Mayınlı bir süreç
Fotoğraf: Harun Özalp/AA
İki hafta önce giriş yaptığımız Kürt meselesine dair 1 Ekim’den itibaren olup bitenlere ilişkin tartışmamıza bu yazıda kaldığımız yerden devam edeceğiz.
İki hafta içinde yaşanan gelişmeler içinde bu bağlamdaki en önemli gelişme Türk Havacılık ve Uzay Sanayii'nin (TUSAŞ) Ankara’daki merkez yerleşkesine yönelik silahlı saldırıydı.
Bahçeli ve Erdoğan’ın, bu saldırıya rağmen, ‘yeni sürece’ dair açtıkları parantezin arkasında durmaya devam ettiklerini gördük. Bu saldırının ardından, 43 ay sonra Abdullah Öcalan’ın, yeğeni DEM Parti Urfa Milletvekili Ömer Öcalan ile görüşmesine izin verilmesi ve kendisi tarafından yapılan açıklamanın kamuoyuna yansıması aynı minvalde değerlendirilmeli.
Diğer yandan PKK tarafından yapılan açıklamada, TUSAŞ’a yönelik saldırı sahiplenilerek, "Uzun süre önce planlandığı", "Türkiye’de son dönemde tartışılan siyasal gündemle asla bir ilişkisi olmadığı" ve Öcalan’ın geliştireceği sürecin esas alınacağının belirtilmiş olmasını not edelim. Bu açıklama söyledikleri ve söylemedikleriyle birlikte şöyle sadeleştirilebilir. PKK, bölgesel dinamiklerin göreli bir değişim içinde olduğu bir zamanda, Cumhur İttifakının yeni bir adımı denemek istediğini görerek, Öcalan’ın yapacağı açıklamaları esas alacaklarını ifade ederken, silahın masadan kalkmasının, karşı tarafın adımlarına bağlı olarak şekilleneceğini ifade etmiş oluyor.
Öte yandan, bu yeni “sürece” dair iktidar cenahının yaklaşımına ilişkin yapılan “niyet” tartışmaları son derece doğaldır ancak bu noktada önemli olan, yeni adımların yeni koşullar içinde okunmaya çalışılmasıdır.
Devlet tarafının, “terörle mücadele” anlayışını eksen alan bir yerde durarak, elini açması sürpriz değil. Burada barış yönünde somut adım talep edecek olan elbette Kürt hareketi ve barıştan yana güçlerdir. Tam burada parantezi biraz daha genişletelim. İktidar cenahının yeni adımları içindeki bölgesel değişim dinamiklerinde, İran’ın direniş mevzileri zayıflarken, ABD destekli İsrail’in saldırganlığının yol açacağı olası yeni gelişmeler tartışılırken, büyük başlık olarak ABD’ye dikkat çekilmiş olunuyor. Bu noktada, ABD’den önce Ortadoğu’nun hakim gücü olan ve dünyanın dörtte birine hükmeden İngiltere’ye ilişkin bir alıntıyla devam edelim:
“John Stuart Mill'in yaptığı gibi, Hindistan'daki Britanya yönetiminin ‘İnsanoğlunca bilinenler içinde sadece niyet bakımından en halisane değil, tatbikat bakımından en faydalılardan biri’olduğunu öne sürmüyorum. Keza Lord Curzon gibi, Britanya imparatorluğu için ‘ilahi takdirle iyilik adına şimdiye dek dünyanın gördüğü en büyük araç’ ya da General Smuts gibi, ‘Örgütlü insan özgürlüğü açısından şimdiye kadar insanlık tarihinde var olmuş en geniş sistem’ olduğunu savunmuyorum. İmparatorluk asla bu kadar diğerkam değildi. Britanyalılar 18. yüzyılda daha sonraları köleliği ortadan kaldırmada göstereceklerinden aşağı kalmayan bir gayretle köleler edinmek ve sömürmek için uğraştılar; günümüzde tiksindirici bulduğumuz ırk ayrımcılığı biçimlerini çok daha uzun süre uyguladılar. Emperyal otoriteye 1857'de Hindistan'da, 1831 ve 1865'te Jamaika'da, 1899'da Güney Afrika'da kafa tutulduğunda, Britanya'nın tepkisi vahşiceydi.” (Niall Ferguson, İmparatorluk, Britanya'nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi, Çev; Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, 4. baskı:İstanbul, şubat 2017, sayfa 20)
Yani dünyanın hakim güçleri açısından zorunlu kalmadıkça kendi otoritesinden taviz vermek anlamına gelebilecek esnemeler göstermek diye bir matematik yok. Devlet ve Cumhur İttifakı, bakımından da bugün gösterilen bu duruşun arkasında, bölgedeki değişim sürecinden güçlenerek çıkabilmek için Kürt dinamiğiyle yeni bir denge arayışının yattığı anlaşılıyor. Cumhur İttifakının içeride yaşadığı diğer sıkışıklıkları da etkenler arasına eklemeliyiz.
Öte yandan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, önceki sürece dair, 25 Mayıs 2023 tarihinde CNN Türk-Kanal D ortak yayınında, ‘Akil İnsanlar’ı kastederek ‘Ne kadar entel dantel varsa davet ettik’ ifadelerini kullandığı da biliniyor. Dolayısıyla en azından azımsanmayacak bir kesim, ikinci kez araçsallaştırılıp, ardından da aşağılanmayı yaşamak istemeyecektir. Yani iktidar cenahı, egemen olmanın avantajları yanında, etrafında daha önceki süreçte topladığı desteği tahrip etmiş olmanın dezavantajıyla da yeni bir denemeye girişmiş oluyor.
Daha somut hareketleri gördüğümüz önceki süreç, taraflar açısından mayınlı bir arazide yürümek gibiydi. Bugün o mayınların sayısı daha fazla. Dolayısıyla herkes adımlarını ona göre atıyor.
Bu meseleyi tartışmaya devam edeceğiz.
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00
- ‘Yerli ve milli muhalefet’ tuzağı 07 Ekim 2024 05:13
- Bu sadece bir İsrail savaşı değil 30 Eylül 2024 05:00
- Savaş satanların yarışında söz sahibi olmak... 23 Eylül 2024 05:00
- Önce ölüm fermanını imzaladı, sonra kurbanıyla kağıt oynadı 16 Eylül 2024 05:30
- Çürüyen sınıfın adaletine karşı… 09 Eylül 2024 05:35