19 Ekim 2024 04:46

Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı!

Fotoğraf: AA

Paylaş

Nereden çıktı Kevork Ağabeyi hikayesi! Kevork ağabeyi, son yılın Nobel Ödülü sahibi Profesör Daron Acemoğlu’nun babasıdır. Kevork ağabeyi, 1960’lı ve ’70’li yıllarda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde hukuk profesörü olarak, benim de asistanlık ve doçentlik dönemlerinin sol eğilimli harika dost yürekli ağabeyimiz idi. Mahdum bey Daron lise sonuna kadar İstanbul’da eğitimini aldıktan sonra üniversite eğitimi için İngiltere’ye uçmuş. Şimdi ABD’nin en ünlü üniversitelerinden birinde ekonomi profesörlüğü yapmakta olan Daron Acemoğlu geçtiğimiz yıllarda da iki ayrı ödüle layık görülmüştür. Daron Acemoğlu tuğla kalınlığında kitaplar yazmış, içinde Türkiye’ye de yer vermiş bir yazar olarak Batı dünyasının sayılı entelektüellerindendir. Nobel kimlere verilir, kimler dışlanır konularını şimdilik bir tarafa bırakarak, siz değerli okuyucularımla Acemoğlu Hoca ile ilgili bir-iki laf etmek istiyorum.

Özellikle tıp alanında tanı ve tedavi işlemleri ile ilgili önemli bir kavram geliştirilmiştir. Bu kavram, araçsal değişken (instrumental variable) olarak bilinir. Böyle bir yazıda kavramı İngilizcesi ile tanıttığım için özür dilerim, fakat ülkemizde yurt içi seminerlerde dahi İngilizce makale sunmak matah olduğundan, Türkçemiz bilim dilinde henüz gereği kadar zenginleşememiştir. Maalesef, bu hazin süreç hâlâ da devam etmektedir. Ne hazindir ki, YÖK’ün de bu konudaki tavrı tam ters yöndedir. Neyse, konumuza gelelim; nedir bu araçsal değişken kavramının anlamı? Tıptaki anlamıyla araçsal değişken, tedavi yöntem seçişi ile ilgili olup, hastanın niteliği ile de, sağaltımla sağlanan sonuçlarla da fazla bir ilgisi olmayan tedavi sistemini anlatan bir ifadedir. Bir örnek vermek gerekirse, ücret düzeyi ve eğitimin kişisel kabiliyetle ilişkisi doğrudan müşahede edilememekle beraber, eğitim test sonuçlarının kişisel kabiliyeti yansıttığı kabulü yapılabilmektedir.

Nobel duyuru metninde, özet olarak, Acemoğlu’nun çalışmalarında göze gelen şu noktalara ağırlık verilmiştir. Ülkelerin refah düzeylerindeki farklılıkların bir açıklamasının da toplumsal kurumlar olduğu gösterilmiştir. Çalışmalarda insanlar arası ilişkilerin de ülkesel gelişmelerde çok önemli bir kurum olarak geçtiği ifade edilmiştir. Demokrasinin ve büyümenin sağlıklı gelişimi için devlet ve toplum arasında bir denge olmasının gerekliliği vurgulanmış, eğitimin sağlıklı olması için de ifade özgürlüğü olması ve bilime değer verilmesi vurgulanmıştır. Detaya girmeden sanırım hemen herkes bu ifadelerin altına imza koyabilir.

Bunların hepsi çok doğru saptamalardır da, ancak bu saptamalar sadece bir niyet ya da tercih olarak kabul edilebilir. Acemoğlu çalışmalarına tarihsel boyut da katarak, neden sömürgelerin geri kaldıkları üzerine de bazı saptamalar yapmıştır. Kurumlar, insanlar arası ilişkiler, demokrasi, eğitim konuları hocanın çalışmalarında çok güzel sergileniyor, ama tüm anlatımlarda, tuzsuz bir yemekteki gibi, bir şeylerin eksikliği seziliyor. Mesele şudur ki, sayılan ve kimsenin itiraz edemeyeceği sosyoekonomik olgu ve yapıların varlığı ve/veya yokluğu kadar zaman içinde bazı ülkelerde neden gerçekleştirilemediği gibi konuların tarihsel süreçteki yerlerinin belirtilmesi iyi birer örnek olarak görülebilir. Örneğin, Romalılardan kalma yolların bazı bölgelerde ekonomik gelişmeyi hızlandırdığını açıklayan çalışmaların olduğu, benzer şekilde Almanya’da Köln şehrinin geçmiş dönemde o bölgede kurulmuş bir askeri karargah için yapılmış yollar sayesinde bölgenin gelişmesine katkısının sonucu ortaya çıktığı da bilinmektedir. Bu tür tarihsel çalışmaların arka planı irdelenmeden, nedensellik bağlamında ele alınmaması ciddi eksiklik olarak görülür. Kapsayıcı kurumlar ya da dağıtıcı kurumlar da birer sosyal kurumlar olarak bazı şeyleri izah ediyor, ancak esas mesele söz konusu kurumları, hangi güçlerin hangi sebeple niçin kurduğu ya da değiştirdiğidir. Bu bağlantının kurulamadığı durumda büyük resim görülememekte, çalışmalar değerli olmakla beraber, tarihi yürüten asıl faktör gizlenmiş olmaktadır. İşte bu noktada araçsal değişken mantığı devreye girmektedir. Şöyle bir örnekle durumu vuzuha kavuşturabiliriz. 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Sözleşmesi’nde bir sürü hak, bu arada hatta temiz hava ve seyahat özgürlüğü gibi günümüz insanına haram olan bir dizi hak da tanınmış ve sayılmıştır, fakat metinde 17. maddeye geldiğimizde “Herkes tek başına ya da toplu olarak mülkiyet hakkına sahiptir” hükmüyle, insan hakkı olarak sayılan haklardan insanı mahrum eden sermaye faktörü kapıdan kovulup bacadan içeri alınmış olmaktadır. Siyasilerin seçim öncesi vaatleri gibi, kimi akademisyen ya da sair eleştirmenler de belirli kalıplarda birçok konuyu sayıp dökebilmektedir. Sayılan haklar ya da olması gereken koşullar çok güzel de, önemli olan ne olması gerektiğinin sayılması değil, olması gerekenlerin neden oluşturulamadığının, olmaması gerekenlerin ise neden oluşturulduğunun nedensellik sorgulanmasıyla açıklığa kavuşturulması olmazsa olmaz gerekliliktir, bilimselliğin ilk koşuludur. Bir savın ya da bir anlatımın hikaye olmaktan çıkıp, akademik olgunluk kazanması tüm anlatılanların nedensellik bağlamında ele alınmasıyla sağlanabilir. Sanırım, Acemoğlu Hoca’mızda da, tüm güzelliğine rağmen “nedensellik ilişkisi” ciddi bir eksiklik olarak sırıtmaktadır. Acaba çalışmalarda hissettiğimiz nedensellik sorgulamasının eksikliği, dünyamızın ulaştığı karanlık koşulların ve giderek sönen umutsuzluğun müsebbibinin sistem olması olabilir mi? Sistem üniversitesini oluşturmuş, ödül makamını da kurmuşsa, döşenmiş rayların dışına çıkılabilir mi?

Yazıyı sonlandırırken, Fransız sömürgeciliğini iliklerine kadar hissetmiş Ünlü Psikolog Frantz Fanon’un ünlü cümlesini kullanmadan edemeyeceğim: “Avrupa topluluğunda insan aradığımda, insan faktörünü tümüyle reddeden katiller kitlesi görmekteyim!”

Sevgili Kevork ağabey, rahat uyu, oğlun Nobel aldı!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa