25 Ekim 2024

‘Çözüm’süz süreç

Devlet Bahçeli bir jest, iki nutukla Kürt sorunu konusunda öyle keskin bir dönüş yaptı ki Ortadoğu’daki, Türkiye’yi tehdit edebilecek müstakbel ve muhtemel gelişmelerden, Erdoğan rejiminin acil önlem gerektiren biçimde, neresinden kırılganlaştığına kadar bir dizi tahminle, bu dönüşün nedenlerine kafa yorulmaya başlandı. Tam bu sırada TUSAŞ’a yapılan ve 5 kişinin ölümüne yol açan saldırı; zaten yenidoğan cinayetleri, Fethullah Gülen’in ölümü, İsrail’in saldırıları ile şişmiş bir gündemi yeni bir sarsıntıyla yüz yüze bıraktı.

Yeni bir çözüm süreci ihtimali, kaynayan bir coğrafya içindeki, tedirgin edici ama geliştirilebilecek, zihin rahatlatıcı bir gelişme gibi görünmekteydi. Bunda iktidar partisinin yasal ortağı olmadığı halde gidişatı yasalarda yeri olmayan bir gri alandan yönlendirmeye çalışan MHP gibi, gayriresmi bir “büyük ortak”ın liderinin söylediği sözün ve jestin kanundan keskin olduğu daimi mesajının rolü de var. Bu yüzden Kürt sorununun, şimdiye kadar en tavizsiz partiye çözdürüleceği iddiasının dünya deneyiminden mülhem bir geçerliliği sabittir. Çünkü derini ve yüzeyiyle devlet, Devlet Bahçeli anlamına da gelir.

Öyleyse, Bahçeli DEM Parti grubuyla tokalaşmadan önce bütün süreç düşünülmüş ve devlet bir plan yapmış olmalıydı ki kamuoyuna birdenbire olmuş gibi görünen jestler, mesajlar ve keskin dönüş aslında ince hesapların ürünüydü. Peki neydi bu hesap? Orası siyasetçilerin, medyanın ve halkın hayal gücüne bırakıldı.

Gerçekte ‘Öcalan’ın Mecliste DEM grup toplantısında gelip konuşsun ve ardından umut hakkını yasalaştıralım’ vaadiyle devasa bir sorunun çözülebileceği, böylece iç cephenin de iktidar etrafında tahkim edilebileceği beklentisi, Öcalan’ı tek adam olarak algılayan tek adam rejiminin kodlarıyla kurulu bir düşünce sisteminin ürünüdür.

Kürt sorununun yakın muhataplarının Öcalan’dan Demirtaş’a Kandil’den DEM’e, kendisi de bir koalisyon olan DEM’in parçalarına, Kürt nüfus içindeki farklı politizasyon biçimlerine kadar çeşitlenmiş olduğunun hiç anlaşılmadığını gösteriyor; ya da niyetin bu çözüm olmadığını. Öte yandan İYİ Parti grubu, irili ufaklı milliyetçi partiler, orta büyüklükte ve küçük gayriresmi hükümet ortakları, üstü örtülü ittifaklar da Bahçeli’nin başlattığı, Erdoğan’ın henüz geride kalarak destek verdiği ‘süreç’e karşı çıktılar. Bunun dışındaki örgütler kesimler; emek demokrasi güçleri, sendikalar, meslek odaları, üniversiteler, aydınlar zaten kale alınmıyordu.

Yine de medyada, toplumda, Meclisin diğer partileriyle DEM Parti’de ‘süreç’ sözcüğü bile, mananın beklentilerle şekillendiği bir dalgalanma durumu yaratmaya yetti. İktidarın dışladığı kesimler de kendi renklerine göre süreci şekillendirmeye çalıştılar, çalışacaklardır da.

Hafta içinde İlke TV’deki bir programda Gültan Kışanak haklı olarak çözümün, inşa edilmesi gereken bir süreç olduğunu söylemişti. Zaten birçok kesim de Öcalan’ın tecridinin kaldırılmasına indirgenmiş ‘süreç’in boşluklarını aynı yaklaşımla doldurmaktaydı. Meselenin çerçevesi Bahçeli’nin ‘Uzattığım elin kıymetini bilin’ gibi üstten ve kibirli açıklamasını çoktan aştı. Ancak ayar verenler ve beklentiyi düşürenler de çıktı. Kıymet bilinmezse neler olabileceğini X’teki mesajlarında ‘Eskisinden daha kötü şeyler olabilir’ diyen Metin Külünk’ün cümleleri tamamlamaktaydı. Mehmet Uçum da beklentilere ayar vermek üzere kendince sınırı çizdi: Bütün meselenin DEM üzerindeki terör vesayetinin kaldırılması olduğunu söyleyerek ekledi: “Yumuşama, normalleşme, tokalaşma hangi tutum ve dil referans verilirse verilsin Türkiye’de ne önceki uygulamaya benzer ne de yeni versiyonla bir çözüm süreci olmaz, olamaz. Devlet deneyip tam sonuç alamadığı yol ve yöntemleri bir daha denemez.” PKK’den yapılan açıklama ise şöyleydi: “Kürt sorununda bu zamana kadar kazanımlar silahlı mücadele ile olmuştur, Kürt halkı bu oyuna gelmeyecek. Özel bir savaş oyunuyla karşı karşıyayız.”

DEM Parti’nin üzerindeki terör vesayetini kaldırmak ve partinin samimiyetini Öcalan ile sınamak içeriğinden ibaret ‘çözüm’süz süreç Ortadoğu’da kurban rolünde ama bölgesel aktör olmak isteyen iktidarın ‘süreç’inin karakterini de belirlemiştir. Önemli kurumların güvenlik düzeneklerinin İsrail firmalarına yaptırıldığı haberlerinin yapıldığı şu sıralarda, savunmanın kalbi olarak da nitelenen Türk Havacılık ve Uzay Sanayii binasına yapılan saldırı düşündürücüdür. Bu kalp nedense korunamamıştır. Terörün zaten bittiğini iddia eden iktidarın TUSAŞ’a yapılan saldırının hemen ardından Irak ve Suriye içlerine düzenlediği hava operasyonlarının karışık şifrelerinin açılımını elbette zaman gösterecek. ‘Süreç’in, iktidarın güvenlik şartları arasında uluslararası ve iç pazarlık masalarına getirdiği terörle savaş faktörünün yeni ve ikna edici kartlarla yenilenmesi ile ilgili mi olduğu bir soru işareti olarak duruyor. Çatışmaların, operasyonların Ortadoğu’daki dizayndaki rolün bir parçası olup olmadığı da.

Ama artık Kürt meselesi enine boyuna konuşulmalıdır: Sorunun eşit haklar temelinde demokratik çözümü için ana dilinde eğitim hakkının tanınması, 6 milyon kişinin oy verdiği bir partinin belediye başkanlarının yerine atanan kayyımların geri çekilmesi, tutuklu Kürt siyasetçilerin serbest bırakılması, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün bağıtlanması gibi kıymetlerin telaffuz edilmeye başlanması da gerekir. Bahçeli’nin uzattığı el bunun yerine geçmez. Diğer siyasi ve hukuki uzuvların da çalışması; gerekli adımların atılması gerekir. Öcalan’ın tecridinin kaldırılması sorunun çözümünde sadece bir ilk adım, asgari taleptir.

Öyle anlaşılıyor ki iktidarın demokratikleşme gibi bir niyeti yok. O halde terör saldırılarının sona ermesi ve barış içinde yaşama talebi dahil gerçek çözüm sürecine duyulan ihtiyaç bakidir. Bu ihtiyaç “Malazgirt’te beraberdik” gibi hamasi ve mitolojik söylemlerle giderilemez.

Evrensel'i Takip Et