26 Ekim 2024 04:00

Mimarlığın simgesel gücünü sorunsallaştırmak!

Megalopolis filminin Türkiye afişi

Megalopolis filminin Türkiye afişi

Paylaş

Geçen ay vizyona giren ve halen gösterimde olan Francis Ford Coppola’nın “Megalopolis: Bir Masal” isimli filmi, hazırlık sürecinden bütçesine dek, çok çeşitli açılardan tartışmaya konu olurken, bir mimarın ütopyasını merkeze alıyor ve mekân üretimi üzerindeki güç ilişkilerini serimliyor.

Bu yazıya eşlik eden film afişinde görüldüğü üzere, mimarların erken dönem çizim aleti “T cetveli” ile boy gösteren ve etrafına ışıklar saçan baş kahraman mimar, “bir gelecek göremiyorsan, sen yarat” diyor ve mevcut kentleşmeyle fiziksel hiçbir ilgisi olmayan yepyeni bir kentsel ortamı tasarlamayı hedefliyor (1). Nihayetinde film, yerel karar vericiyle “akrabalık” bağı da kurarak sermayedar ile el sıkışan kusursuz bir geleceğe göz kırpıyor.

Sinemadan reel dünyaya gelelim. Ekim ayının ilk pazartesi kutlanan Dünya Mimarlık Günü teması “Kentsel tasarımda gelecek nesillerin yetkilendirilmesi” olarak belirlenmiş ve buradan da sistemsel sürdürülebilirlik için gençlere göz kırpılıyor. Dünya Mimarlık Birliği’nin (UIA) Sürdürülebilir Mimarlık Küresel Ödül teması ise, “Mimarlık dönüşümdür” olarak belirlenmiş (2).

Günümüzde kentlere müdahalenin mütemadiyen yıkıp-yeniden yapmaya indirgenen ve neredeyse sadece kök sorunların yerini değiştirmeyle sınırlı kentleşme politikasında, gerek Coppola’nın gerekse de anaakım mimarlık eğitim/uygulama/rekabet-arzu üretim ortamının salık verdiği fiziksel olanın değişimine dayanan tasarımlar yerine, mevcut üretim ilişkilerini dönüştürecek bir bakış açısı nasıl kurulabilir diye tartışmaya açmak istiyorum (3).

Lefebvre’in işaret ettiği gibi biçimlendirdiğimiz kent bizleri de biçimlendiriyorsa, bu ilişkinin dönüşümselliği başka bir yaşamı kurmanın da yolu olabilir. Ancak bu, mevcut sistem içinde halihazırda olduğu gibi değil de sorunlara nihai çözüm üreterek nasıl yapabilir? Asıl sorun da burada yatıyor.

Yaratıcı yıkım (creative destruction) veya yıkıcı-yaratıcı ifadesi yeni olanın tasarım ve inşası için eskinin ortadan kaldırılması anlamında kullanılıyor. Eskinin yerine gelen bir tasarım, aynı zamanda yaratıcı da. Yeni olana arzu duyuluyor ve şeyler eskise de eskimese de yeni olan tercih edilebiliyor. Kapitalizm yeni malzeme ve tekniklerle meta üretmek için, nesneler gibi, yapıyı da kenti de yıkıyor ve yenisini inşa ediyor.

Kapitalist modernitenin ilerlemeci, yaratıcı-yıkım sürecinde kent, kentsel üretimin türlü ilişkilerinden doğan çelişkilerin sahnesi olarak, bizzat çelişkilerin de kaynağı. Örneğin toprağın çitlenmesi, mülkiyet, barınma vd. haklar, mesleki yabancılaşma, kamusal-özel ayrımı, müşterekler, bireyselleşme, değer atfı, arzular, ulus-devlet mekânsallaşması, Türkiye bağlamında Kemalist ideoloji, siyasal İslam kentleşmesi vb. bu sürecin açık gösterenleri. Bu politik çerçevede nasıl bir kentte yaşayacağımız sorunsalına vereceğimiz cevap, doğayla adil, tüm canlı sisteme eşit yaklaşan bir yapılı çevre ise, geriye bunu nasıl tesis edeceğimiz sorusu kalıyor.

Değer atfının öncelediği anıtsal ve simgesel yapılar bize bu sistemin ürünü olarak ulaşıyorsa, artık bu yapıları yaşatmak ve ne şekilde kullanacağımıza karar vermek de demokratik bir mekân üretiminin sorunsalı. Yani kültürel değerleri koruma eylemi de, neyin, kim için, nasıl üretildiği bağlamından azade değil. Tam da bu nedenle, anıtsal ve simgesel yapılı çevrenin neden ve nasıl yaşatılacağı da önem kazanıyor.

Örneğin kentin dönüşüm değerini bertaraf eden ve kullanım değerini merkeze alan bir kentleşme bağlamında, yaşam hakkı temel ilke olan, söz konusu yapılaşmanın adil kullanımını mesele eden bir koruma/değer atfı nasıl olabilir? Neredeyse sistemin yarattığı krizlere çözüm sunan halihazırdaki koruma politikası yerine, sistem-içi çözümlerle süregitmeyen, hatta sistemi dönüştürmeyi hedefleyen değer korumayı nasıl yapabiliriz?

Sözgelimi eleştirel koruma politikası (critical heritage studies) böyle bir derdi taşıyor. Bu şiarla üretim yapmayı hedefleyen Association of Critical Heritage Studies (ACHS - Eleştirel Miras Çalışmaları Derneği), koruma politikasını şöyle açıyor (4); “Her şeyden önce, miras çalışmalarının temelden yeniden inşa edilmesi gerektiği ve bunun da “var olan her şeyin acımasızca eleştirilmesini” gerektirdiği önermesiyle eleştirel bir şekilde ilgilenmenizi istiyoruz. Miras, her şey kadar politik bir eylemdir ve “miras”ın sürdürülmesi için sıklıkla başvurulan güç ilişkileri hakkında ciddi sorular sormamız gerekir. Milliyetçilik, emperyalizm, sömürgecilik, kültürel elitizm, Batı zaferciliği, sınıf ve etnik kökene dayalı sosyal dışlama ve uzmanlık bilgisinin fetişleştirilmesi, mirasın nasıl kullanıldığı, tanımlandığı ve yönetildiği üzerinde güçlü etkiler yaratmıştır. Gerçek anlamda eleştirel bir miras çalışmasının, miras hakkında düşünmenin ve mirasla uğraşmanın geleneksel yollarına yönelik pek çok rahatsız edici soru soracağını ve bu soruları sorarken ötekileştirilen ve dışlananların çıkarlarının ön plana çıkarılacağını savunuyoruz. Miras çalışmaları tarihsel olarak Batılı, ağırlıklı olarak Avrupalı, arkeoloji, tarih, mimarlık ve sanat tarihi uzmanlarının hakimiyetinde olmuştur. Bu disiplinlerde ilerici akımlar olsa da, mirasın ne olduğu ve nasıl çalışılması ve yönetilmesi gerektiği konusunda sınırlı bir fikir sürdürmektedirler. Mirasa bakmanın eski yolu -yetkili / anaakım miras söylemi- Batılı ulus, sınıf ve bilim anlatılarını sürdüren eski, büyük, prestijli, uzman onaylı alanlara, binalara ve eserlere ayrıcalık tanır”.

Bu çerçevede mekânsal korumanın kim için, nasıl olacağı ve değer sisteminin ne şekilde ele alınacağı yeniden tartışmayı gerektiriyor. Bir etik problem olan iyi mimarlık şiarı da irdelenmeyi bekliyor. Zira etik bize neyi, nasıl yapabilirim sorularını sordururken, bizleri özgürleştiren bir yola davet de sunuyor. Daha önceki haftalarda burada ele aldığım örneklere (Narmanlı Hanı, Haliç tersaneleri, Haydarpaşa Garı, Samandağ, Antakya, SEKA vd.) bu gözle bakarsak, yapma biçimlerinin barındırdığı sorunlar daha görünür olabilecek gibi duruyor…

 

1. Filmin İngilizce afişinde biraz farkla “If you can’t see a better future, build one” deniyor.

2. https://submissions.globalawardforsustainablearchitecture.com

3. Bir mimarlık dergisi olan Yapı’nın 493. sayısının dosya konusu da “Mimarlığın simgesel gücü: Yapmanın ve yıkmanın ötesinde” idi. Ben de dosya kapsamında bu gücü, yapmanın ve yıkmanın ötesine taşımak mümkün mü, diyerek kısaca değerlendirmiştim. İlgili dosya konusundan ilhamla bu yazıyı kaleme aldım https://yapidergisi.com/son-sayi/

4. https://www.criticalheritagestudies.org

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa