11 Ekim 2024 05:00

'Cumhur'un eli ve siyasi dizayn

TBMM'nin açılışında Bahçeli'nin DEM ile tokalaşması

Fotoğraf: AA

Paylaş

TBMM’nin yeni yasama yılı açılışı toplantısında iki olay öne çıkmıştı. Bunlardan ilki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İsrail’in gözünü vatan topraklarımıza diktiği” açıklamasıydı. İkincisi de Erdoğan’ın Cumhur İttifakındaki ortağı MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin Dem Parti Eş Başkanı Tuncer Bakırhan ve Dem Parti’li milletvekilleri ile tokalaşması ve bununla ilgili soruya da “Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım diye düşünüyorum” yanıtını vermesiydi. Bu adımların ülke ve bölge (Ortadoğu) siyaseti bakımından ne anlam taşıdığı ve devamının gelip gelmeyeceği ya da nasıl geleceği merak ediliyordu.

Bahçeli ve Erdoğan, bu hafta partilerinin Meclis grup toplantılarında yaptığı konuşmalarla bu soruların yanıtını bulmak bakımından önemli mesajlar verdiler.

Bahçeli’nin konuşmasında öncelikle Dem Parti’lilerle tokalaşmasını “Doğaçlama olmayan iyi niyetli tutum” olarak nitelemesi dikkat çekiyordu. Çünkü bu vurgu, atılan adımın Erdoğan’la konuşulmuş ve devamı hesaplanmış bir hamle olduğunu ortaya koyuyor. Bahçeli’nin konuşmasına damga vuran bir diğer ifade ise, “Uzattığım el milli birlik ve kardeşliğimizin mesajıdır” sözleriydi. Bahçeli’nin bu ifadesi, AKP-Erdoğan iktidarının 2009’da Kürt sorununu çözme adına “milli birlik ve kardeşlik projesi” adı altında başlattığı açılım sürecini akıllara getiriyordu.

Erdoğan da partisinin grup toplantısında “Cumhur İttifakının uzattığı elin değerinin muhatapları tarafından da layıkıyla anlaşılmasını ümit ediyoruz” diyerek Bahçeli’nin attığı adım ve yaptığı açıklamalara sahip çıktığını gösterdi.

Kuşkusuz Bahçeli’nin Dem Parti’lilerle tokalaşma adımı ile Erdoğan’ın “Millet olarak iç cepheyi sağlam tutma” açıklaması birbirini tamamlıyor. Dolayısıyla burada ‘Cumhur’un uzattığı elin nasıl bir siyasi dizayn istediği sorusuna yanıt vermek önem taşıyor.

Öncelikle bilgi ve belgeler aksini söylediği halde Erdoğan’ın “İsrail tehdidi” vurgusu, “dış tehdit” algısı üzerinden “milli birlik” havası yaratmayı ve bunun üzerinden muhalefeti iktidarın politikalarına yedeklemeyi ya da en azından bu politikalara açıktan muhalefet edemez hale getirmeyi amaçlıyor. Elbette bu politika; açlık, yoksulluk ve işsizlikle karşı karşıya olan geniş emekçi halk kesimlerinin de dikkatini bu sorunlardan uzaklaştırarak iktidara karşı tepkilerini yatıştırmayı da hedefliyor.

CHP Lideri Özgür Özel, bu konuda Mecliste yapılan ‘kapalı oturum’dan sonra yasak kararına rağmen İsrail’le ticaretin başka biçimler altında sürdürülmesine dikkat çekip bu oturumda iktidarın söz konusu tehdit açıklamasıyla ilgili hiçbir somut bilgi açıklamadığını söyledi. Ancak Mecliste ‘kapalı oturum’ isteyen CHP idi ve Özel’in açıklamaları, CHP’nin bu tutumunun Erdoğan’ın toplumda “dış tehdit” algısını oluşturmasına hizmet ettiği gerçeğini değiştirmiyor.

Dizayn siyaseti bakımından asıl tartışma, Bahçeli’nin Dem Parti’lilere “Türkiye partisi olma, teröre cephe alma temennileri” eşliğinde “milli birlik ve kardeşlik mesajı” vermesi üzerinden sürdürülüyor.

Daha düne kadar Dem Parti’nin kapatılmasını, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp cezaevlerine doldurulması ve belediyelere de kayyımlar atanmasını savunan Bahçeli’nin bugün neden “birlik ve kardeşlik”ten söz ettiğini anlamak için bölgede yaşanan gelişmelere dönüp bakmak gerekiyor.

İsrail’in Gazze’de başlayıp bölge ülkelerine yayılan saldırganlığı, ABD emperyalizminin başını çektiği Batılı emperyalistlerin bölgeyi yeniden dizayn etme politikasının aracına dönüşmüş bulunuyor. Bu politika, öncelikle İran’ın merkezinde olduğu “direniş ekseni”ni parçalamayı amaçlıyor. Ancak bu yeniden dizayn etme politikası, tıpkı “İsrail-Filistin sorunu” gibi önemli bir bölgesel sorun olmayı sürdüren Kürt sorununu da denkleme dahil etmeyi zorunlu kılıyor.

Kürt sorununun bu denklem içindeki ağırlık noktaları konusunda şunlar söylenebilir:

Birinci olarak; ABD emperyalizmi Rojava’da SGD (Suriye Demokratik Güçleri) ile iş birliğini, Suriye’de Rusya ve İran’ın bölgesel gücünü arttıracak bir çözümün önüne geçmek için kullanmaya çalışıyor. Öte yandan çözüm sürecinde (2013-2015) Rojava’daki en önemli siyasi aktör olan PYD ile görüşen Erdoğan iktidarı, beklediği sonucu alamadığı için masayı devirip bu süreci sona erdirdiği günden bu yana Rojava’daki Kürt özerk yönetimini bölgesel bir tehdit olarak görüyor.

İkinci olarak, Şengal ve Kerkük’te IŞİD’e karşı aldığı tutum PKK’nin Kandil bölgesindeki askeri kamplarının ötesinde Irak siyasetinde etkili bir aktör haline gelmesini sağlamış ve bu süreç, KDP ile çelişkileri üzerinden de PKK ve YNK (Kürdistan Yurtseverler Birliği) arasında iş birliğinin önünü açmıştı. Burada asıl dikkat çekici olan, KDP’nin Türkiye ile olan ilişkilerine benzer biçimde İran ile ilişkileri bulunan YNK’nin, PKK ile sürdürdüğü iş birliğinin Türkiye-ABD-İsrail eksenine karşı İran’ın bölge politikası ve bölgesel çıkarları ile önemli oranda kesişmesiydi. Bu politika bağlamında Irak Kürdistan Bölgesi’nde 20 Ekim’de yapılacak seçimlerden nasıl bir sonuç çıkacağı da önem taşıyor.

Bu tablo, hem bölgede İran’ı dengeleyici bir rol üstlenmek ve hem de bölgenin yeniden paylaşımı konusunda ABD ile pazarlıklar yapmak bakımından Kürt sorununu Erdoğan iktidarının zayıf karnı haline getiriyor.

Tam bu noktada hem Özal’ın zamanında “federasyon tartışması” yapmasının ve hem de Erdoğan’ın çözüm sürecini başlatmasının arka planında Türk burjuvazisinin bölgenin paylaşımı mücadelesinde payını arttırma ve bu mücadelede Kürtleri yedekleme hesaplarının bulunduğunu hatırlamak önem taşıyor. Yani devlet ancak egemen sınıfın çıkarları söz konusuysa ya da bu çıkarlar tehdit altındaysa Kürt sorununu hatırlıyor. Devlet Bahçeli’nin çıkışını da bu devlet aklından ve bölgenin yeniden dizaynı bağlamında Türk egemen sınıfının çıkarlarından bağımsız düşünmemek gerekiyor.

Dem Parti ve Kürt siyaseti de haklı olarak bu hesaplar karşısında Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme yönünde somut adımlar atılmasını istiyor.

Bu arada cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ı destekleyen Sinan Oğan’dan geçtiğimiz günlerde Saray’da Erdoğan ile görüşen Akşener’in İyi Partisine kadar en kritik süreçlerde iktidara yamanan ırkçı-şoven çevrelerin sanki iktidar ve Kürtler arasında bir ittifak varmış gibi son gelişmeler üzerinden Kürt düşmanlığı yapması da en çok iktidarın işine yarıyor.

Erdoğan, geçmiş dönemde Kürt sorununun çözümü konusunda yarattığı beklentiyi anayasa değişikliği için kullanmaya çalışmıştı. Bugün de eğer böylesi bir beklenti yaratılabilirse ‘Cumhur’un Kürtlere uzattığı eli, rejimi tahkim etmeye yönelik anayasa değişikliği için kullanmak isteyeceğine kuşku yok. Ancak Demirtaş ve arkadaşlarının bu hesabı boşa çıkaran demokratik tutumları nedeniyle cezaevlerinde rehin tutulmaya devam edildiklerini de unutmamak gerekiyor.

Bunların yanı sıra PKK Lideri Öcalan’ın da Kürt sorunuyla ilgili bütün kritik süreçlerde önemli bir siyasal aktör olarak devreye girdiği akılda tutulmalıdır. Bu noktada 13 Ekim’de Diyarbakır’da Öcalan üzerindeki tecridin son bulması ve Kürt sorununun çözümü talepleriyle yapılması planlanan ve Diyarbakır Valiliği tarafından yasaklanan ‘özgürlük mitingi’ne karşı iktidarın ortaya koyacağı tutumun da önümüzdeki dönemin yol işaretlerinden biri olacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Sonuç olarak, “Cumhur’un uzattığı el” iktidarın ömrünü uzatmaya ve temsil ettiği sınıfın bölgesel çıkarlarını korumaya dayalı bir siyasi dizaynı amaçlıyor. Bu nedenle ülkeye demokrasi ve bölgeye barış; Cumhur’un eliyle değil, halk güçlerinin mücadele birliğiyle gelecektir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa