İşçi sınıfı mekânlarında süregiden soylulaştırma

Fotoğraf: Haydarpaşa Dayanışması

Kent-soylulaştırma konusunu, geçen haftaların kahve ve sanat mekânlarından devamla, bu kez de fabrikalar üzerinden sürdürelim. Ama önce Türkçe’de “seçkinleştirme, mutenalaştırma” olarak da ifade edilen soylulaştırmanın (gentrification) nasıl başladığına bakalım.

Soylulaştırma, etimolojik köklerini “gentry” teriminde veya daha spesifik olarak, kiracı çiftçilerden nakit ya da ürünün bir kısmı olarak kira toplayarak geçinen varlıklı toprak sahiplerinden oluşan bir İngiliz sosyal sınıfı olan “landed gentry”de bulur.

Kapitalist kentleşme bağlamında yerinden edilme ve mekânsal dışlanma süreçleri uzun zamandır yaşanmakta olsa da soylulaştırma terimi ilk olarak 1950-60’larda Londra’da düşük gelirli mahallelere yeni bir “soylu” akınını tanımlamak amacıyla İngiliz sosyolog Ruth Glass tarafından kullanılır.

Geleneksel işçi sınıfı mahallelerinin spekülatif yeniden yapılanma için dönüştürülmesi veya üst gelir grupları için yenilenmesi, bunun sağlanması için de eski dokudaki yaşamın marjinalleştirilmesi, “çöküntü alanları, âtıl alanlar” vb. olarak tariflenmesi, yaşayanlarının/bölgenin tehlikeli olarak addedilmesi, dolayısıyla bu dönüşümün meşrulaştırılması girişimi de dünyanın birçok kentinde neoliberal kentleşme süreci içinde yaygın hale gelir.

Bu kent politikası, kentlerin kullanım değeri doğrultusunda, yerinde yaşayanları ile birlikte iyileştirilmesi yerine, hızla dönüşümünü talep eder. Bunun için “rekabetçilik, yatırımcı çekme, marka kent yaratma, kenti pazarlama” vb. söylemlerle yerinde yaşayanlardan azade bir süreç örülür. Ve kenti, müşterek kentsel değerleri metalaştırarak, sermayeye alan açan, üst gelir gruplarını ve turistleri çekmeye yarayan projeler üretilir.

Bu kısa tanımın ardından Türkiye’de sanayi mekânlarının nasıl soylulaştığına dönelim.

Ülkedeki sanayi yerleşkelerinin kuruluş, dönüşüm, kapanış süreçlerini belirleyen politik-ekonomik ve toplumsal etkilerin incelenmesi, kapanma sonrası dönüşüm süreçleri için de fikir verir. Türkiye’de 24 Ocak 1980 kararları ile IMF denetiminde neoliberal politik-ekonomi uygulamasıyla KİT’lerin özelleştirme süreci başlar. Özellikle 1998-2005 yılları arasında IMF’nin gözetimi ve Dünya Bankası’nın özelleştirme lehine hazırladığı raporlar kapsamında kamu fabrikalarının kapatılma, devir, satış gibi süreçleri gündeme gelir.

Bunlardan Sümerbank’ın kurumsal çözülüşü kurumun web sayfasındaki tarihçeden rahatlıkla okunabilir. Tesislerin bir kısmı satılarak özelleştirilir, bir kısmı da bedelsiz olarak devredilir. Bu vesileyle kentteki ekonomik hareketlilik ve fabrikanın kurduğu sosyal ortam duraklar.

