19 Ekim 2024 04:24

El artırmak üzerine

Fotoğraf: Damla Kırmızıtaş/Evrensel

Paylaş

“Kör inançların verdiği korku içime düşmüştü, ama korkunun mutlak zafer saati gelmemişti henüz. Kanım hâlâ kaynıyor, başkaldırmış köle öfkesi acı bir güçle cesaretimi ayakta tutuyordu. Kafamdan da hızla akıp geçen anılar şu dakikadaki acıklı durumda yenilmemi önlüyordu.”

Jane Eyre, Charlotte Bronte

Her bilgisayar oyununda insanların takılıp kaldığı bir bölüm olur.

Mesela bir ev vardır, oyunda önce tahta kuruları basar, sonra fareler eşyaları kemirir, siz hangisine ne önlem alayım diye orayı burayı tıklarken gaz kaçağı alarmı çalmaya başlar, cam açarsınız, hırsız girer, elektriği kapatırsınız buzdolabı akmaya başlar, yemekleri çıkarayım derken sinekler üşüşür, o esnada tesisat patlar, su basar. Önce vanayı kapatayım derken vana elde kalır. Yere havlu basayım derken havlu dolabı devrilir kapı girişini kapatır. Oradan çıkmaya çalışırken mutfakta perde alev alır...

Kullanıcılar doğru sıralamada müdahale etmeden sonraki seviyeye geçemezler.

Sonraki seviye rahatlatıcı olur. Evi yeniden dekore etme kısmı, zevkli olandır.

İşte biz o seviyede takıldık. 

Doğru sıralamayı bulamıyoruz.

Anayasa tartışması açılırken bir kamu arazisi, doğal yaşam alanı daha gidiyor, oraya koşarken vergi biniyor, radyo kapanıyor, gazeteci tutuklanıyor, enflasyon yürüyor, barınma krizi, kadınlara karşı cins kırıma dönüşen şiddet, tarikat yurtlarından gelen istismar, basına yasak derken parça parça nereye koşacağını şaşırmış ve hiçbir yere yetişemeyen bizler.

Koşarken de azalıyoruz, yetişmek imkansız. Bu arada bir hayat da kalmıyor elimizde, savunduğumuz insanca yaşamın neye benzediğini unutayazdık. Taleplerimizin de çıtası buna bağlı düşüyor günden güne. Nefes alsak iyi be...

Bir sonraki aşamaya geçemedik, geçemiyoruz. Geçsek de hazırlıksız yakalanacağız. Biz tüm evi kurtarsak bile bir ev nasıl yerleşirdi unutturulduk. 

En son ne zamandı şöyle büyük bir zafer hissi hatırlamıyorum. Yerel seçim sonuçlarını saymıyorum, genel bir tepkinin sandığa yansımasıydı. Hak talep edip koparıp almak değil, sıkıştırıldığımız sandığın zorlanmasıydı.

Sandığa giden kadar gitmeyen iktidar seçmeninin de katkısıylaydı. 

Bize bir zafer lazım.

Yolun başını tutacak bir zafer. Ellerimizle inşa edeceğimiz bir zafer.

Dağılmadan, bölünmeden hep birlikte kucaklayabileceğimiz bir zafer.

Gözümüzün önünde Fernas işçileri direnişi var örneğin. Edebiyatçılar, akademisyenler, sinemacılar destek verdi, gençler İstiklal’e çıktı destek için, çıkılmaz denilen İstiklal’e. Ülkenin birçok yerinde işçilere destek eylemleri yapıldı.

Madenciler Ankara’ya yürüdü, yalın ayak yürüdü. Açlık grevine başladılar ve müzakereye hak kazandılar. Bu satırları gönderdiğimde henüz müzakere sonuçlanmamış olacak. Ama anlatmaya çalıştığım mevzuyu kazanım dahi değiştirmeyecek.

Karşılarındaki sadece sermaye değil, iktidarın bir vekili de aynı zamanda, iktidarın temsil ettiği her şeyle mücadele ediyorlar.

Talepleri en temel haklar, diledikleri sendikaya üye olabilmek, iş güvenliği ve işçi sağlığı koşullarının sağlanması, işten çıkarılanların işe iadesi ve maaşların ortalamaya çekilmesi.

Budur, bu kadar yalın.

Şu hakkı alabilmek için bu kadar ülkeye yayılan, her kesimin desteklediği destan gibi bir direnişe geçmeleri gerekti. Bizim neden en temel haklar için bile seferberlik ilan etmemiz gerekiyor ve neden tam bir seferberlik ilan edemiyoruz? Bu direnişe daha güçlü, çok daha büyük, çok daha kapsamlı yüklenebilirdik. 

İktidarın yarattığı en büyük erozyon; taleplerin çıtasında oldu. Herkesi birden mağdur edip mağduru mağdura kırdırdılar. Gençler EYT’liler yüzünden ekonomi kötü diyor, o insanların da onca sene prim ödediklerinin farkında değiller. Gençler ne eğitimde ne işte, bu oranda OECD’de yine birinciyiz. 20-30 sene prim ödeyen de gençlere kızıyor: Sizin eliniz ekmek bile tutmuyor diye.

Hataylıların başına gelmeyen kalmadı, kimseyle empati yapmak zorunda değiller artık. Onlara bile metanetlerinden ötürü kızan var.

Kahve içenin kahvesi, çaya para bulamayana batıyor, burs verilen çocuk aldığı ikinci poğaçayı hesabını veremem diye gizli yiyor. Kimsenin canı cennette değil ama kimsenin de bir diğerinin bir lokma fazla yediğini, iki diş fazla güldüğünü görmeye tahammülü yok. Hak savunmak için hakkın çok temel olması koşulu var gibi, bir de hakkını savunanın ortaya canını koyması gereği. Neticede hak kazanılsa anca hakkını alanın hayatta kalmasına yarıyor, insanca yaşamasına değil.

Maden işçisinin, demokratik, sosyal bir hukuk devletinde yaşansa talep edebileceklerini düşünüyorum: Mesela psikolojik desteği de içeren özel sağlık sigortası. Zira çalışma koşulları diğer mesleklere göre çok daha zor. Herkes için ücretsiz ve kapsayıcı sağlık hizmetini ya devlet sağlayacak ya da sağlayamadığı noktada bu yükü sermaye üzerine yıkacak. 

Emeklilik için en az 1800 günü yer altında geçirme şartının iyileştirilmesi. Sıradan bir madencilik değil yaşadıkları, yaşamlarından çalan koşullarda çalışıyorlar.

İşçilere özel tatil kampı hakkı. Bir zamanlar bu ülkede birçok işçi ve memur kampı vardı. Ailece 15 gün deniz tatili tüm emekçilerin hakkı. İşçiyi, memuru, dar gelirliyi ekonomik koşullara ezdirmeyip, insanca bir yaşamı sağlamak devletin görevi. Gerekirse sermayeyi bu koşulları sağlamaya zorlamak da.

Bu talepler masaya gelse, madenci yanında yürüyecek kaç kişi bulurdu sizce? 

Hemen yandaş medya manşeti gibi sosyal medyada yayılacak cümleleri deyivereyim size: “Maden işçisi çıldırdı şampiyonluk istiyor”, “Millet aç, madenci doktordan fazla imkan istiyor”, “Madenci şımarıklığının önü Ankara’da kesildi.”

Yukarıda saydığım taleplerin hiçbiri lüks değil oysa. Hatta insanca yaşama ait en temel maddelere dahil.

Hatırlamak gerek ki, birimiz kazanırsa zincirleme hepimiz kazanırız.

“Herkes kendi sendikasına baksın” tavrı hiç yakışmıyor, zaferlerimizin paçasından çekiyor. Bu da ayrı.

Öte yanda cins kırım boyutuna gelen kadına şiddet vakaları. Van’da Rojin için yürüyen kadınlara müdahale.

Ev örneği vermiştim yukarıda, oradaki gaz kaçağını kapatmazsanız havaya uçar ev. En öncelikli olan o. Kadın konusu da öyle. Her gün ölüyoruz.

Bir toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi bir ülkede geceleri ve sokakları istemekten, eşit temsiliyet, fırsat eşitliğinden “öldüremezsin”e çekilir mi?

Böyle bir durumda şimdi çıkıp kadın sporcular erkeklerden, kadın başroller jönlerden az kazanıyor üzerine dert anlatabilir misin? Derdini seveyim derler, kadınlar ölürken onlar da biraz milyon az kazanıversinler.

İyi de erkekler bu şekilde biraz milyon daha çok kazanıverdiler? İşte kız kardeşler, madem milyonlara ulaşan sosyal medya hesabınız var, siz de 200 dakikalık dizi senaryosundan çok daha kısa olan İstanbul Sözleşmesi’ni okuyup yutacaksınız ve konuşacaksınız ki biz toplumsal cinsiyet eşitliğini geniş ve talebi büyütebilen çapta konuşabilelim.

Van’da 3 bin, İstanbul’da 5 bin, her ilde 1-2bin kadın yürüyor, yürüyoruz. Barikatlar aşıyoruz. Gün geliyor yan yana yürüdüğümüz kadını koparıyorlar hayattan, hayatta kalamıyoruz.

Dünyanın en büyük kadın grevini bilmem neden yapmıyoruz.

Bir gün ya tek bir gün hayata karışmayıversek, velev ki istedikleri oldu, hepimiz öldük, hem de aynı gün. Öyle sayın deriz, alın size önlem almazsanız geleceğiniz son nokta. Yokuz artık akıp giden hayatta. Çıkıp kapımızın önünde, iş yeri önünde, tarlanın içinde öylece dikelsek?

Kaç kişi olduğumuz bir belli olsa, nasıl da hayatı ellerimizle yeşerttiğimiz anlaşılsa, bir günlüğüne işler dursa, ocaklar yanmasa, yemekler pişmese, çocukları okula bırakmasak zaten derste de öğretmen olmasa, tramvay işlemese, bantlar dönmese, banka gişelerinde işlemler dursa, call centerlarda kimse telefonu açmasa, evler o gün temizlenmese, çay servisi yapılmasa, ekin tarlada kalsa bir gün?

Canımızdan kıymetli mi? Sermayenin başında hiç mi kadın yok? Mecbur verecekler desteği yoksa 8 Mart'larda çektirdikleri reklam filmlerinin altında kalırlar. Kolaysa atsınlar işe o gün gelmeyen kadını.

Büyük baskı ve tehdit altında onun kadar büyük düşünemeyişimize, eylemi büyütemeyişimize yanıyorum. En çok da “hayalperestlik” yaftasına.

Açık Radyo kapatıldı. Daha nelerimizi alacaklar?

Neden yüz bin kişi bir araya gelip kalan tüm radyoları sırayla ve sürekli arayıp istek parça yerine “Açık Radyo kapatılamaz” demedik? TRT’sinden polis radyosuna, trafik radyosuna kadar.

Bu ülkedeki tüm radyo dinleyicileri duysaydı ve tüm radyo kanalları, aynı gün yayın durdurarak destek vermediğine yansaydı.

Basın açıklamaları, yürüyüşler, sosyal medya paylaşımları... Tüm yapabildiğimiz gerçekten bu mu?

Soruyorum zafere giden yol, ilk karşımıza çıkan ve üzerinde bu kadar çok yürünmüş olan mı sizce?

Talep çıtasını yükseltmek, kazananın kazanımına fesat etmeyi bırakmak, büyük blöfe büyük rest çekmek gerekmez mi?

Bize bir zafer lazım, şaşırtacak, yepyeni bir yoldan gidilecek büyük bir zafer.

İlk ilmek olacak bir zafer. 

Küçültülmüş yaşam alanımıza inat, eli artırmalı. Yoksa kazanım dediğin, bize anca hayatta kalma hakkı.

Korkunun mutlak zafer saatinden önce, köleleşmekten gelen öfkenin verdiği acı bir güçle, yüklenip son cesaretimize...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa