Nasrallah’ın öldürülmesinin direniş eksenine ve bölgesel gelişmelere etkisi
İran'daki gazeteler Nasrallah suikastını manşetlerine taşıdı. | Fotoğraf: Fatemeh Bahrami/AA
Ocak 2020’de Bağdat’ta ABD tarafından öldürülen İran’ın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani gibi direniş ekseninin sembol isimlerinden biri olan Lübnan Hizbullah’ı Lideri Hasan Nasrallah, İsrail’in Beyrut’taki Hizbullah karargahına yönelik bombardımanında öldürüldü. Ortadoğu’da ABD-İsrail karşısında merkezinde İran’ın yer aldığı güçlerin oluşturduğu direniş ekseni bakımından Lübnan Hizbullah’ı, İsrail’e karşı mücadelenin ön cephesinde yer alması nedeniyle özel bir konumda bulunuyor. 2000’de İsrail’in Lübnan’daki işgalini sona erdirmesinde ve 2006 Lübnan-İsrail savaşında İsrail’in yenilgiye uğratılmasında oynadığı rol, Lübnan Hizbullah’ı ve Lideri Nasrallah’ın bölgedeki prestiji ve rolünü önemli bir oranda artırmıştı.
Son dönemde Lübnan Hizbullah’ına üst üste darbeler vuran İsrail’in 85 ton bombanın kullanıldığı bir bombardımanın ardından Nasrallah’ı öldürerek direniş ekseni karşısında moral üstünlük sağladığı söylenebilir. Dolayısıyla şimdi en etkili isimlerinden Nasrallah’ın öldürülmesinin direniş ekseninin geleceği ve bölgesel savaş tehdidi bakımından sonuçlarının ne olacağı tartışılıyor.
Öncelikle Hizbullah’ın yediği darbelere rağmen Lübnan toplumu içinde hem askeri ve hem de siyasi gücünü korumasını sağlayacak ciddi dayanaklara sahip olduğunu belirtmek gerekiyor. Hizbullah önemli oranda İran tarafından finanse edilen askeri gücünün yanı sıra eğitim ve sağlıktan yoksullara yardıma kadar Lübnan içinde önemli bir sosyal örgütlenmeye ve dayanışma ağına sahip bulunuyor. Bununla birlikte Hizbullah’ın İsrail’in saldırılarına karşı Lübnan toplumunun birliğini savunma temelli bir politikayı benimsemesi, nüfusun üçte birini oluşturan Şiilerin yanı sıra Lübnan toplumunun diğer kesimleri tarafından da desteklenmesinin önünü açmıştı. 1982’de Lübnan İç Savaşı devam ederken İran yanlısı Şii güçler tarafından kurulan Hizbullah’ın başına 1992’de 32 yaşındayken geçen Nasrallah, bu politikanın mimarı olarak öne çıkıyordu.
Suriye savaşı, direniş ekseninin bölgesel gelişmeler karşısında aldığı pozisyonu ve Hizbullah’ın bu eksen içindeki rolünü görünür kılmıştı.
Erdoğan iktidarı, Katar ve S. Arabistan ile öncülüğüne soyunduğu ve ABD ile Fransa tarafından desteklenen Suriye savaşında Esad yönetimini 6 ayda devirmenin hesaplarını yapıyordu. Ancak bu hesabın boşa düşürülmesinde Lübnan Hizbullah’ı belirleyici bir rol oynadı. Erdoğan iktidarı ve Körfez ülkeleri tarafından desteklenen cihatçı gruplara karşı Suriye savaşına 2012’de katılan Hizbullah’ın mayıs 2013’te Lübnan sınırında stratejik bir konumda bulunan Kusayr’ı bu gruplardan geri alması, savaşın önemli dönemeçlerinden biri olmuştu. Devamında Hizbullah, Şam ve Halep başta birçok cephede Suriye rejim güçleri ile birlikte mücadeleye katılmıştı.
O dönem Suriye rejimini devirme hesaplarının boşa düşürülmesinde oynadığı rol nedeniyle Hizbullah’a tepki gösteren AKP iktidarının sözcülerinden Bekir Bozdağ, “Adlarını hizbulşeytan yapsınlar” açıklamasını yapmıştı. Ancak daha ilginç olanı aynı dönemde İsrail’in de Hizbullah’ın Suriye rejimini destekleyen kuvvetlerine karşı hava saldırıları düzenlemesiydi. Dolayısıyla Suriye savaşı, yapılan açıklamaların aksine Erdoğan iktidarının bugün neden İsrail’e karşı tutum almadığının görülmesi ve bu iki rejimin bölgesel pozisyonlarının anlaşılması bakımından oldukça açıklayıcı olmuştur. Bu nedenle Erdoğan Lübnan halkına “başsağlığı” dilerken Nasrallah’ın adını bile anmıyor ve iktidar destekçileri de Nasrallah’ın ölümünden duydukları sevinci gizlemiyorlar.
ABD ve AB’li emperyalistler de kendi bölgesel çıkarları önünde tehdit yarattığı için Hizbullah’ı “terör örgütü” ilan ederek İsrail’in saldırganlığını meşrulaştırmaya ve “İsrail’in kendini savunma hakkı” adı altında bu saldırı ve katliamları desteklemeye yönelik bir tutum izliyorlar.
Nasrallah’ın öldürülmesi sonrasında direniş ekseninin nasıl konumlanacağı ve bu saldırıya nasıl bir yanıt vereceği konusunda İran’ın tutumu belirleyici olacaktır. İran, Süleymani’nin öldürülmesi ve Şam Konsolosluğunun bombalanması örneklerinde olduğu gibi ABD ve İsrail’in kendi güçlerini hedef alan saldırılarını yanıtsız bırakmasa da bu yanıtları gerilim ve çatışmaları tırmandırmayacak ve bölgesel savaşın fitilini ateşlemeyecek bir noktada tutmaya çalışıyor. İran’ın ‘stratejik sabır’ olarak tanımlanan bu politikasının arka planında Suriye savaşıyla başlayan süreçte yapılan hesapların aksine (Direniş eksenini parçalamak), kendi bölgesel gücünü Suriye ve Irak’tan Lübnan ve Yemen’e kadar artırıcı bir sonuç doğurması gerçeği bulunuyor.
Bu süreç aynı zamanda İran’ı destekleyen Rusya’nın bölgedeki (özellikle Doğu Akdeniz) askeri gücünü ve Çin’in de siyasi manevra alanını da büyüttüğü bir süreç oldu. Bu nedenle bugün İran gibi güç ve dikkatini Ukrayna savaşına veren Rusya’nın ve ABD ile erken bir kapışmadan kaçınmaya çalışan Çin’in de çatışmaların bölgesel savaşı tetikleyecek bir noktaya tırmanmasını istemediklerini söyleyebiliriz.
Böylesi bir siyasi tabloda Nasrallah’ın öldürülmesinden sonra düzenlediği füze saldırılarıyla İsrail’e karşı savaşma kapasitesini koruduğunu ortaya koyan Hizbullah ve yine zaman zaman balistik (uzun menzilli) füzelerle İsrail’e saldırı düzenleyen Yemen’deki Husiler gibi direniş ekseni içindeki güçler üzerinden İsrail’e karşı mücadelenin sürdürülmesi beklenir olandır. Ancak dünyanın en önemli enerji kaynaklarının bulunduğu ve emperyalistler arasında ticaret yolları (Kuşak-Yol ve İMEC) mücadelesinin sürdüğü bir coğrafyada gerilim ve çatışmaların kontrolden çıkması ve bölgesel bir savaş ihtimalini de hiçbir zaman göz ardı etmemek gerekiyor.
ABD ve AB’li emperyalistlerin Filistin’de Hamas’ı ve Lübnan’da Hizbullah’ı öne sürerek saldırı ve katliamlara verdikleri destek ve Erdoğan iktidarı gibi bölgesel güçlerin lafın ötesinde bu güçlerin ekseninden çıkmaması, bölge halklarının İsrail saldırganlığına karşı barış ve özgürlük mücadelesinin bu güçleri de hedefe koymadan başarı şansı olmadığını ortaya koyuyor.
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü 29 Ekim 2024 12:34
- Bahçeli’nin açıklamaları, TUSAŞ saldırısı ve Öcalan’ın mesajı 25 Ekim 2024 15:04
- Fethullah Gülen: Emperyalizm ve iş birlikçi gericiliğe adanmış bir yaşam 22 Ekim 2024 04:34
- Irak Kürdistan seçimleri ve bölgesel etkileri 18 Ekim 2024 05:00
- İktidarın "Savaş vergisi" barış ve güvenliği sağlar mı? 14 Ekim 2024 04:51
- 'Cumhur'un eli ve siyasi dizayn 11 Ekim 2024 05:00
- Bölgedeki ateş çemberi ve pergelin sivri ucu 08 Ekim 2024 04:49
- Erdoğan’ın ‘Filistin davası’ ve hamasetin örtemediği gerçekler 07 Ekim 2024 04:57