Devir ve kapatılma peşine, esasen bir ağ gibi işleyen fabrikaların başlarına farklı şeyler gelir ve her biri birbirinden bağımsız ayrı bir sürece maruz kalır. Örneğin Kayseri Dokuma Fabrikası Yerleşkesi önce Erciyes Üniversitesi’ne devredilir. Ardından AGÜ tarafından üniversite kampüsü olarak kullanılır. Ereğli Dokuma Fabrikası Albayrak Tekstil tarafından satın alınır. Fabrika Yerleşkesi Ereğli Tekstil tarafından kullanılır. Nazilli Basma Fabrikası Adnan Menderes Üniversitesi’ne devredilme peşine yerleşke Nazilli Meslek Yüksek Okulu olarak hizmet verir. Bursa Merinos Fabrikası tekstil müzesi ve kültür merkezine dönüştürülür. Fabrika yerleşkesindeki yapılar ve konutların çoğu yıkılır. Malatya Dokuma Fabrikası ise tamamen yıkılarak yerine Malatyapark Alışveriş Merkezi inşa edilir. İstanbul’da Mecidiyeköy Likör Fabrikası’nın arazisi yüksek katlı yapılar için imara açılarak dönüştürülür, tarihi fabrika yapısı yıkılarak yeniden inşa edilir. Bu dönüşümleri ülkenin önde gelen mimarları projelendirir, üniversitelerden de akademik destek alırlar. İzmir Bayraklı Tekel Tütün Deposunun arazisi üzerine Folkart Towers inşa edilir. Denizli Sümerpark Alışveriş ve Yaşam Merkezi, Denizli kentsel alanında kamusal alanların AVM’ye dönüşümüne bir başka örnektir.

Emek karşıtı bu politikalara karşı işçi eylemleri de yükselir. KİT’lerin devir ve satışına karşılık TEKEL eylemleri veya 1989’da gerçekleşen ve “bahar eylemleri” adını alan işçi eylemleri gibi İzmit SEKA’nın kapatılması da güçlü bir direnişe sahne olur. Ancak bu süreçleri aktaran anaakım yayınlar olayların arkasındaki politik-ekonomik mücadeleyi, emek gücünün karşı çıkışını çoğunlukla kayda almaz.

Peki yerleşkelerin yeni işlevler alması sırasında emekçilerin karar vericilik hakkı var mıdır? Diğer bir deyişle emeğin miras hakkı gözetilmiş midir?

İşlevsiz kalan fabrikaların nasıl bir yapı stoku olarak değerlendirileceği de mekâna politik-ekonomik yaklaşımın bir sonucudur. Devletin geri çekilmesi ve serbest piyasanın karar verici aktör olmasının yarattığı dağılma, mimari ölçekteki dönüşümün de (işlev kararından, uygulama niteliğine dek) belirleyicisidir. KİT’ler arasındaki ağ sisteminin çökmesi sonucunda ağa bağlı taşınmazların dağılması her birine farklı bir muamele için de alan açar.

Sanayinin yer değiştirmesi nedeniyle işlevsiz kalan fabrikaların yıkılıp yerine yeni inşaatların yapılması da, yani mekânın yeniden üretimi de, bir ekonomik döngüdür. Bu nedenle bu dönüşüm için sanayisizleşme (deindustrialisation) ifadesi yerine, yeniden-sanayileşme (reindustrialisation) ifadesi daha uygun olacaktır.

İlk sanayileşmeyi var eden değerleri üretenlerin yerinden edilmesi peşine, yeniden-sanayileşme sürecinde söz konusu kültürü var eden emek sınıfı da yerinden olur. Diğer bir deyişle endüstriyel üretimin oluşturduğu, sermaye ve emek çatışmasının mekânı olan endüstriyel miras, endüstrinin miraslaştırılması sırasında el değiştirir, çitlenir ve kültür endüstrisine (veya “yaratıcı” endüstriye) teslim edilirken kültürel birikim yeniden yazılır. Alanın fiziki sürekliliği ise, seçmeci bir şekilde devam eder.

Sirkeci ve Haydarpaşa Garı’nın güncel durumu buna en iyi örneklerdendir. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na 29 yıllığına devredilmek istenen alanlarda yıllardır kullanım değerinin sürmesine yönelik bir mücadele süregitmesine rağmen, halihazırda kültür endüstrisi aracılığıyla ekonomik pazara yönelik yeni bir tarihsel anlatı ileri sürülüyor.

Bu bağlamda emek mekânlarının önce değersizleştirilip, ardından çitlenip, sermayeye devri ile değil, değer üretim süreçlerinin kim için, nasıl olduğuna dair bir sorgulamayla yeniden gözden geçirilmesi, bunun için yeni mücadele yollarının denenmesi, akademik alanda da bu tartışmaların derinleştirilmesi gün geçtikçe daha da önem kazanıyor.

Evrensel'i Takip Et