23 Ekim 2024 04:40

Nobel vesilesiyle…

Görsel: Canva

Paylaş

Ekonomi biliminin önemli sorunlarından biri gözünü sıkı sıkıya kapadığı sosyal bilim için “sıradan” hale gelmiş olan kimi bilgilerin onun için yeni bir keşif gibi ortaya konmasıdır. Bu durum şüphesiz onun Ekonomi Politikten İktisada (Ekonomi Bilimi) doğru yaşadığı büyük kaçışın bir sonucudur. Bu daha sonra heterodoks geleneğin beslendiği kaynaklardan biri haline gelecek olan büyük iktisatçı John Maynard Keynes için bile böyledir. Keynes’in gayri iradi işsizliğin mümkün olabileceği düşüncesini iktisat dünyasına kabul ettirmeye çalışmasından neredeyse yetmiş yıl önce Marx yedek sanayi ordusundan kapitalizmin asli bir özelliği olarak bahsediyordu.

Ekonomi politikten iktisada büyük kaçış, ekonomiyi; toplumsal, sınıfsal, politik, tarihsel ve felsefi olandan koparma ve fizik ve matematik temelli formalist bir bilgi alanına indirgeme sürecidir. Bu indirgeme süreci ekonomi biliminin tanımından, kapsamına, yöntem ve bilgi üretme tarzından ekonomik olanın ontolojik olarak nasıl düşünüldüğüne kadar temel düzeyde önemli değişimlere işaret eder. Bu süreçte zenginliğin ‘ne’liği, nasıllığı, üretimi, tüketimi, bölüşümü, birikimi ve bunun sosyal ve felsefi evreni, kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçları karşılama noktasında bir optimizasyon sorusuna, kolektif eyleyenler örneğin sınıflar, temsili bireylere, toplumsal olan piyasa ilişkilerine, tarihsel olan da doğal olana dönüştürülmüştür. Böylelikle insanları rasyonel, piyasaları mükemmel, bilgiyi eksiksiz, her kararı dış etkiden azade, açıklanmış bir tercih olarak gören, çok büyük oranda fiyat ve piyasalara odaklanmış bir perspektif çıkar karşımıza.

İş burada bitse sorun bu disiplinin kendi sorunu olarak görülebilir belki. Ama zamana yayılmış bir tür ikinci aşama iktisadın yıllar önce vazgeçtiği sosyal bilim dünyasına geri dönüşüne işaret eder. Bu geri dönüşün kabaca iki veçhesi söz konusudur. Bir yandan disiplin kendi yöntemsel, epistemolojik ve ontolojik kabullerini diğer disiplinlere dayatarak, diğer disiplinlerle ilişkilenmeye çalışır. Bunun en iyi örneği Nobel ödüllü Gary Becker’da görülür. Bu yaklaşımda örneğin sosyoloji, psikoloji, kriminoloji gibi alanlardaki zengin yaklaşımlara karşı uyuşturucu kullanımı kısa dönemde alınan zevkle uzun dönemli hastalık riski arasındaki kişisel bir tercih olması bağlamında değerlendirilir.  Böylelikle İktisat yıllar önce kaçtığı sosyal bilim alanına “sizin dilde nasıl diyorlar”, diye sorarak dönen gurbetçi gibi geri dönmüş olur. Ortaya çıkan şey ise ne deve ne de kuştur. 

Geri dönüşün ikinci veçhesi daha yaygın bir popülerlik yaratmıştır. Şüphesiz bu durum burjuva medeniyetinin uzun bir dönem boyunca yetiştiremediği ideolog arayışının karşılanma potansiyelinden de kaynaklanmıştır. Nihayet beklenen ideologlar, hem de eleştirel bir görünüm içinde sahneye çıkmaktadır. Eleştiriler en genel düzeyde neoliberalizme yönelik ama liberal, kapitalizmin sorunlarına işaret eden ama bunu kapitalizmin dönemsel nitelikleri bağlamında tanımlayan, uluslararası eşitsiz ilişkilere vurgu yapan ama emperyalizmden bahsetmeyen, devlete işaret eden ama asla asıl öznelere işaret etmeyen, sorunları kabaca “ideal kapitalizm”den uzaklaşma çerçevesinde tartışan bir nitelik arz etmektedir.

Bu eleştirel olabilme halini mümkün kılan şey ise yukarıda bahsettiğimiz mükemmel piyasalar, tüm tercihleri en iyide birleştiren fiyat mekanizması, rasyonel bireyler ve tam bilgi yaklaşımındaki ve bunların sonucunda ortaya çıkan, mükemmel piyasalar eşittir mükemmel toplum denklemindeki sorunların örtülemeyecek derecede görünür olmasına yanıt verme zorunluluğu olmuştur.

Yanıtlar eksik bilgi, mükemmellikten uzak piyasalar, sınırlı rasyonellik, heterojen ajan, sorunsuz işlemeyen fiyat sistemi gibi Ekonomi Politiğin yerini İktisada bırakırken kolayca kabul ettiği varsayımların sorgulanması ile önü açılan yeni araştırma gündemleriyle karşımıza çıktı. Bir kez daha diğer disiplinlerin uzun zamandır farkında olduğu bu gerçeklikler İktisadın dünyasına büyük yenilikler olarak taşınıyordu. İktisadın yerine göre siyaset bilimi, tarih, sosyoloji, psikoloji vb. diğer sosyal bilimlerle ilişkisini yeniden gözden geçirmeye iten bu yenilikler ilginç bir biçimde mükemmel olandan sapmanın nedenlerini diğer disiplinlerle iş birliğine dönük bir gündemle ele almayı amaçlıyordu. Diğer bir deyişle hangi tarihsel, politik, sosyolojik, psikolojik dinamikler mükemmel piyasaların önünde bir engel oluşturmaktadır, toplumların politikalarını mükemmel piyasalara yakın bir noktaya taşıyacak politikaları veya temel kurumları uygulamaya koyamamalarının ardındaki politik-ekonomik güçler nelerdir soruları asıl soruyu oluşturur hale geldi. Saplantılı bir şekilde özel mülkiyete, piyasalara, bireyciliğe, kapitalizmin en iyiyi sağlayacağına olan inanç yerinde durmakta, bunlar sorgulanacağına gerçeklik neden temel varsayımlardan uzaklaşmış ve bu durumu çözmek için neler yapılabilir buna odaklanılmaktadır.    

2024 yılında sözde “Nobel İktisat Ödülü” (sözde çünkü gerçekte Alfred Nobel’in vasiyetinde böylesi bir ödül yoktur, çok sonraları İsveç Bankası tarafından icat edilmiştir) kazanan Daron Acemoğlu da bu paradigma içinde yazan bir isim olarak öne çıkmıştır. Ona göre bu durumun temel nedeni kurumlara dairdir. Kurumlar kapsayıcı değil, dışlayıcı olduğu sürece ülkelerin gelişmesi beklenemez. Bu çerçevede en önemli kurum olarak da karşımıza özel mülkiyet çıkar. Özel mülkiyetin tesisi bu anlamda ülkelerin gelişmesi için ayırıcı bir önemde kabul edilir.  

Yaklaşımının eksikliği çok tartışıldı ama şu soruyu sorarak, benzeri perspektiflerin temel eksikliğine de işaret edelim. Tarihsel ve güncel anlamda özel mülkiyet hangi kesim için kapsayıcı hangi kesim için dışlayıcıdır? Dolayısıyla kurumları nitelerken de sınıfsal bir eksene ihtiyaç olduğu açıktır.

Tarihin cilvesine bakın ki Alfred Nobel’in dinamitin patentini aldığı yıl olan 1867 aynı zamanda Marx’ın Kapital’inin birinci cildinin de basıldığı yıldır. Nobel dinamitin patentini alarak inanılmaz bir zenginleşme yaşarken, Marx ise kapitalist zenginliği tüm çelişkileriyle ortaya koyarken oldukça yoksul bir yaşam sürmüştür. Acemoğlu ise kapitalist zenginliğin kendisinin yoksulluğu da yarattığını göremedikçe suçu kurumlara atmaktadır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa