17 Ekim 2024 05:48

‘Limit vergisi’ öldü, yerli milli sanayi balonu yaralı

Erdoğan akıncıyı imzalıyor

Fotoğraf: TCCB

Paylaş

Aslında manzara büyük oranda, Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu vesilesiyle gittiği ABD’deki dört günlük (22-26 Eylül) temaslarının ardından netleşmeye başladı. Bu ziyarete Maliye Nazırı Mehmet Şimşek de eşlik etmiş ve dört günlük mesainin önemli bir kısmı “yatırımcı” görüşmelerinde sağlanacak ilerleme umutlarına bağlanmıştı. Orada ilerleme olmadı.

İkinci önemsedikleri nokta, başta ABD’nin Türkiye’ye (S-400 ‘krizi’ ile bağlantılı olarak) Aralık 2020’den beri uyguladığı CAATSA yaptırımları olmak üzere; iki ülke arasındaki politik ve ekonomik ilişkilerin yönünü de tayin niteliğinde olan pürüzlerin biraz olsun giderilebilmesiydi. Erdoğan’ın, son günkü programında ilan edilmesine rağmen Biden’ın düzenlediği akşam yemeğine katılmayıp Türkiye’ye dönmesi de gösterdi ki, bu konuda da bir ilerleme olmadı…

Malum, döner dönmez iki şey öne çıktı:

1. İsrail saldırganlığının nihai hedefinin Türkiye olduğu söylemi.

2. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu [bu] tehditlere karşı bir iç cephe talebi…

“İç cephe” olarak adlandırılan, genişletilmiş koalisyon çerçevesi; sermayenin çeşitli kesimleri ve siyasi elitlerin (yani Saray rejimi ile Cumhur İttifakının sosyal ve politik bileşenlerinin) içinden geçilmekte olan ekonomik burgacı en az hasarla atlatmasını amaçlıyor. Erdoğan’ın daha sık kullandığı sözcükle söylersek, bir ‘yumuşama’ atmosferinde, bu sözde yumuşamanın illüzyonundan yararlanarak olabildiğince çok kesimi kendi tarafına çekmek ya da tarafsızlaştırmak, hareketsiz bırakmak. ‘Kalanları’ysa, milli beka, uluslararası tehdit gibi bilcümle demagojiyi de seferber ederek amansızca ezmek.

“İsrail’in hedefi Türkiye” ile “iç cephe” söylemleri bu haliyle bileşiktir. İktidar unsurlarının, ABD’de küresel mali sermaye karşısında yaşanan hayal kırıklığının yarattığı tekinsiz koşullarda, bu süreci en az hasarla geçme çabasının ürünüdür. Para sıkıntısı yaşayan ve bu sorunun kısa vadede çözümü için pek bir umudu kalmayan rejimin; reform vaadi ile baskı tehdidini bir arada kullandığı, ama bu vaadi de tehdidi de yerine getirme potansiyelini yitirmekte olduğunu göstermekten başka pek işe yaramayan stratejisi…

Kredi kartlarından yapılması planlanan kesintiyle gündem olan “Savunma Sanayi Fonu” isimli soygun planının, Meclis’te Cumhur Otomatı milletvekillerinin onayı için sıra beklerken son anda geri çekilmesi bu durumun göstergelerinden biriydi.

Dikkat çeken birinci nokta, Şimşek ve ekibinin bu tuhaf vergilendirme planı ile arasına koyduğu mesafedir. Mehmet Şimşek, tartışmaların en hararetli olduğu salı günü NTV canlı yayınında, “konunun bizimle ilgisi yok” dercesine, bu yolla elde edilecek gelirin bütçeye değil doğrudan savunma sanayiine aktarılacağını söyledi ve bunun için de inandırıcılığı giderek zayıflayan “coğrafi konumumuz” bahanesini sessizce mırıldandı.

Peki şu ara tüm akçeli işlerin başında mühürle bekleyen Şimşek değilse, bu tuhaf planın ‘sahibi’ kimdi?

Şimşek’in sözlerinde bir iz var: “Bu paket tamamen Savunma Sanayi Fonu'na gidecek. Bütçe açıklığını azaltmak için yapılmış bir paket değil.” Üstelik bununla da kalmıyor, “Eleştirilere kulaklarımızı tıkayamayız. Meclis dikkate alır” diyordu.

Kredi kartlarından kesintilerle oluşacak para havuzunun “tamamen” gitmesi planlanan bu fonla kimler fonlanıyor? Kimdir bu ‘savunma sanayi’nin baronları?

Türkiye’nin vergi rekortmenleri listesine, en büyük 500 firma sıralamalarına, Cumhurbaşkanının açılışlarına koşturduğu “Teknofest”lere, 7/24 cilalanan “yerli-milli savunma sanayi”nin açık adreslerine bakınca görülebilir. Birkaç aile ve büyük holding ile uluslararası ortaklarının, etraflarında saçaklanmış tedarikçiler ve yan üreticileri de besleyen tekelci birliği. Tekelci burjuvazinin, bugünkü rejime organik olarak bağlı, rejim liderinin bile doğrudan içinde yer aldığı egemen sınıf fraksiyonu. Gerçek ‘çelik çekirdek’!

ABD’nin 4 yıldır uyguladığı ve son ziyarette kaldırılması yönünde bir taviz alınamayan CAATSA yaptırımlarının Savunma Sanayii Başkanlığının (SSB) ABD'den ihracat lisansı alamamasına, uluslararası kredilerinden mahrum kalmasına yol açtığını hatırlatalım.

ABD dönüşü, bu temel iktidar bileşeninin çıkarlarını gözeterek hazırlanmış bir vergilendirme tasarısı tepkiler üzerine geri çekildi. Rejimin en rafine burjuva katmanlarına aktarılacak bir kaynak için ücretlilerden kesinti yapma cesareti, en azından şimdilik gösterilemedi. Üstelik bir de o tumturaklı “yerli-milli silah sanayi” balonuna hasar verilmiş oldu. Baksanıza, bir günde en az 1 milyon insan “Hayır savunma sanayine verecek param yok” diyerek kart limitini azaltmak üzere bankalara koştu!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa