıtan tablo hâlâ parça parça duruyor. Asıl mesele de bu zaten? Nasıl oluyor da şiddet dozu her gün biraz daha artıyor?

Narin cinayetinin ateşi soğumamışken Sıla bebeğin istismarı; Yunus Emre Geçti’nin kabarık siciliyle, biri sopalarla yoksul ve savunmasız bir çobanı döverken diğeri telefon kaydı yapan iki kadının içinden çıkan canavar, kedi köpek katillerinin hedefi sapmış öfkesi ve daha sayısız vaka tablonun yerine yerleşmemiş parçaları.

Polis cinayetinden sonra ‘sosyal medya halk jürisi’nin içinden idam isteriz çatlak sesleri yine çıkmaya başladı. Şiddet, istismar ve cinayetlerdeki artışın organize, meşru, yasal ve devlet eliyle işlenecek bir yok etme eylemiyle durdurulmasını talep eden bu ses, kötülüğü münferit bir vaka olarak tanzim ederken şiddeti devlete tekelleştirmenin çözüm olacağını düşünüyor.

Oysa bu tekel çok uzun zamandan beri atanmış yerel prenslere dağıtılmış durumda. Narin cinayeti henüz sıcakken ailenin feodalizmi, faillerin itici gücü olan bir kültür, gelenek-görenek kalıntısı olarak tartışılıyordu. Ancak feodalizm bugün finans kapital örgütlenmesinin başında bulunan iktidar aygıtına eklemlenmiş bir düzenlemedir. Eski sistemlerden devşirilmiş bir mekanizma, aşağıdan yukarı çıkar ortaklığı nedeniyle ayakta tutulan bir bağımlılık ve kollama ilişkisi. Ticareti ve sanayiyi taşeronlara onu alt taşeronlara, onları da daha da alt taşeronlara böldükten sonra hepsini birden baş vassala bağlayan ekonomi politik kompleks, gücü gücüne yetene sisteminin de kurucu unsurudur. Biat eden herkesin kendini iktidarın şiddet tekelini paylaşma hakkına sahip prensler (ve prensesler) olarak hissedebileceği bu kompleks yapının sürüklediği amorf kitle, soruşturmalardan, hukuktan azade, kazandığı ve kazandırdığı ölçüde içerilen mafyatik yapılarla arasına sınır koymadan büyüdü; kendilerine vehmedilen yetkileri kişisel ikbal için de kullanabilecek kadar, gayriresmi ‘güvenlik’ şebekesine yerleşti; silah taşır, depolar ve kullanır hale gelebildi. Mafya iktidarın kıyısındaki bir suç makinesi değil artık, toplumun da egemen siyasetin de DNA’sına yerleşerek genelleşti. Kimin gücü varsa racon sahibi o oldu.

Narin vakasında zanlı ailenin AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu ile ilişkileri, Yunus Emre Geçti’nin de daha 13 yaşındayken Süleyman Soylu ile çekilmiş fotoğrafı kabarık suç sicillerinin olmazsa olmaz bağıntıları hakkında fikir veriyor. Bu ilişkilere ilişkin her türlü kanıt piyasada bonservis, kartvizit ve vize kıymetinde. Şiddetin onu işleyenin ferdi varlığına yapışamamasını sağlayan plastik mahfaza. Narin cinayetinin soruşturmasındaki kasıtlı zaafın sebebi de suçun münferitleştirilmesinin zora girmesinde zaten.

Kastın bir de şöyle bir yanı var; AKP’li Metin Külünk’ün ifadesiyle kendilerine ‘günah işleme özgürlüğü’ veren siyasi aparatın bürokratik eklenti ve yanaşmaları suçu istedikleri gibi dağıtabiliyorlar. Gezi tutuklularını, Can Atalay’ı, parayla dosya silinen FETÖ borsasını bir kenara koyalım. Taze bilgi şudur*: “Urfa Barosu Avukat Kazım Ekinci İnsan Hakları Merkezi ırkçı, nefret söylemleri ile işkence vakalarına dair kasım 2022 ile ağustos 2024 tarihleri arasında çoğu Urfa Cumhuriyet Başsavcılığına olmak üzere 16 suç duyurusunda bulundu. Ancak söz konusu suç duyurularının sadece 1’ine dair işlem yapıldı.”

Siyasi kompleksin yargıdaki derebeyleri de çifte standardı içselleştirdiler. Suçun görelileştirildiği, alakasız kesimlere yayıldığı, bunu sorgulayanların tehdit edildiği günümüzde, iktidar gerçekte, yargılama yetkisini toplumdaki ajitatörlerin de desteğiyle kendi üstüne aldı. Suç veya suçsuzluk durumu, doğrusunu ancak bağımlı yargıyla iktidarın bildiği bir rivayete indirgendi. Yunus Emre Geçti’nin çöp poşetine tıkılmasını hukuken yanlış bulan, işkencenin mazur gösterilmesi anlamına geldiğini söyleyen çok sayıda hukukçu sindirilmeye çalışıldı. Bu arada İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya katilin “Emniyetten adliyeye götürülme şekliyle ilgili olarak soruşturma açıldığına dair iddialar alçakça bir yalandır. Bu konuda ne İçişleri Bakanlığımızca ne Emniyet Müdürlüğümüzce ne de valiliğimizce herhangi bir soruşturma açılmamıştır. Bu yalan haberleri yayanlar hakkında gerekli adli işlemler başlatılmıştır” diye yazdı. Bu hızlı refleks gücünü katile ne yapılırsa yapılsın, hukuk ne kadar çiğnenirse çiğnensin peşinen meşru gören devletçi tepkiden alıyor.

Suçüstü vakası iktidarın Narin cinayetindeki sıkışmışlığından çıkarak öz güven tazelemesini sağladı. İdam talebi de şiddetin tekelini devlete iade etmek suretiyle bu öz güvene katkıda bulunmuş oldu. Dağılmış görünen devletçi refleks konsolide edilmiş oldu.

Peki ne oldu da toplum bu kadar dejenere oldu sorusunun yanıtı hakim siyasetin anlatısına yerleşmiştir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa