18 Ekim 2024 05:06

Dışa karşı cephe, içe karşı cephedir

erdoğan kabine sonrası açıklamaya geliyor

Fotoğraf: AA

Paylaş

Pazartesi günü yapılan kabine toplantısının ardından Erdoğan başka konuların yanı sıra yeniden “iç cepheye” vurgu yapan açıklamalarda bulundu, iç cepheyi “tahkim ve takviye” etmenin önemi üzerinde durdu. Bu kez “gerekçe” İsrail siyonizminin vahşice saldırganlığı nedeniyle “dışarıdan gelen tehlike” olarak açıklandı. Bu kez dış tehlike İsrail olarak gösterilse de, bunun inandırıcılığının zayıflığı gözetilerek, söz dolandırıldı ve yine Suriye Kürtlerine getirildi, bağlantı buradan yeniden “terör” üzerinden kuruldu.

İç cephe üzerinden çağrı yapıldığına göre önce içi ele alalım. Erdoğan ne diyor? İç cepheyi tahkim ve takviye” edelim diyor. Tahkim ve takviye var olan bir şeye yapılır. Demek ki bir cephe var ve bunun tahkim ve takviye ile güçlendirilmesi gerekiyor. Bu cephe Cumhur İttifakıdır. Demek ki onun güçlendirilmesi, tahkim edilmesi gerekiyor.  Yani Erdoğan iktidarın peşine takılacak, en azından sorun çıkarmayacak anlayışta destekçiler istiyor. “Yumuşama, normalleşme” işleri sürsün gitsin, ana muhalefet paralize olsun, biz de bu arada halkın üzerine ekonomik ve politik olarak daha fazla yük bindirmeye rahatça devam edelim diyor. Vatan tehlikede çağrısı yapıp ardından yeni vergileri bindirmeyi hedeflemesinin başka bir açıklaması bulunmuyor. Zaten yüzde 80’i vergilerden finanse edilen “savunma sanayi” denilen, ama saldırganlık ve savaş kışkırtıcılığının, kan dökücülüğün sanayisine destek adına vatandaşın olmayan paralarına, borçlanma potansiyeline vergi salınmak için yoğun bir çabanın içine girildi.

Erdoğan liderliğindeki Cumhur İttifakı zaten ekonomik ve politik uygulamaları ile işçi ve emekçi kitlelere yaşamı zindan etti ve ediyor. Hayat pahalılığı, yüksek enflasyon, düşük tutulan ücret ve maaşlar, yasaklanan grevler, bastırılan direnişler, iş birlikçi büyük sermayeye sunulan imtiyaz ve ayrıcalıklar bu iktidarın cephesini halka karşı kurduğunun zaten açık kanıtları durumunda idi. Buraya yapılacak her “tahkim ve takviye” iktidar ve sermaye cephesinin halka karşı biraz daha güçlenmesi anlamına gelecek. Çünkü bu cephenin düşmanı halktır, emekçi kitlelerdir, suyunu, ormanını, toprağını savunmak için ayağa kalkan, peşkeşlere karşı direnen yöre insanlarıdır.

Şimdiye kadar ki uygulamalarının ortaya koyduğu gerçeklerden birisi şudur ki Erdoğan iktidarı “iyileştirme” adına hangi konuyu ele alırsa alsın onu daha gerici ve geriye çeken bir yaklaşımla kullandı ve buradan kazandığı manevra alanı ile kendi iktidarını korumayı ve devam ettirmeyi temel sorunu olarak gördü. Şimdi ortaya “sivil bir anayasa” sorunu, yanı sıra henüz adı konulmasa, çerçevesi çizilmese de Kürt sorunu konmuş durumda. Şu bir gerçek: Bu ülkenin “sivil” olarak kodlanan bir anayasaya değil, demokratik koşullarda yapılmış demokratik bir anayasaya ihtiyacı var. Bu anayasa Türkler ve Kürtler arasında ve tüm halk kitleleri içinde barışı, kardeşliği, eşitliği sağlamalı, halktan yana ekonomi politikalarının uygulanmasını, ülkenin bağımsızlığını güvence altına almalı, laik ve demokratik olmalı. Erdoğan iktidarı ve onun etrafında birleşen, tahkim ve takviye edilmeye çalışılan cephe bunları sağlayabilir mi? Elbette hayır. Bunlar ancak bu iktidarın yıkılmasıyla elde edilebilecek taleplerdir. Nedeni tartışmaya gerek olmayacak kadar açıktır. Ülkede demokratikleşmenin, barışın, kardeşliğin, bağımsızlığın düşmanı bu iktidardır ve o yıkılmadan bu konularda tek bir adım atılamaz.   

Şimdi kısaca şu dış tehlike meselesine gelelim: Erdoğan iktidarı Suriye’de iç savaşa bulaştığında, Suriye’nın yakılıp, yıkılmasına katıldığında Suriyeli Kürtlerden ne istiyordu? İstenen onların Esat’a karşı savaşmasıydı. Onlar bunu kabul etmeyince düşman ilan edildiler. Ama o günden bu yana köprülerin altından çok sular aktı. Erdoğan şimdi ne istiyor? Suriye ile “barışmak” ilişkileri savaş öncesi duruma getirmek! Bu durumda “Sınırlarımızın yakınında bir teröristan istemiyoruz” denilerek düşman görülen Suriyeli Kürtlere ilişkin tutumunu da değiştirmesi gerekmiyor mu? Onların yararına adım atması beklenmese de en azından Suriye’nin iç işlerine karışmayız, işgal ettiğimiz bölgelerden ve ilhakçı adımlardan vazgeçiyoruz demesi gerekmez mi? Hayır bunlar denilmiyor. Irak’taki, Suriye’deki Kürtler sorunları bu devletlerle çözmelidir denmediği gibi buralara yönelik işgaller, operasyonlar, müdahaleler devam ediyor. Bu durum da onları başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerin sahte vaat ve yalanlarına kanmalarını sağlayacak ilişkileri körüklüyor. Erdoğan iktidarı tam da burada yanılsamalı ve demagojik bir yaklaşımla sözde Kürtlerle “barışı” çağrıştıracak açıklamalar yapıyor. Ama iktidarın Suriye Kürtleri üzerine ve bölgedeki emellerine bakılınca, aslında Kürt siyasi hareketini boş beklentilere kapılıp hareketsiz kalmasını sağlamayı hedeflediğini anlamak zor değildir. Ama Kürt siyasi hareketinin ve kitlelerin biriktirdiği politik tecrübe ve birikim, onların bu zokayı yutmayacağı yönündeki tahminleri haklı çıkaracak niteliktedir.    

Bütün bunlardan bir sonuç çıkıyor: yapılan cephe çağrıları ülkenin savunulmasını, içeride barışın sağlanmasını değil, Suriye başta olmak üzere, gericilik, savaş ve ilhak eğilimlerinin desteklenmesine ilişkin kışkırtmayı ve yedeklemeyi içeriyor. Başta ABD ve NATO olmak üzere Batılı emperyalist kuruluşlarla, devletlerle ilişkiler, açık ve gizli anlaşmalar yürürlükte ve bu anlaşmaların adı konmamış ortağı da İsrail Siyonizm’i. Ülke topraklarındaki üslerden oraya sadece istihbarat akmıyor, lojistik destek ve enerji de akıyor. İsrail’i koruma tatbikatlarına ABD donanması ile birlikte katılınıyor, üçüncü ülkeler üzerinden ticari mallar gönderiliyor.

Şimdi de İsrail siyonizminin Suriye üzerinde yaptığı baskı iktidar tarafından fırsat kapısı olarak değerlendiriliyor. Yeni saldırganlıklar için fırsat doğduğu hesaplanıyor. Ama bunun için içeride Türk ve Kürt işçi ve emekçilerinin sessiz kalması, Kürt siyasi hareketinin yeni bir oyalanmayı kabullenmesi –bu arada Kürt siyasi hareketinin her koşulda iktidarda kim olursa olsun görüşmeler yapmasının hakkı olduğunu, ama daha önceki tecrübelerin sonuçlarını da unutmamaları gerektiğini hatırlatalım – gerekiyor.  Bu gerici amaç “barış, kardeşlik, sivil anayasa” olarak ambalajlanıyor, muhalif güçler bölünmeye ve hareketsiz kalmaya, bazılarının da iktidarın dümen suyuna girmeye ikna edilmesine dayanıyor.  

Sonuç olarak işin özü şu ki, bu iktidara karşı güçlü bir emekçi cephesi, halk cephesi kurulmadan ülke demokratikleşme hedefiyle ileriye doğru tek bir adım bile atamaz, bağımsızlık, demokrasi, barış ve kardeşlik idealleri gerçekleşemez, demokratik, laik bir anayasa yapılamaz. Bu talepleri elde etmek üzere bir mücadelenin örgütlenmesi ve bu örgütlenmenin halkın mücadele cephesinin oluşturulmasına doğru genişlemesi emek, barış ve demokrasi güçlerinin sorumlulukla hareket etmesi ile olanaklı olacaktır.    

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa