Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü
Fotoğraf: Murat Çetinmühürdar/TCCB
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen hafta Rusya’da katıldığı BRICS zirvesi dönüşünde Suriye ile ‘normalleşme’ ve Kürt sorununun çözümüyle ilgili dikkat çekici açıklamalar yaptı. Zirve dönüşü gazetecilere açıklamalarda bulunan Erdoğan, Rusya Lideri Putin ile görüşmesiyle ilgili olarak “Sayın Putin’e, Beşar Esad’ın bizim çağrımıza vereceği cevabın temini noktasında bir adım atması çağrımız oldu. Sayın Putin, Esad’a bu adımı atması için herhangi bir çağrıda bulunur mu? Onu da zamana bırakıyoruz” değerlendirmesi yaptı.
Suriye ile ‘normalleşme’ tartışmasıyla bağlantılı olarak TUSAŞ saldırısının Rojava üzerinden gerçekleştiği iddiasını gündeme getiren Erdoğan, “Bunun kaynağı Suriye mi, Suriye… O zaman oradaki kaynak neyse biz orada gereğini, dün akşam yaptığımız gibi yaparız” diyerek Rojava’ya yönelik operasyonların devam edeceği mesajını da verdi.
Erdoğan’ın açıklamalarında öne çıkan bir diğer nokta da “Bölgedeki terör örgütlerinin ABD’nin çıkarları ve İsrail’in güvenliği için kullanıldığı” vurgusunu yapmasıydı.
Bu açıklamalar, Erdoğan iktidarının Suriye’deki Esad yönetimi ile siyasi ilişki ve iş birliğini geliştirmeye neden bu kadar istekli olduğunu ortaya koymakla kalmıyor, Kürt sorununun çözümünden ne anladığını da gösteriyor.
Birinci olarak, Erdoğan’ın hem Esad’ın adım atması için Putin’den ricada bulunması hem de Putin’in böylesi bir çağrı yapıp yapmayacağını görmek için beklemek gerektiğini söylemesi aslında iktidarının Suriye’deki pozisyonunu da açıklıyor. Bu açıklama, ‘Astana süreci’ olarak tanımlanan Türkiye’nin Rusya ile iş birliğine yöneldiği 2016’dan bu yana Suriye sahasında hangi aktörün belirleyici olduğu sorusunun yanıtını veriyor.
Bilindiği gibi Esad, siyasi ilişkilerin yeniden kurulması için Türkiye’nin Suriye’de işgal ettiği topraklardan çekilmesini (en azından çekilme konusunda bir takvim belirlenmesini) ve cihatçı gruplara verilen desteğin son bulmasını istiyor.
Ancak Erdoğan, bu talebe “Suriye’nin toprağında gözümüz yok” gibi genel bir ifade ile yanıt vermekle kalmıyor, “terör” deyince de aklına binlerce savaş suçu işleyen İdlib’deki El Kaide devamcısı HTŞ ya da kendi himayesindeki cihatçı gruplar değil, Rojava’daki Kürt özerk yönetimi geliyor. Dolayısıyla son açıklamaları, Erdoğan’ın Suriye ile ‘normalleşme’ derken anladığı şeyin Rojava’da Kürtlere karşı iş birliği yapmak ve özerk yönetimi ortadan kaldırmaktan ibaret olduğunu bir kez daha gösterdi.
İktidar ve medyası Rojava’ya yönelik saldırganlığa dayanak oluşturmak için eldeki bilgi ve belgeler aksini söylediği halde TUSAŞ saldırısını gerçekleştiren PKK’lilerin Suriye’den geldiği yönünde bir propaganda yapıyor. Zaten TUSAŞ saldırısının hemen ardından Rojava’ya yönelik hava bombardımanının başlatılması da Erdoğan iktidarının bu saldırılar için fırsat kolladığını gösteriyordu.
MHP Lideri Bahçeli, katıldığı Ziya Gökalp Sempozyumunda “Türk ile Kürtlerin birbirini sevmesi farzdır” derken Erdoğan iktidarı Kürtlere olan derin sevgisini Rojava’ya yağdırdığı bombalarla gösteriyordu!
Rojava özerk yönetimi TUSAŞ saldırısı ile hiçbir ilgilerinin bulunmadığını açıklarken Türkiye’nin dört gün boyunca devam eden bombardımanı sonucu 15’i sivil 17 kişi yaşamını yitirdi ve yüz binlerce insanın en temel ihtiyaçlarını karşıladığı sağlık ve eğitim merkezleri, tahıl depoları, elektrik, su, gaz ve petrol tesisleri büyük hasar gördü.
Burada Erdoğan’ın Suriye Demokratik Güçlerini (SDG) işaret ederek “Amerika’nın bölgedeki terör örgütlerini kendi çıkarları ve İsrail’in güvenliği için kullandığı” sözlerine de açıklık getirmek gerekiyor.
ABD emperyalizminin bölgedeki bütün ilişkilerini kendi çıkarları ve İsrail’in güvenliği için kullandığına şüphe yok. Ama o zaman Erdoğan’a sormak gerekiyor: ABD ve İsrail’in bölgesel çıkarları temelinde direniş eksenini parçalamak için 2011’de yanına cihatçı grupları alarak Suriye’ye müdahalenin öncülüğüne soyunan Kürtler miydi? Suriye rejiminin devrilmesine karşı mücadele ettiği için Lübnan Hizbullah’ına “Hizbülşeytan” deyip ona karşı İsrail ile birlikte ortak cephe kuran kimdi?
Dahası bugün Filistin davasını savunur görünürken bile İsrail’in en büyük destekçisi ABD-NATO’ya karşı en küçük bir adım dahi atmayan ve sadece tepkilerden korktuğu için İsrail ile ticareti gizli biçimler altında sürdürmeye devam edenlerin ABD ve İsrail’e karşı söyledikleri sözlerin hiçbir inandırıcılığı bulunmuyor. Açıktır ki Erdoğan’ın derdi ABD ve İsrail değil; aksine hizmette kusur etmediği bu güçlerin Kürtlere karşı saldırganlık konusunda kendisine beklediği desteği vermemesidir. Yoksa iş Türk askerinin İdlib’deki HTŞ’ye kalkan yapılması ve Suriye’de cihatçı gruplarla birlikte sürdürülen işgale gelince ABD ve İsrail, bu konuda Erdoğan iktidarına desteklerinin tam olduğunu her fırsatta tekrarlıyorlar.
Suriye’deki Esad yönetimi de bu gerçeği görüyor ve siyasi ilişkilerin yeniden kurulması için Erdoğan iktidarından İdlib’deki HTŞ ve işgal altında tutulan bölgeler konusunda adım atılmasını istiyor. Öte yandan 13 yılını geride bırakan savaşta ülkesi büyük bir yıkıma uğramışken ve bölgesel savaş tehdidinin böylesine arttığı bir dönemde Esad yönetiminin zaten siyasi diyalog kurabildiği Kürtlerle savaşa girişmesini beklemenin en azından bugün için gerçekçi bir senaryo olmadığı ortadadır.
Ancak Türkiye’deki iktidarın da Rojava’ya müdahale konusundaki ısrarının arka planında bölgesel gelişmeler ve bu gelişmelere bağlı olarak Kürt sorununda almak istediği pozisyon bulunuyor.
2013-15 yılları arasında devam eden ‘çözüm süreci’nin çıkmaza girmesinin ve Erdoğan’ın masayı devirmesinin en önemli nedenlerinden biri de “Düştü, düşecek” dediği Kobanê’nin düşmemesi, yani Rojava’daki Kürt özerk yönetiminin ortadan kaldırılamamasıydı. Çünkü Erdoğan iktidarı, Rojava’daki özerk yönetimini ülke içinde Kürtlere kendi çözümünü dayatabilmenin önündeki en önemli engel olarak görüyordu. Bu durumu iktidarın o dönem müzakereden sorumlu Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, “tahayyül” olarak tanımladığı Rojava’daki Kürt özerk yönetiminin “Çözüm sürecinde Kürtleri tatminsiz ve şımarık hale getirdiği” sözleriyle ifade ediyordu.
Bugün İsrail’in ABD-NATO desteğinde Gazze’den başlayıp Lübnan ve Suriye’ye yayılan saldırganlığının daha kapsamlı bir savaşa dönüşüp bölgesel dengeleri değiştirici bir rol oynaması ihtimali az değil. Erdoğan iktidarı bu savaş ve gerilimi, kendi bölgesel pozisyonunu güçlendirmenin ve yayılmacı emellerini gerçekleştirmenin bir fırsatına dönüştürmek istiyor. Ancak bunun için önce kendi ‘zayıf karnı’ olan Kürt sorununu bu politikanın önünde bir engel olmaktan çıkarması gerekiyor. Buradaki ‘özerklik statüsü’nü ülke içinde Kürtlere kendi çözümünü dayatmanın ve onları kendi politikalarına yedeklemenin önünde büyük bir engel olarak gördüğü için de Rojava ile yatıp kalkıyor. Rojava’ya karşı yeni operasyon ve işgal için kah Putin’in kah ABD’nin kapısını çalıyor.
Son günlerde Bahçeli ve Erdoğan’ın açıklamaları üzerinden Kürt sorununun çözümü yönünde bir beklenti yaratmaya çalışan iktidarın bölgede barışa ve ülke içinde demokratik çözüme mesafesini görmek için Rojava’ya yönelik politikalarına bakmak yeter!
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Bahçeli’nin açıklamaları, TUSAŞ saldırısı ve Öcalan’ın mesajı 25 Ekim 2024 15:04
- Fethullah Gülen: Emperyalizm ve iş birlikçi gericiliğe adanmış bir yaşam 22 Ekim 2024 04:34
- Irak Kürdistan seçimleri ve bölgesel etkileri 18 Ekim 2024 05:00
- İktidarın "Savaş vergisi" barış ve güvenliği sağlar mı? 14 Ekim 2024 04:51
- 'Cumhur'un eli ve siyasi dizayn 11 Ekim 2024 05:00
- Bölgedeki ateş çemberi ve pergelin sivri ucu 08 Ekim 2024 04:49
- Erdoğan’ın ‘Filistin davası’ ve hamasetin örtemediği gerçekler 07 Ekim 2024 04:57
- Ortadoğu'daki ateş Türkiye'ye barış getirir mi? 04 Ekim 2024 04:51