04 Ekim 2024 04:51

Ortadoğu'daki ateş Türkiye'ye barış getirir mi?

Sokağa çıkma yasağı uygulanan El Halil kenti.

İsrail ordusunun Beyrut'a düzenlediği saldırı | Fotoğraf:Houssam Shbaro/AA

Paylaş

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TBMM’nin yeni yasama yılı açılış konulmasına "İsrail’in Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır” açıklaması damga vurdu. Ancak Meclis açılışının dikkat çeken tek olayı bu açıklama değildi. Erdoğan, Meclis Genel Kuruluna girerken CHP Genel Başkanı Özel ve milletvekillerinin çoğunluğu tarafından ayakta karşılandı. MHP Lideri Devlet Bahçeli, daha önce kapatılmasını ve milletvekillerinin cezaevlerine konulmasını istediği DEM Parti’nin Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ve DEM Parti’li milletvekilleri ile tokalaştı. Bahçeli, Meclis yeni yasama yılı resepsiyonunda bu kez daha önce tehdit ve hakaretler savurduğu CHP Lideri Özgür Özel ile sohbet edip “Birbirimizi kırmıyoruz inşallah. Üzülme, bazen siyaseten söylememiz gerekenler oluyor, siyasetin gereği olarak” diye konuştu. Daha dikkat çekici olanı ise Bahçeli’nin DEM Parti’lilerle tokalaşmasıyla ilgili soruya “Yeni bir döneme giriyoruz. Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım diye düşünüyorum” yanıtını vermesiydi.

Erdoğan’ın açıklaması ve Meclisteki bu gelişmelerle birlikte “Ortadoğu’daki ateş Türkiye’ye barış getirir mi?” sorusu sorulmaya başlandı.

Erdoğan’ın “İsrail’in gözünü bizim topraklara diktiği” açıklamasının ardından iktidar yanaşması yazar ve “uzman”lar hemen işe koyulup Tevrat’taki “Arz-ı Mev’ud” (vadedilmiş topraklar) haritalarını yayımlamaya ve Erdoğan’ın ne kadar doğru bir tespit yaptığını anlatmaya başladılar.

ABD, NATO ve AB’li emperyalistlerin İsrail’in bölge ülkelerine yaydığı saldırı ve işgallerinin en büyük destekçisi ve temel dayanağı olduğu konusunda kimsenin şüphesi yok. İsrail’in Gazze’den Lübnan, Suriye ve Yemen’e kadar düzenlediği saldırılara gıkları çıkmayan bu emperyalistlerin İran’ın İsrail’e füze saldırısı sonrasında ardı sıra kınama açıklamaları yapmaları her şeyi açıklıyor.

Ancak bu durumda Erdoğan’a bazı sorular sormak gerekiyor:

İsrail gözünü bizin topraklara dikmişse Türk donanması iki ay önce İsrail’in en büyük destekçisi ABD ile Doğu Akdeniz’de kimlere karşı tatbikat yaptı?

İsrail saldırganlığına karşı verilen en küçük bir yanıtta bile bölgedeki bütün NATO güçleri hemen savunmaya geçiyorken sizin iktidarınız her fırsatta “NATO’ya bağlılık” açıklamalarını yaparak ve NATO’nun yeni üyelerle genişlemesini destekleyerek kimlere hizmet etmiş oluyor?

Madem İsrail gözünü bizim topraklara dikmiş, Gazze’de soykırıma varan katliamlar yaparken bile İsrail’e ihtiyaç duyduğu stratejik önemdeki ürünlerin ihracatını sürdüren sizin iktidarının değil miydi?

Üstelik bu ihracat bugün “yasak” kararına rağmen başka biçimler altında devam ettirilmiyor mu?

Sorular çoğaltılabilir ancak bu kadarı bile bu açıklamanın gerçeği yansıtmadığını ve arkasında başkaca politik hesaplar olduğunu görmek için yeterlidir. Çünkü bu açıklama, bugüne kadar İsrail ve arkasındaki emperyalist güçlere karşı hiçbir ciddi adım atmayan/atamayan Erdoğan’ın dikkatleri başka noktaya çekme ve bu konuda üzerinde oluşan baskıdan kurtulma hamlesi olarak anlam kazanıyor.

Erdoğan’ın açıklamalarıyla ilgili Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş ile “kapalı oturum” talebiyle görüşme yapan CHP de iktidarın her ihtiyaç duyduğunda yardımına koşan “sorumlu muhalefet” refleksiyle davrandığını bir kez daha gösteriyor!

Bahçeli’nin attığı adımları da Erdoğan’ın bu hamlesi ile birlikte düşünmek gerekiyor. Özellikle Sinan Ateş cinayeti davasından MHP ve arkasındaki mafyatik sermaye ilişkilerinin üstünü kapatmaya yönelik bir kararın çıkmasının ardından rahatlayan Bahçeli de ortağı Erdoğan’ın “normalleşme” adı altında muhalefeti etkisizleştirip iç cepheyi tahkim etme politikasına dahil oldu. Bahçeli, partisinin grup toplantısında da “bölgesel ve küresel tehditler karşısında iç barışı sağlamanın önemi”nden söz etmişti.

Bahçeli’nin “iç barış”tan söz edip DEM Parti’lilerle tokalaşması herkesin aklına Kürt sorununu getiriyor.

Kürt sorunu da tıpkı Filistin sorunu gibi çözümü içeride olan ama bölgesel boyutlar da taşıyan bir sorun konumunda bulunuyor.

Netanyahu gericiliği Gazze’yi işgal etmekle kalmıyor, Filistin sorununu çözmek adına Lübnan ve Suriye’ye saldırıyor; Batılı emperyalistlerin yanı sıra Ürdün gibi bölge ülkelerinin desteğini arkasına alıp Mısır ile de pazarlıklar yapıyor.

Filistin sorununun öne çıktığı son bir yıllık süreçten önce Erdoğan iktidarı da Kürt sorununu çözme adına içeride parti kapatıyor, siyasetçileri cezaevlerine dolduruyor ve belediyelere kayyımlar atıyordu. Yine Suriye ve Irak’ta operasyonlar gerçekleştirip ABD ve Rusya ile de pazarlıklar yapıyordu.

Bahçeli iç barışı sağlamak istiyorsa mesela işe Hakkâri Belediyesine atanan kayyımdan başlayabilir.

Bahçeli’nin daha önce kapatılmasını istediği Anayasa Mahkemesinin Selahattin Demirtaş, Can Atalay ve Osman Kavala için verdiği kararların uygulanmasından başlaması da iyi bir alternatif olabilir.

Bu ülkede milyonlarca Kürt yaşıyorken Kürtçeden “bilinmeyen bir dil” diye söz eden bir Meclisin Kürt sorununu çözmesi için atılması gereken adımlardan uzun uzadıya söz etmeye gerek yok.

Ancak bölgesel tehditlerden ve iç barıştan söz etmişken Bahçeli’ye sormak gerekiyor: Kürt sorununun ülke içinde ve demokratik-barışçıl yöntemlerle çözümü mümkünken başka ülkelerin topraklarını işgal ederek ve üstelik bütün bölge için büyük bir tehdit oluşturan cihatçı gruplarla iş birliğini sürdürerek Türkiye bölgesel tehditlerden uzak tutulabilir ve iç barış sağlanabilir mi?

Burada bir diğer tartışma konusu da tekeller kârlarına kâr katarken enflasyon karşısında eriyip giden asgari ücrete bile zam yapmayan iktidarın on milyonlarca işçi-emekçiyi açlık ve yoksulluğa mahkum ederken iç barışı sağlamasının mümkün olup olmadığıdır.

Oysa şimdi İsrail’in topraklarımıza göz diktiğinden söz eden Erdoğan daha birkaç gün önce BM toplantısı için gittiği ABD’de emperyalist tekelleri “Türkiye’ye yatırım yaparak birlikte büyümeye” çağırıyor; ülke kaynaklarını onlara ‘vadedilmiş toprak’ olarak sunuyordu.

Yaşanan gelişmelere ve arkasındaki politik hesaplara bakıldığında karşımıza şu gerçek çıkıyor: İktidar bloku ve arkasındaki sermaye güçleri, bölgesel tehdidin arttığı bir dönemde iç cepheyi tahkim ederek kendi pozisyonunu güçlendirmek ve yeni fırsatları kollamak istiyor. Dolayısıyla iktidar, Kürt sorunundan bölgedeki yayılmacı emellerine ve ekonomik alandaki emek düşmanı politikalarına kadar mevcut uygulamalarından vazgeçmek bir tarafa attığı kimi sembolik adımlarla muhalefeti ve toplumu beklentiye sokarak aslında uyguladığı politikaların dayanaklarını güçlendirmenin hesabını yapıyor.

Bugün ülkeyi ve halkları, giderek büyüyen savaş ve bölgesel tehditlerden uzak tutmanın yolu; bölgede barışı ve ülkede demokrasiyi savunmaktan geçiyor. Ülkedeki iktidar böylesi bir yönelime girmek bir tarafa bu politikanın önündeki en büyük engel olma konumunu sürdürüyor. Bu nedenle bölgede barış ve ülkede demokrasi için emek ve demokrasi güçlerinin beklentiye girmeden öncelikle bu iktidara karşı mücadelelerini birleştirmeleri gerekiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa