Siyasi yalan
Fotoğraf: Hilal Tok/Evrensel
Enflasyon, dönemlere göre, bazen baz etkisiyle, bazen baskılamayla hafif de olsa geriliyor, fakat işin doğası olarak fiyatlar gerilemiyor, hatta daha düşük hızla da olsa yükselmeye devam ediyor. Siyasilerin enflasyonu kontrol ediyoruz ya da edeceğiz söylemleri fiyatların düşeceği anlamına gelmemektedir. Zaten artık halkımız enflasyon ve fiyatlar genel düzeyi arasındaki farkı ciddi maliyetler yüklenerek bir hayli öğrendi. Çünkü enflasyon dursa dahi, fiyatlar olduğu düzeyden gerilemeyecek, maaşlar da olduğundan daha fazla yükselmeyecek, yani enflasyon düşüyor söylemleri gölgesinde halkın büyük bölümünün yoksulluğu, şiddeti azalmakla beraber, yükselerek devam edecektir. Bu durumda acaba siyasiler mi seçmene, yoksa seçmenler mi siyasilere teşekkür borçludur. Bunun yanıtı çok nettir. 22 yıllık icraatıyla kendini ayna gibi ortaya koymuş bir hükümet kadrosunu hâlâ bu halk besliyorsa, helal olsun demekten başka şey gelmez elimizden! Tabii aynı durum “Yetmez, ama evet” aydın geçinen aymazlar için de geçerlidir. Şöyle ki, iktidarı ele geçirmiş kadronun mazisi ortada, Dünya kapitalizminin durumu açık ve daha da önemlisi Türkiye ekonomisinin kronik yetersizliği de had safhada iken AKP’ye verilen vize ile bugünlere taşındık. Doğrusu, bu kadar akla şapka çıkar! Evet, asker-bürokrat baskısına karşı olmalıyız, olmalıyız da, bugünkü tek parti baskısı, daha doğrusu dünya sermayesiyle iş birliği içindeki tek adam hakimiyeti üstelik de asker-bürokrat baskısı gibi net olarak da anlaşılamayan baskı daha şiddetli değil midir? Üstelik de hemen tüm kurumlar da siyasetin amaçları doğrultusunda örgütsel araçlar olarak çalıştırılıyorsa, şimdilerde o anlı şanlı aymaz aydınlar bu durumu eskilerden daha olumlu demokrasi olarak mı görüyorlar acaba! Aymaz aydınların kendilerini savunma mekanizması olarak kullandıkları, ilk zamanların daha iyi olduğu, AKP’nin son dönemlerinde şaşırdığı tezi ise aymazlığın daha da ileri düzeyidir. Çünkü siyasi çözümlemeler bir anlık ya da kısa süreli aldatıcı ifadelerle değil, yaşanmış geçmiş ve yaşanacağı tahmin edilebilen, öngörülebilen geleceğe göre yapılır. Kediler de sobanın yakıcı olduğunu düşünceyle değil de, patisini bir sefer değdirdikten sonra anlıyorsa, bir olay ya da süreç için kanaat beyanının anlık duruma göre yapılması, yapanın beyni hakkında ciddi kuşku oluşturur.
AKP yalan söylemedi, hem de hiçbir zaman yalan söylemedi. AKP’nin iktidara geliş hikmeti ile Suriye’de ABD’nin arkasına takılarak ülkenin parçalanmasına yol açma misyonu rastlantısal olamaz. Ülkenin şekilci dinciliğe sürüklenmesi de samimi dindarlıkla değil, emperyalistin dünyayı şekillendirme projesi misyonu ile ilgili görülmelidir. Şöyle ki, dünya nimetleri daralırken, dünya nüfusunun anormal yükselişi karşısında Batı dünyasının kendi alanını çembere alması gerekmektedir. Uluslararası ayrıştırıcı çok temel ölçütlerden biri de alt kimlikler olarak İslam-Hristiyan ya da İslam ve İslam dışı dünya ayrıştırmasıdır. İslam dünyasını Batıya eklemlemeden, fakat kendi içinde felsefi yapısını çürütüp şekilciliğe dönüştürülmesi de emperyalistin İslam dünyasını kendi alanı dışına çıkarma ve ileride tehlike oluşturabilecek kapitalizme aykırı felsefi tabanından da kurtulma projelerindendi. Diyanetin dahi Batı’nın İslam dünyasına ihraç ettiği “ılımlı İslam” ile neyin kastedildiğini anlayamadan, zavallı bir şekilde salt “Alnın secdeye değmesi” sloganının yaygınlaştırılması da yine emperyalistin AKP’ye biçtiği misyoner görevlerdendi. Keza İsrail meselesi ve Kıbrıs konuları yanında, Kürt devleti kurgusu da aynı menüde yedirilen işlevlerdendir. Doğal olarak, tüm bu vaatler ya da görevler millete yedirilebildiği derecede yerine getirilebilirdi. Onun için de halkımızın en hassas sinir uçlarına dokunmak, yani dinciliği öne çıkarmak ve tam bir gösteriş havası içinde siyasilerin de bu yola baş koymaları senaryonun olmazsa olmaz yağlama sürecidir.
“Komşun açsa, sen uyuyamazsın” söyleminin sorumluluğu bugünkü dünyamızda bireylerin değil, devletin omuzundadır. Ne var ki, devlet TÜİK’i politikasına araçsallaştırarak emeklileri, emekçileri, halkın büyük bölümünü sefalete sürüklemektedir. Bunun bir sebebi de, yerli ve yabancı sermayeye tav olmuş siyasal yapının yap-işlet-devret ve kamu-özel ortaklığı modelleriyle, Osmanlı’nın son dönemi Düyun-u Umumiye yönetimini hatırlatırcasına gelecek nesillere de sarkan ulusal borçluluk oluşturma gayretleridir. Bu kadar borç batağında, zorunlu yükümlü olarak enflasyonu siyasi manevranın sonucu değil de otonom piyasa işlemi olarak gören TÜİK kurbanı vefakar halkımızdır. Haberlere göre, bir emekli yargıç bu konuda TÜİK’i dava etmiş ve mahkeme de ara karar olarak TÜİK’ten bilgi ve belge talep etmiş. Zavallı TÜİK ne yapsın, mahkemeye savunma olarak kurumun “emir kulu” olarak çalıştığını beyan edemezdi ki! Umalım bu belgelerin incelenmesinde kullanılacak bilirkişi heyeti de paraşütle üniversitelere indirilen yandaş kimselerden oluşmaz. Zira öyle bir ortamdan geçiyoruz ki, her şey usulüne uygun yapılıyormuş görüntüsünde cereyan etmekte, ne var ki uyulan usul bilim ve adaba uygun olmadığından yine toplum zararda, kamusal kurumları araçsallaştıran siyasileri avantajlı çıkmaktadır.
Enflasyon, dış ve iç sermayenin emrindeki devlet aygıtının politik amaçlarına göre kullandığı perdelenmiş ağır bir vergidir. Evet, enflasyon devlet tarafından salınan ağır bir vergidir. Bu vergi, gelir vergisi ya da KDV veya ÖTV gibi belirgin de değildir. O nedenle, enflasyon karşısında genellikle devlet değil, piyasa sorumlu görülür. Oysa bu konuda tek sorumlu devlet ya da hükümettir. Günümüzde devlet-hükümet ayırımı yok olduğundan her iki kavram da birbiri yerine kullanılabilir. Peki, devlet enflasyonla ne yapmak istemektedir, insanları köleleştirmek mi istemektedir? Hayır, zira siyasi organlar bu tür habis amaçları açık olarak uygulamaz, elleri altındaki kamusal araçlarla örtülü şekilde amaçlarına ulaşmaya çalışırlar. Enflasyon ve halkların köleleştirilmesi konusunda bu durum şöyle çalıştırılmaktadır. Enflasyonun müsebbibi olarak bütçe açığı görülürse, devlet suçlanır. Evet, çoğu zaman israfa varan kamu harcamaları bütçe açığına yol açabilir. Türkiye’de de bu durum vakidir. Ancak bu tür harcamalar sistemik değil, hatadır ve engellenebilir. Diğer bir deyişle, bu tür aşırı harcama ya da kamusal israf diyebileceğimiz harcamalar kısılabilir, hatta biraz zorlama ile sonlandırılabilir dahi. Bütçe açığına sebep olan asıl faktörlerden biri, güçlü kuruluşlara verilen vergi teşvikleri, diğeri ise verimsiz alanlarda yaşanan vergi kaybıdır. Güçlü kuruluşlara verilen vergi teşvikleri salt sermayeyi teşvik olarak tanımlanamaz. Daha da önemlisi, güçlü kuruluşlara tanınan vergi teşviklerinin sermaye birikimine değil, büyük kısmı itibarıyla varsıl kesimin lüks harcamalarına gittiği, hatta yurt dışına transfer edildiği düşünüldüğünde, bu kalemlerin yol aştığı enflasyonla bazı vatandaşlardan enflasyon üzerinden yoksuldan güçlülere kaynak transfer edildiği anlaşılır. Başka bir deyişle, enflasyon süreci, devlet eli ile fakirin ya da emekçinin varsılı beslemesi ve daha da güçlendirmesi demektir ki, perdelenmiş bu süreci halkın algılaması güç olduğundan siyasi tercihin değiştirilmesi fazla olası görülemez.
Devlet, geçmişte olduğu gibi, özellikle de neoliberal politikalar altında uluslararası güçlü sermayenin emrinde örtülü şekilde halkın üzerine yük yıkmaktadır. Halk ile sermaye dokusu arasında yaşanan böylesi yük kaydırmaları aynı miktarda sermaye birikimine katkı yapmadan yoksuldan varsıl kesime gelir aktarımı gerçekleştirilmiş olur. Varsıl kesime yapılan aktarmalar sermaye artışına değil, önemli kısmı itibarıyla kişisel servete dönüşür. İşte, kapitalist sistemde devletin halkın aleyhine sermayenin yürüttüğü örtülü politikalar nedeniyledir ki, tüm adaletsizliklere, hukuksuzluklara, eğitimin çökmesine, ülkenin gerici tarikatların emrine girmesine büyük sermayenin ve yabancı sermayenin sesi fazla gür çıkmamaktadır. İnsan halkları ve dürüst rejim laflarını dillerine pelesenk edenler sistemin işleyen bu alt mekanizmalarını kesinlikle kurcalamazlar, sistemin eğitim kurumları da bunları seminer konuları olarak tartışma ortamına taşı(ya)mazlar, zira taşıdıklarında başlarına gelmedik kalmayabilir. Zira burjuva demokrasisinde olguların analizi ve topluma yaygınlaştırılması, halkın huzuru adına(!) varsıl kesim kanalından gerçekleştirilir.
Güneş doğsa da, ne çare ki kıyamete kadar uyku tatlıdır!
- Çöküş ivmesi durabilir mi, durdurulabilir mi? 30 Kasım 2024 04:51
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33
- Boğaziçililer günü 28 Eylül 2024 05:07
- Cinayetin siyasallaştırılarak, perdelenmesi 21 Eylül 2024 04:40
- AKP’nin özü netleşiyor 14 Eylül 2024 04:45
- AKP, politikalarını düzeltebilir mi? 07 Eylül 2024 04:56