29 Eylül 2024 04:10

Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı

Görsel: Evrensel

Paylaş

Narin Güran cinayeti kısmen gündemden düştü. Ara ara esas katilin kim olduğuna dair işaretler, bu sefer İçişleri Bakanı’nın ‘yakında açıklayacağız’ı muştulayan sözleri ve başından beri soruşturmayı yanıltan ifadelerin ortaya çıkmasıyla haber oluyor. ‘Bu ifadeleri basına kim sızdırdı?’ ‘Soruşturmayı yürütenler, başta Diyarbakır İl Jandarma Komutanı olmak üzere nasıl bu kadar kolay kandırıldı?’ sorularının cevabı halen yok. Artık esas konumuz ailenin nasıl olup da delil karartma konusunda bu kadar profesyonel davrandığı. Acaba suç dizileri izleyerek mi böyle hareket etmişlerdi. Çok ilginçtir ki medya, suçu medyaya atmak konusunda hep diğer sorumlulardan daha erken davranıyor. Çünkü verimli bir konu. Haydi dönelim suç dizilerine. İki uzmana soralım. Bu diziler yasaklanmalı mı? Kısıtlanmalı mı? Toplumun psikolojisini diziler mi bozuyor yoksa gündüz kuşağı programları mı? Üç gün daha tartışmaya müsait. Geçen yazıda biraz tartıştık ama biraz daha derinleştirmekte fayda var. Narin Güran’ı ve sonrasında katilini bulma süreçlerinde sürekli soru soran, olguya dayanmayan fanteziler üreten medyanın pespayeliği konuşuldu. Bu sefer biraz iyi örneklerden bahsedelim. Sanırım bu olayda en öne çıkan, günler boyu sahadan haber veren, hatta haber yapması engellenen Ferit Demir. Deprem dönemi haberleriyle de benzer bir takdir toplamıştı. Ancak Tavşantepe köyünden ilk haberlerinden sona doğru Demir’in olaya bakışında, haberi verişinde kimi sözleri, sosyal medya mesajları gazeteciliğin sınırlarını aştı. Narin’in öldüğü ortaya çıktıktan sonra Demir başından beri amcadan şüphelendiğini, bunu da Jandarma görevlilerine söylediğini anlattı. İşler burada karışmaya başladı. Sahada ilişkiler daha yakınlaşmış olabilir, ihtimaller yetkililerle birlikte konuşuluyor olabilir, bir gazeteci doğru cevaba ulaşmak için kendi ihtimallerini soru olarak yöneltebilir belki, ama bunu topluma aktarırken “Ben en başta şüphelenmiştim” diye fikir beyan etmesi biraz garip. Ardından sosyal medya mesajlarında hiç tanımadığı Narin’in karakterini anlatmaktan, ailesi nedeniyle soyadının kullanılmaması çağrısı yapmaya varan ton iyi gazeteciliğe biraz gölge düşürdü. Günümüzde sosyal medya paylaşımları da gazeteciliğin bir parçası. Demir muhtemelen hem fiziken hem de duygusal olarak çok yıprandı. Böyle bir durumu ilk fark edenin editörler olması ona gerekli desteği sağlaması gerekiyordu. Ancak duygusallık aynı zamanda reyting getiriyor. Gazetecilik ya da gazeteciler reyting için feda edilebiliyor. Gazeteciliğini örnek gösterdiğimiz Ferit Demir umarım dinlendikten sonra bu konuyu bir kez daha düşünür.

İkinci vakada, bir polisi öldüren Yunus Emre Geçti, yaşı 19 olması itibariyle yasal olarak çocuk sayılmıyor. Ancak geçmişine baktığımızda suça sürüklendiği küçük yaşlarında gerekli müdahale ve desteği bulabilseydi belki bu olay hiç yaşanmayacaktı. Rakel Dink’in deyimiyle “bir bebekten katil yaratan karanlık” görülebilir bir aydınlıkta. Geçti, soyulup bir çöp poşetine konmuş, darp edilmiş vaziyette ve hayvan nakil aracıyla adliyeye getirildi. Bu yapılan bir işkencedir ve kime uygulanırsa uygulansın işkence bir insanlık suçudur ve Türkiye imza attığı uluslararası sözleşmeler gereği işkencenin önlenmesinden sorumludur. Burada bir şeye daha dikkat çekmek istiyorum. Geçti’nin hayvan nakil aracıyla adliyeye getirilmesinin arkasında kolluk kuvvetlerinin insanı üstün gören, hayvanı insanı değersizleştirmek için araçsallaştıran zihniyeti de bir kez daha görünür hale geldi.  

Geçti’nin adliyeye getirilişi üzerine bir canlı yayında konuşan eski polis şefi Mustafa Böğürcü, savcının bu şekilde ifade almayabileceği ihtimalini dile getirdi. İfadesi alındı ve tutuklandı. İşkence görüntüleri üzerine bunu yapan polislere soruşturma açılacağı iddiaları İçişleri Bakanı tarafından büyük harflerle yalanlandı. Ertesi gün Posta “Polis katili çöp poşetinde”, Akşam “Polis katili ‘çöp’te manşetiyle çıktı. Mart 1992’de, öldürülen Polis Süleyman Elçin’in cenazesinde atılan “Kahrolsun insan hakları”, “Kanımıza kan isteriz” sloganları manipüle edilmiş bir öfkenin tezahürüydü. Kendisi küçük etkisi büyük bir haberdi. Siyasetçiler yalandan da olsa işkencenin olmadığını savunuyor, üstüne “şeffaf karakol”, ya da “pembekol”lar sergiliyordu. Bugünse işkence gösteriliyor, sahipleniliyor, manşetlere taşınıyor. Suikast bir politik yöntem olarak canlı yayında tartışma programlarında rahatça dile getiriliyor. Şiddet ve işkence için çok tehlikeli bir kabul alanı inşa ediliyor. Buna rağmen medya, şiddeti yine dizilerde, oyunlarda, kapitalist sistemin Z adını taktığı kuşağın karakteristiğinde arıyor. Dört yıl önce bu zamanlar Hülya Uğur Tanrıöver’in bir araştırmasının başlığını ödünç alarak “Vadi’de büyüyen erkek çocuklar” diye bir yazı yazmıştım. Alıntıladığım araştırma Kurtlar Vadisi dizisini izleyen 15-18 yaş arası erkek çocukların, yaşadıkları ortam ve stres nedeniyle dizinin karakterleriyle daha kolay özdeşlik kurduklarını ortaya koyuyordu. Dizilerin suça özendirdiğini savunmuyordu. Medya suçlanacaksa birkaç vurdulu kırdılı diziyi, rap şarkısını tartışmak yetmez. Önce siyasetin dilini, haberlerin, tartışma programlarının dilini hatta en ‘masum’ aile dizilerinde yeniden üretilen ‘erkekliği’ konuşalım. Ölene “melek” deyip ağlayarak, diğerine “katil” deyip işkenceyi meşrulaştırarak bu karanlıktan çıkma ihtimalimiz yok.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa