Çığlık
Görsel: Edward Munch’un "Çığlık" adlı tablosu
Bugünlerde Norveçli Ressam Edvard Munch’un “Çığlık” adlı tablosuna takılı kafam. Tablonun yansıttığı, dünyaya, insanlığa hayal kırıklığı ve öfkenin ruhsal durumunu yaşıyorum adeta. Yalnız ben mi? Ülkemde düşünen, yazan, çizen, sorgulayan pek çok kişinin de aynı duyguları paylaştığını zannediyorum. Bir ülkede katillerin, uyuşturucu baronlarının, silah kaçakçılarının, mafya bozuntularının “cezasızlık” sayesinde ellerini kollarını sallayarak serbestçe dolaştığını, kadın cinayetlerinin, çocuk istismarının her geçen gün biraz daha çoğaldığını fark ettiğinizde gündelik yaşantınızı normal bir insan gibi nasıl sürdürebilirsiniz? Üstelik ülkenin aydınlık insanları, avukatlar, doktorlar, gazeteciler, aktivistler sırf düşünceyi ifade özgürlüklerini kullandıkları için cezaevlerine konulmuşken…
İstanbul Sözleşmesi gündeme geldiğinde, kadın cinayetlerinin önlenebilmesi için bu sözleşmeye imza konulmasının yararından söz edilmişti. Kadını erkeği sağlıklı bir toplum içinde yaşamanın koşullarından biri olarak görmüştü insanlar İstanbul Sözleşmesi’ni. Her zamanki gibi iktidar kesimi bu sözleşmeye de karşı çıktı. “Kadınlarımızı biz koruruz” denildi. Gelinen noktada ise 81 ilin hemen her birinde her gün kadınlar öldürülüyor erkekler tarafından acımasızca. Adaletin yaya kaldığı ülkemde can güvenliği ne yazık ki en korunaksız alanlardan biri. Başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerde yaşayanlar nicedir bir korku iklimi içinde. “Biz bu duruma nasıl geldik?” derseniz yanıtım hazır el birliğiyle; siyasetçilerin masallarıyla uyuyarak, yetmez ama evet diyerek, 12 Eylül Anayasası’nı baş tacı ederek, konuşmaktan, yazmaktan korkarak, dik durmak yerine iktidara yaltaklanarak. Ve de muhalefetsiz bir Türkiye’yi siyasetimize armağan ederek.
Daha siz okurlarla paylaşılacak pek çok şey var da bir köşe yazısına sığması olanaksız. Özetle diyebilirim ki şimdilik sadece ülkenin haline bakıp çığlık atmak geliyor içimden.
Yazıyı has şairlerimden Gülten Akın’ın bir şiiriyle sonlayayım istiyorum. “Avlu”
AVLU
Avlu bir çığlıkla tamamlandı
Sanki eksikli kalırdı o çığlık olmasa
Uzun buzdan sarkıtlar biçiminde
Dondu çığlık
Dondu çığlık
Lacivert resimler çizerek üstümüze
— Ana o çığlığı nereden buldun?
Düşündü nöbetçi, sirenlerden mi
Martılardan belki
Ama nerde deniz? Deniz olmalı ki
Üstümüzde mavisi kesilmiş soğuk gökyüzü
Altımızda
Altımızda yanımızda ve her yerimizde
Avlu.
Avlu, o yedi günün birinde
Toplaşıp toplaşıp dağıldığımız
Yaşayan parçamız oldu.
Avlu
Kulübeler ve dikenli teller
Pembe ve çatık nöbetçi
Kalan altı günde birikir mi
Kurşuni damdaki deprem öncesi sessizliği
O çığlık olmasa yarım kalacaktı sanki
Üstümüze doğrultmaya tüfekler
Mekanizma sesleri
Geldi bütünledi
Çelenkti o, kara gövdesiyle devindi avluda
Dokusunda ilenç çiçekleri
Önünde durdukça her bir ananın
Büyüdü
Öyle ki
Onu kim görse dağ derdi
Şimdi biz
Yani biz analar
Artık o avluya nasıl sığarız?
- Sabah esintileri 20 Kasım 2024 04:25
- Kayıp ülkem 13 Kasım 2024 04:05
- Samimiyetinizi sevsinler! 06 Kasım 2024 04:40
- Umut yaprakları 23 Ekim 2024 03:07
- Anılarda bir gezinti 16 Ekim 2024 04:47
- İçe bakış 25 Eylül 2024 01:47
- Çivisi çıkmış toplumda çocuk olmak 18 Eylül 2024 04:28
- Çıkmaz sokak 11 Eylül 2024 04:44
- Çocuğun gördüğü düştür barış 04 Eylül 2024 04:10
- Orman Siyaseti 21 Ağustos 2024 04:24
- Akıncı ruhlar 14 Ağustos 2024 04:53
- Ne değişir? 07 Ağustos 2024 04:56