04 Ekim 2024 04:32

Savaş döngüsü, barış umudu

Yıkılan binadaki Lübnan bayrağı

Fotoğraf: Murat Şengül/AA

Paylaş

Dün iki Almanya’nın resmi olarak birleşmesinin 34. yıl dönümüydü. Ancak bu resmi birleşme gününden çok, birleşmeye yol açan Berlin Duvarı’nın yıkıldığı 9 Kasım 1989, Almanya ve dünya tarihinde çok daha önemli.

Berlin Duvarı’nın yıkılışına neden olan gelişmeler ve Sovyetler Birliği’nin yıkılmasına dair yaşananlar, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan “iki kutuplu dünya nizamın” sonu anlamına geliyordu. Ki dönemin ABD başkanı tarafından “yeni” dönem “Yeni Dünya Düzeni” olarak ilan edilmişti. Kapitalist Batı’nın asıl belirleyici olduğu “yeni düzen”in insanlığa faturası çok ağır oldu. 1991’de başlayan ve 2001’e kadar devam eden, 200 binden fazla insanın hayatını kaybettiği Yugoslavya savaşı bu “yeni nizamın” ne denli kanlı ve barbar olacağının da habercisiydi.

Ardından diğer savaşlar geldi: Afganistan, Irak, Yemen, Libya, Suriye, Ukrayna, Gazze, Lübnan... İran-İsrail savaşı sıradaki...

Dünyanın geldiği aşama, askeri, ekonomik ve istihbarat gücü daha fazla olanın, zayıf olanı, savaş ve sindirme yoluyla ezdiği bir dönemi ifade ediyor. Silahın hükmünün ağır bastığı koşullarda ittifaklar ve stratejiler buna göre kuruluyor. Savaşların bitmesi, silahların susması, askeri harcamaların azaltılması hiçbir devletin gündeminde yok. Tersi söz konusu. Fırsatını bulan askeri harcamaları arttırıyor. Gerekçe olarak da diğer ülkelerin silahlanması gösteriliyor.

En fazla silahlanan ülkelerin birisi de “Birleşik Almanya”. Birleşmeyle ekonomik gücünü hızla arttıran Almanya, Ukrayna savaşıyla tabuları bir yana bırakarak tarihinde görülmemiş düzeyde askeri gücünü artırdı. Litvanya’da kalıcı bir üs kurarken, eskiden “Lebensraum” olarak tanımlanan coğrafyada şimdi Alman panzerleri dolaştırıyor. Savunma bakanı her fırsatta “savaşa hazırlık” çağrıları yapıyor.

Savaş tamtamlarının çalındığı günümüzde halklar savaş korkusu ve milliyetçilik zehriyle bölünerek sindirildi. Sokağa çıkıp tepkisini gösterenlerin sayısı oldukça sınırlı. Dün Berlin’de binlerce insanın katıldığı büyük gösteri bu karanlık dönemde aynı zamanda halklar nezdinde neler yapılması gerektiğini göstermesi bakımından küçük bir umuttu.

Buna rağmen özellikle emperyalist devletler cephesinde sürmekte olan ve büyüme potansiyeli taşıyan savaşların bitirilmesine dair hiçbir çabanın gösterilmediği ortada.

İki buçuk yılı aşkın bir süredir devam eden Ukrayna savaşının ne zaman biteceğine dair en küçük belirti yok. Halkların bütün tepkisine rağmen savaştan çıkarı olan emperyalist devletler ve silah tekelleri adım atmaya niyetli görünmüyor.

Hal böyle olunca savaşın faturası giderek ağırlaşıyor.

Hafta içinde İngiliz kaynaklarına dayandırarak bir haber yayımlayan Frankfurter Rundschau gazetesi, Rus ve Ukraynalı kayıp sayısının rekor düzeye ulaşmış durumda olduğunu ileri sürdü. Ukrayna mayıs ayında çıkardığı bir yasayla her ay 30 bin genci zorunlu askere alıyor ve doğru dürüst eğitmeden cepheye gönderiyor. Ukrayna ordu kaynaklarına dayandırılarak verilen haberlerde “Askere alınan gençlerin yüzde 60-70’i daha ilk günlerde cephede hayatını kaybediyor.” (fr.de, 01.10.2014)

Aynı şekilde cephede ölen Rus askerlerinin sayısı da rekor düzeye ulaşmış. Kesin bir rakam ifade edilmemekle birlikte ölen genç asker sayısının fazla olduğu belirtiliyor. Öyle anlaşılıyor ki Batılı emperyalist devletler uzun bir süre daha Ukrayna ve Rus gençlerinin ölümü karşısında kıllarını kıpırdatmamaya devam edecek. Dahası, daha fazla gencin hayatını kaybetmesi için Ukrayna’yı silahlandırmaya devam edecekler.

Benzer bir tablo Ortadoğu’da da söz konusu. İsrail’in komşu ülkelere açtığı ve on binlerce insanı katlettiği günümüzde Avrupa ve ABD’den yapılan sözde uyarılar savaşın bölgeye yayılmamasından ibaret. Bir tarz niyet belirtisi. Onlar sözde uyardıkça, İsrail savaşın kapsamını genişletiyor. Çünkü İsrail’in gerici-faşist yönetimi günün sonunda bütün Batı’nın kendilerine sınırsız destek vereceğinden emin.

Gazze’deki katliamlar karşısında sessiz kalan, İsrail’i durmadan silahlandıran ABD ve Almanya, Lübnan’ın bombalanması konusunda da aynı tutumu takındı. İsrail’in komşu ülkelerin topraklarını bombalaması, çok sayıda insanı öldürmesi karşısında üç maymunu oynayan Batılı emperyalist ülkeler, İran’dan İsrail’e füze atılmasından sonra ise hep birlikte ayağa kalkarak Tahran’a parmak sallamaya başladılar. Örneğin, Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un şu sözlerin çarpıcı: “İran tüm bölgeyi ateşe atıyor ve ne pahasına olursa olsun engellenmelidir.” Yine Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier de hemen “İsrail ile sonuna kadar dayanışma içindeyiz” dedi. Dışişleri Bakanlığı, Alman vatandaşlarını İran’ı tek etmeye çağırdı.

Diğer Batılı ülkeler ve kurumlar da İsrail’e hiçbir şey demez iken, İsrail’e yanıt verenlere demediklerini bırakmıyorlar. İşte İsrail’i bu denli saldırgan, dizginsiz hale getiren de bu sınırsız destektir.

Bu tutumun bölgeyi ateşe verdiği artık net olarak görülüyor. Bundan zarar gören sadece bölgede yaşayan Arap, Pers halkları değil, aynı zamanda İsrail halkı ve emekçileridir. Sınırsız destek bölgede bir devlet terörüne yol açarken, İsrail halkına, gençliğine, emekçilerine de faşist, militarist bir rejim teslim ediliyor. İsrail’den yükselen on binlerin, yüz binlerin çığlığını ise duymuyorlar.

Buna rağmen insanlığın, halkların bu karanlık ortamda barış umudunu yükseltmekten başka bir çaresi yok. Barış umutları büyüdükçe savaşlar sona erer.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa