Kent-soylulaştırma-tetikçisi: Sanat mekânları
Recep Tayyip Erdoğan ve Fettah Tamince | Fotoğraf: AA
Geçen hafta kent-soylulaştırma aracı olan kahve mekânlarını ele almıştım. Bu hafta da aynı kavram altında ve yine bir örneği açarak sanat mekânlarına değineceğim. Bu arada belirteyim, kahve dükkânlarının sömürü yüzünü merkeze alan Murat Uysal’ın haberine, EspressoLab isimli dükkân mahkeme kararıyla erişim engeli getirdi (1). Diğer bir deyişle sömürü düzenlerinin sürmesi için hakikatin yayılmasını istemediler. Bu da bize hakikate ısrarla daha çok alan açmanın gereğini gösteriyor.
23 Ekim 2024’te Tersane İstanbul’da sanat fuarı Contemporary İstanbul’un açılışı olacak. Bu sanat fuarının Haliç tersanelerinde konumlanışını, müşterek değerlerimize haksız bir biçimde el koyma/çökme olarak okuyorum. Ama kendileri öyle ifade etmiyor elbette. Web sayfası Fuarın “İstanbul’un tarihi mimarisine yayıldığı”nı söylüyor. Fuarı tanıtan haberlerde “neden buraya gitmeli” sorusuna “güncel sanat sahnesini yakalamak, tarihî Tersane İstanbul'un sanatla buluşmasına tanıklık etmek için” deniyor. Ancak aynı kahve mekânları gibi, sanat mekânları da sömürü düzeni yaratıyor ve adı geçen Fuar, esasen Haliç’teki kentsel dönüşümün üstünü örtmeye, türlü kent suçlarını görünmez kılmaya ve nihayetinde emekçileri yerinden süren bu ortamı cazip kılmaya yarayan bir gösteri. Fuar denilen ortam da eşit-adil bir sanat üretim/paylaşım ortamı değil, sanat işlerinin piyasaya sürüldüğü bir pazar ortamı.
Contemporary İstanbul’un Haliç’e çöken sanat pazarı neyin üstünü örtüyor, açalım;
Türkiye’de 1980’lerde etkisi baş gösteren neoliberal politikalar, 1990’larda devlet kurumlarının özelleştirme kapsamına alınmasıyla her alana yayıldı. 2000’lerden bu yana da süreci devralan AKP eliyle bu topraklarda üretilmiş tüm değerleri derinden etkiledi. Söz konusu süreçlerin her aşamasından istisnasız bir şekilde etkilenenlerden biri de Haliç Tersaneleri, nâm-ı diğer Tersane-i Âmire oldu.
20. yüzyılın son çeyreğine dek aktif bir biçimde kullanılan ve bir su kenti olan İstanbul’un hat analizine bağlı gemi üretim, bakım/onarım ihtiyacını karşılayan Tersane-i Âmire, farklı programdaki yapıları ile Haliç’in kuzey kıyısında yaklaşık 2 km’lik kıyı şeridine kesintisiz olarak yayılıyor. Alandaki denizcilik faaliyetinin Osmanlı dönemi öncesine dek uzandığını çeşitli belgelerden takip edebiliyoruz. Alanda asırlardır üst üste katmanlaşan Roma, Bizans, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’ne ilişkin denizcilik birikimi var. Bulunduğu konumda asırlardır kesintisiz bir biçimde faaliyetine devam eden bir üretim alanı olan Tersaneler, önce yavaş yavaş işlevsizleştirilmeye ve itibarsızlaştırılmaya başladı, peşine bu kesintisiz bütünlüğün Camialtı ve Taşkızak Tersaneleri kısmı, Haliç Port adıyla usulsüz olarak ihaleye açıldı. Tersaneler bir yandan parçalara ayrılırken alandaki donanım hurda olarak satıldı.
1 Eylül 2024’te açılışı yapılan Rixos sermaye grubuna ait, alanın yeni adını alan ve Evrensel’e konu olan Otel haberi arkadaki ticari ilişkileri detaylıca veriyor (2). Rixos başkanı Fettah Tamince’nin söyleşisinde geçen; “…7 yıl da imar durumu, izinler, davalar, proje hazırlıkları ile uğraştık..” sözleri de kent muhalefetinin, bizlerin karşı gücünü gösteriyor (3).
Rixos Tersane İstanbul Oteli de aynı Contemporary İstanbul gibi, Tersane İstanbul adı verilen Haliç Port projesinin devamı. Bu proje daha ilk ilan edildiğinde, dönemin Beyoğlu Belediye Başkanı tarafından Okmeydanı dönüşüm projesinin “denize açılan kapısı” olarak duyuruldu.
Contemporary İstanbul, bir “art-washing”, yani sanatla aklama projesi. Açarsak, sermayenin pozitif bir imaj kazanması, kendisini aklaması için sanata destek verdiği örneklerden biri. Bu aklama, alanın değerlerini olması gerektiği gibi yaşatma çabasına zarar veriyor. Olması gerektiği gibi yaşatma nasıl olur? Bu değerleri var edenleri yerinden eden değil, aksine onları gören, müşterek değerleri alelacele değil, zamana yayılan nitelikli bir şekilde ele alan vb. yollarla olabilir.
Oysa ki ulusal envanter listesinde koruma altına alınan tersanelerde niteliksiz restorasyon ve yeniden inşa projeleri süregidiyor. Önce projelerin üretilip ardından gerekli onayların alınmasına dayanan yasal uygulama süreçleri alaşağı ediliyor, hızla imar faaliyetine girişiliyor. Kamuoyu bu süreçlerden açık, şeffaf olarak bilgilendirilmiyor, sorulan hesaplara cevap verilmiyor. Ekosistem zarar görüyor. Deprem riski olan kente, güvenli kamusal alanlar sunabilecek bu alanda yoğun bir yapılaşmayla kente yeni yükler getiriliyor (4).
Haliç Port / Tersane İstanbul’un inşaat süresinde işçilerin emekleri sömürülüyor, barınma, hijyen, havalandırma ve yemek sorunları yaşıyor, buna direnenler işten atılıyor. Sanat pazarında eserlerini sergilemek zorunda kalan bağımsız sanatçıların işleri bitmeyen ve kontrol edilmeyen inşaat süreci nedeniyle yağmurdan zarar görüyor, çalışanları elektrik çarpıyor. Yani zorla işlevsizleştirilen tarihi mekânlar da emekçiler de ekosistem de topluca zarar görüyor. Nihayetinde bu yazının görselindeki gibi eski bir gemi çizimi de bağlamından koparılıp iktidar ve sermaye elinde nesneleşiyor, seyirlik bir imaja dönüşüyor.
Kentleşme politikasını, kenti metalaştırarak dönüşüm değerine tahvil eden bu yaklaşım yerine, kullanım değeri üzerinden ele alan, aynı şekilde sanatı da tüketim aracı değil, özgürleştirici bir üretim alanı olarak gören başka bir tutum, üstteki örnekteki ilişkileri dönüştürebilir. Bir sanat paylaşım ortamı, kent suçlarının örtüsü ve seyirlik nesnelerin mekânı değil de aynı başka bir kent tahayyülümüz gibi, birlikte ürettiğimiz ve dönüştürebildiğimiz bir yer olursa, kentin tüm bileşenleri, hepimiz özgürleşeceğiz.
İktidarlar ve sermayedarların böylesine bütünleşik bir saldırısı karşısında, bir uzlaşma olamayacağı açık. Emek-sermaye çelişkisinin türlü veçhelerle görünür yüzü olan bu alanlar, ne iyi bir mimarlık, ne de iyi bir sanat üretim mekânı olabilir. Tam da bu nedenle eleştirel düşünce ve pratiklere dayanan, hakikatle ısrarla yüzleşen bir mücadele örmek gerekiyor. Böylesine bütünleşik bir saldırıya karşı da, sömürü türlerini ayrıştırmayan bir politik cepheye dayanan bütünleşik bir mücadeleye emek vermek kaçınılmaz oluyor…
1. https://x.com/hakki_ozdal/status/1843989532208693699
3. https://www.turizmajansi.com/haber/tamince-burada-yeni-bir-otel-markasi-yaratiyoruz-ismi-de-h67041
- Kültürel değerin sınıfsallığı: Haydarpaşa Garı 28 Aralık 2024 04:45
- İmarın sınıfsallığı: İmar kimin hakkı? 21 Aralık 2024 04:28
- Savaşı belgelemek: Adli mimarlık 14 Aralık 2024 04:30
- Rahmi Koç’un kültür sermayesi 07 Aralık 2024 06:30
- Orhan Kemal’den Rahmi Koç’a kültürel değer üretimi 30 Kasım 2024 06:25
- Kent suçu nedir? Antakya örneği… 23 Kasım 2024 05:06
- Kent hakkı bağlamında kent konseyleri: Hopa 16 Kasım 2024 04:35
- Endüstri mirasını “koruma”: Haydarpaşa/Sirkeci Garları 09 Kasım 2024 04:58
- Sağlık sisteminde “koruma”: Heybeliada Sanatoryumu 02 Kasım 2024 05:30
- Mimarlığın simgesel gücünü sorunsallaştırmak! 26 Ekim 2024 04:00
- İşçi sınıfı mekânlarında süregiden soylulaştırma 19 Ekim 2024 04:12
- Kent-soylulaştırma-tetikçisi: Kahve mekânları 05 Ekim 2024 04:58