13 Ekim 2024 04:47

‘İç cephe’ çağrılarını 10 Ekim 2015’te yitirdiklerimizin fotoğraflarına bakarak düşünmek

İstanbul 10 ekim anması

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

PAZAR
Paylaş

İktidar kanadından gelen ‘iç cephe’ çağrılarının ‘söz’ ve ‘jest’lerle yoğun olarak ifade edildiği bir dönemden geçiyoruz. İlk olarak 30 Ağustos törenlerinde yaptığı konuşmada bir ‘iç cephe’ ihtiyacından bahseden Cumhurbaşkanı Erdoğan, 25 Eylül’de ABD’ye yaptığı ziyaret sırasında konuyu pekiştirmişti. TBMM’nin yeni yasama yılı açılışında İsrail’in Filistin ve Lübnan’dan sonraki hedefinin Türkiye olacağını söyleyip, bu gündemi zirveye çıkarmıştı.

Meclis açılışında DEM Parti grubuyla tokalaşan Devlet Bahçeli, partisinin geçtiğimiz hafta yapılan Meclis grup toplantısındaki sözleriyle bu eğilime desteğini belli etti.

Tarihin garip bir cilvesi olarak ‘10 Ekim Katliamı’nın dokuzuncu yıl dönümüne denk gelen ‘iç cephe’ çağrıları ve yumuşama görüntüsü veren jestler, gelişmelerin ‘10 Ekim Katliamı’ ile birlikte değerlendirilmesini kaçınılmaz kılıyor.

* * *

10 Ekim 2015’te Ankara’da Gar Meydanı’nda, peş peşe patlatılan iki bombayla yapılan katliam ülkenin özgürlükçü vicdanında derin yaralar açtı. 10 Ekim 2015 Cumartesi günü, saat 10.04, ülke tarihine derin bir biçimde kazındı. Yurdun dört bir tarafından gelen katılımcılar yoldaşlarıyla selamlaşıp, kucaklaşırken patlayan bombalar, şenlik havasını yok edip, kitlesel bir felaketi yaşattı. Saldırıda 100’ün üzerinde kardeşimizi yitirdik. Bir bölümü defalarca ameliyat olması gereken ve yaşamı boyunca engelli kalacak olan 400’ün üzerinde yoldaşımız aylarca, yıllarca tedavi gördü. Bedensel zarar görmemiş olsalar da katliama tanık olanların nasıl bir travma yaşadıklarına ilişkin yeterli veri yok.

2015 yılı gerginliğin adım adım arttığı ve sonunda zirveye çıktığı bir dönem olmuştu. 2002, 2007 ve 2011 genel seçimleri sonucunda tek başına hükümet kuran AK Parti, 7 Haziran 2015 seçimlerinde çoğunluğu yitirdi. Seçimlere ilk defa katılan HDP’nin yüzde 10’luk barajı aşmasıyla ortaya çıkan yeni aritmetikle iktidarın değişmesi şansı ortaya çıktı. Rejimin 2013 yaz aylarında yaşanan ve 80 ile yayılan Gezi Parkı direnişi sırasında başlayan gerileyişi böylece tescillenmiş oldu. Ancak, muhalefet partilerinin basiretsizliği nedeniyle hükümet kurulamadı. Geçici olarak ağustos sonunda kurulan 62. hükümetin gündemi ne pahasına olursa olsun iktidarı kaptırmamak oldu.

Özellikle 7 Haziran 2015 milletvekili seçimleri sonrasında şiddet yeniden yükselişe geçti. Güç kaybeden iktidar kendine avantaj sağlayacağını düşündüğü ve barış sürecini yerle bir eden yeni bir tutum geliştirdi. 20 Temmuz’da Suruç’ta, ülkenin dört bir yanından gelen sosyalist gençlere yapılan canlı bomba saldırısında 33 devrimci hayatını kaybetti. Katliam sonrasında çatışmalar şiddetlendi. Bu koşullar altında, eylül ayı sonunda, Ankara’da bir barış mitingi yapılması için DİSK, KESK, TMMOB ve TTB tarafından bir çağrı yapıldı.

Sosyalist ve demokrat güçler çatışmalı ortama dur demek için 10 Ekim 2015’te Ankara’da, Gar Meydanı’nda ‘Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi’nde kalabalık bir kitle halinde buluştu. Savaş bulutlarını dağıtmak yanında, emeğin gündemiyle barış ve demokrasi arasındaki ilişkinin altını çizmek için yapılan bu mitingde Erdoğan rejiminin gerilimi artırıcı ve kutuplaşmayı derinleştirici tavrına karşı barışın sesini yükseltmek temel hedefti. Ancak, bu katliam ve izleyen kaos ortamı iktidarın güç kaybettiği bir dönemde yaratılmak istenen korku ikliminin en önemli basamaklarından biri oldu.

* * *

Paul Connerton, Toplumlar Nasıl Anımsar? başlıklı ufuk açıcı kitabında anma törenlerini; kişiler ve kuşaklar arasında bilgi ve kültür aktarımı sağlayan, mekansal, görsel ve metinsel boyutları olan, katılımcıları ortak bir tarihin nasıl oluşturulduğuna ilişkin bilgilendiren ortamlar olarak tanımlıyor. Connerton’a göre sadece söz ile sınırlı olmayıp bedensel pratiklere de yansıyan anmalarda geçmişten kalan ortak hafıza etrafında buluşuluyor. Anma törenleri alternatif bir bilgi kaynağı işlevi görüyor.

10 Ekim Katliamı’nda yitirdiklerimizi içimiz kanayarak anarken, elbette bu anmaların içerdiği bilgiyi de özümsememiz gerekiyor. 10 Ekim’de katledilenler ortak barış özlemlerinin onları bir araya getirdiği toplu fotoğraflarından bize bakmaktayken, “iç cephe” çağrılarını 10 Ekim 2015’ten ve ondan önceki katliamlardan süzülen bilgi ve deneyimin ışığında değerlendirmek zorundayız.

İnsanlık tarihi kadar eski olan şiddetin, siyasal alanı düzenlemek için en vahşi biçimde kullanıldığı bu terör eylemini analiz etmek ve anlamlı siyasal değerlendirmeler yapmak için Türkiye siyasetinin dönemeçleri pek çok ipucu ile doludur. Bu türden bir tarihsel arka plan önünde, kendi siyasal ihtiyacını öne çekerek, yaşanmış acı ve adaletsizlikleri yok sayarak yapılan “iç cephe” çağrılarını; 1930’da Zilan Deresi’nde, 1937-38’de Dersim’de, 6-7 Eylül 1955’te İstanbul’da, 1 Mayıs 1977’de İstanbul’da, 16 Mart 1978’de İstanbul’da, Nisan 1978’de Malatya’da, 9 Ekim 1978’de Ankara Bahçelievler’de, Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta, 1980 yazında Çorum’da, 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta, 28 Aralık 2011’de Roboskî’de, 5 Haziran 2015’te HDP’nin Diyarbakır'daki mitinginde, 10 Ekim 2015’te Ankara’da Gar Meydanı’nda ve daha nicesinde katledilenleri aklımızdan çıkarmadan, bu yaşanmışlıklardan süzülen bilgi üzerinden düşünmeliyiz.

Barış arayışlarından biriken tarihsel deneyim, kalıcı barış için niyetin ve parlak sözlerin yeterli olmadığını gösteriyor. Sıkışmış rejimin çıkış arayışı olarak değil de halklara refah ve mutluluk getirecek, kalıcı bir ortak yaşamı mümkün kılacak sahici bir cephede buluşabilmek için; geçmişin hakikatini bilmek, adalet duygusunun yeniden geçerli olduğunu görmek, mazlumların yaşadığı tahribatın tazmin edildiği müjdesini almak ve bunlardan daha da önemlisi ağır hak ihlalleri ile insanlığa karşı işlenen suçların tekrarlanmayacağı bir devlet düzeninin kuruluşuna tanık olmak gerekiyor.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa