20 Ekim 2024 04:47

‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek

Devlet Bahçeli Dem Partililerle tokalaşıyor

Fotoğraf: AA

Paylaş

İktidar cephesinden gelen sinyaller, “çözüm” tartışmalarını alevlendirdi. Amberin Zaman Al-Monitor’de Öcalan’ın PKK yöneticileriyle görüşmesine izin verildiğini yazmıştı. Cengiz Çandar Duvar’dan Ceren Bayar’a verdiği röportajda “‘Bir şey pişiyor mu, bir şey var mı?’ derseniz evet, pişen bir şey var ama buna ‘çözüm süreci’ demek için çok erken.” cümlesini kurmuştu.

Özellikle Bahçeli ile DEM Parti eş başkanlarının tokalaşması sonrasında; normalleşmenin ikinci adımı olarak yeni anayasa yapılacağı, Anayasa’nın değiştirilmesine verilecek destek karşılığında AİHM kararları uygulamaya konulup Demirtaş ve arkadaşlarının serbest bırakılacağı, barışçıl bir Kürt politikasının sığınmacılar meselesinin ve ekonomik krizin çözümüne katkı getireceği yorumları yapıldı.

Devlet Bahçeli, salı günü parti grup toplantısında yaptığı konuşmada İmralı Cezaevinde bulunan PKK lideri Öcalan'a "Terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin" çağrısında bulundu. Efkan Ala, "Çözüm süreci masamızda yok" dedi.

Şeffaflığın hayal olduğu bir dönemde, siyasal iktidarın niyet ve ihtiyaçlarına göre sızdırılan birkaç cümle üzerinden yapılan yorumlardaki çelişkilerin şaşırtıcı bir yanı yok. Tedirgin edici olan, Kürt meselesinde ‘çözüm’ arayışının pervasızca araçsallaştırılması, çözümün her şeyden önce karşılıklı güvene dayanmak zorunda olduğunun unutulması ve bu konuda insanlığın yüzyıllara yayılan ‘çatışma çözümü’ deneyiminden süzülmüş olan bilgi birikimine sırt çevrilmesi.

Geçtiğimiz günlerde yükselişe geçen “çözüm” gündemine egemen olan söylem, konuya gerektirdiği ciddiyetle yaklaşılmadığını ve Erdoğan’ın 2005'te Diyarbakır’da yaptığı konuşmayla işareti verilen, 16 Temmuz 2014'te Resmi Gazete’de yasalaşma aşamasına kadar gelen ama sonu hüsran olan “çözüm süreci”nden ders alınmadığını gösteriyor.

* * *

Gerçekten kalıcı bir çözüm amaçlanıyorsa, öncelikle Kürt meselesinin ‘Uzun döneme yayılmış ve kökü derinlere inen’ bir çatışma konusu olduğunun göz ardı edilmemesi gerekiyor. ‘Kökü derinlere inen çatışma’ ile 'Irk, etnik köken, dil, din ve kültürel miras ayrımlarından kaynaklanan, kimlik odaklı ve duygusal boyutları olan çatışmalar' kastediliyor. Bunun yanında, çatışmanın yaşandığı ortamdaki adaletsizlik ve kaynak dağılımındaki dengesizlik gibi etmenlerle yakından ilgili olduğuna işaret ediliyor.

Gündelik dilde sıkça birbirinin yerine kullanılıyor olsalar da; ‘çatışma çözümü’, ‘uyuşmazlık çözümü’, ‘çatışma yönetimi’ ve ‘çatışma dönüşümü’ birbirinden farklı kavramlar. Buna ek olarak, ‘uyuşmazlık’ ile ‘çatışma’nın doğalarına ve sürelerine bağlı olarak farklı olgular olarak değerlendirilmesi gerekiyor.

‘Uyuşmazlık’lar, müzakere edilebilir çıkarları içeren anlaşmazlıklar olarak tanımlanıyor. Genellikle kısa vadeli olan bu tür sorunlar müzakere, ara buluculuk veya yargılama yoluyla çözülebiliyor. Uyuşmazlık çözümünde yerleşik sosyal normların korunması öncelikli bir yere sahip ve burada uyuşmazlığın temel nedenleri ele alınmaksızın uyuşmazlığın sona erdirilmesi amaçlanıyor. Dolayısıyla, bir uyuşmazlık çözülmüş gibi görünse de altta yatan nedenler mevcudiyetini koruduğundan, daha sonra yeni sorunlar ortaya çıkabiliyor.

Uyuşmazlıktan farklı olarak bir ‘çatışma’nın çözüme kavuşturulabilmesi için tarafların güncel çıkarlarını tatmin etme arayışının ötesine geçilmesi gerekiyor. Uzun vadeli bir çatışmayı sona erdirmek için, çatışmanın altında yatan nedenleri tanımlayan ve çözüme ulaştıran bir yaklaşım geliştirilmesi bir zorunluluk. Burada çözüm, karşı tarafın kimliğine ve temel değerlerine saygı duymanın bir yolunu bulma arayışına denk düşüyor. Bu nedenle, ‘çatışma çözümü’, ‘uyuşmazlık çözümü’nden daha kapsamlı, daha çok sabır ve daha nitelikli emek gerektiren bir süreç.

Çatışma nedenleri bütünüyle ortadan kaldırılamadığında, çözüme dirençli ve hatta inatçı çatışma durumlarında, ‘çatışma yönetimi’ olarak tanımlanan süreç başlatılıyor. Sürecin kontrolünü önceleyen bu yöntemle, çatışma yönetilerek durumun daha az yıkıcı hale getirilmesine gayret ediliyor.

Bir de “çatışma dönüşümü” kavramı var. Çatışma dönüşümü yaklaşımı, çatışmayı basitçe ortadan kaldırmayı veya kontrol etmeyi değil, çatışmanın ‘diyalektik doğası’nı tanımayı ve barış sürecini onunla çalışarak ilerletmeyi öneriyor. Bu yaklaşımı benimseyenler sosyal çatışmanın insanlar arasında doğal bir durum olduğuna ve çatışma bir kez ortaya çıktığında, ilk çatışmayı yaratan olayları, insanları ve ilişkileri, benlik ve öteki imajlarını dönüştürdüğüne inanıyor. Bu bağlamda, “çatışma dönüşümü” yönteminde barışa ulaşma yolunda çatışmanın doğal sürecini ve gelişme dinamiklerini tanımlamak kritik bir öneme sahip. Çatışma genellikle insanlar ve pozisyonlar arasındaki farklılıkları vurgulayarak algıları dönüştürür. Bu yaklaşımı benimseyenler, etkili bir çatışma dönüşümünün bu farklılıkların yapıcı bir şekilde kullanabileceğine ve karşılıklı anlayışı geliştirebileceğine inanıyor.

* * *

Eğer bir çatışma buz dağının tepe noktasına benzetilecek olursa, nasıl o tepe noktası bir buz dağı üzerinde yükseliyorsa, çatışmanın da tarihsel ve toplumsal bir zemin üzerinde geliştiği kabul edilecektir. Bu doğrultuda sadece buz dağının görünen kısmına yönelik bir çözüm arayışının eksikliği de görülecektir.

Çatışma çözümünün yolunu açan ve emek kadar cesaret de gerektiren barış süreçlerinde, çatışma gerekçelerinin layıkıyla ele alınması büyük önem taşıyor. Çatışmanın altında yatan nedenler genellikle toplumun kültürüne ve kurumsal yapısına gömülü bir biçimde duruyor. Kökü derinlere giden dinamiklerin ve alışkanlıkların değiştirilmesinin zorluğu ve toplumu daha adil bir biçimde yeniden yapılandıracak önemli sosyoekonomik ve siyasal değişikliklerin gerekliliği ortadayken, çözümü bir kesimin çıkarına heder etmemek gerekiyor. Bir önceki “çözüm süreci”nin yanlışlarından ders almak, sonuç getirici, kapsayıcı bir barış sürecinin küçük hesaplar üzerinden başlatılamayacağını bıkmadan, ısrarla hatırlatmak gerekiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa