Sorun yoksa, telaş niye?
Fotoğraf: TBMM
Tartışmaların boyutu, yaygınlığı ve gördüğü ilgi, etrafında yoğunlaştıkları sorun ve sorunların önemi, boyutu ve ciddiyetinden bağımsız değil. Türk milliyetçiliğinin ırkçı temsilcileri birbirlerine ip atıp parti amblemli asma sembolleri üzerinden birbirine veryansın ediyorlarsa, boşa küfürleşmiyorlar! Burjuva politikası iktidardaki temsilcileriyle muhalefette yer alanlarının hemen tümünü, önceliklerinin sıralamasında birbirlerinden ayırmakla birlikte tümünü sıkıntıya sokacak, açmazlara sürükleyecek çeşitli sorun yumaklarıyla yüz yüzedir. Erdoğan’ı bir hayli zamandan beri, bölgedeki gelişmeler odaklı açıklama, öneri, tehdit karışımı konuşmalar yapmaya zorlayan iç ve dış olaylar; istikrarsızlıkları derinleştirmiş, başlıca emperyalist devletlerle bölge düzeyinde güç olan ya da olma hedefiyle hareket eden devletlerin yöneticileri, gerginlik, çatışma ve savaş politikalarındaki yoğunlaşmaya işaret eden pratikleri artırmışlardır.
Bu ilişkiler kapsamında, burjuva devletlerinin -en güçlüleri başta olmak üzere- birbirlerinin “açıklarından yararlanma”; sorunlu alanlar ve konular üzerinde yoğunlaşarak istismar etme ve mümkünse eğer, rakiplerle bölge gücü olma iddiasında olanları güçten düşürecek iç-dış sorunları yıkıcı tarzda kullanma politikası izlemeleri sadece anlaşılır değil görülebilir durumdadır da!
Bir hayli zamandır “Türkiye Yüzyılı!” hikayeleriyle halk kitlelerini pasif yedek yığın durumunda tutmaya çalışan Erdoğan-Bahçeli yönetimi, demek oluyor ki “Durup dururken yeni bir politikaya yönelmiş” değildi! İçeride son genel ve yerel seçimlerin açık hale getirdiği bir güç yitimi vardı. Ekonomik sorunlar giderek ağırlaşmaktaydı. Baskı, yasak ve saldırı politikaları çok büyük yıkılmaların yanı sıra yaygın tepki birikimine de yol açmıştı. Önemli toplumsal sorunlardan biri olarak Kürt sorunu kapsamında ve dolayısıyla gelişen olaylar, “Terörü yok etme” gerekçeli saldırı politikası ve bölgede izlenen yayılmacı askeri harekatlar sonucu karşı karşıya gelinen sorunlar giderek ağırlaşmış ve baş edilemez hale gelmişti. Irak, Suriye, Libya politikaları ve özellikle de Suriye’nin yıkılmasından pay alma hedefli izlenen IŞİD destekçisi, ABD -İsrail iş birlikçisi politika, Rojava’da “Özerk Kürt yönetimi”nin ABD’nin desteği ve korumasında oluşmasına yol açmıştı ki bunun başlıca sorumlusunun da Erdoğan yönetimi olduğunu söyleyenler az değildi. Bir NATO ülkesi olarak Türkiye’yi yönetenlerin ABD-AB ve İsrail ile iş birliğini sürdürmesi ve fakat Kürt sorunu nedeniyle bu güçlerle zıt politika önceliklerine sahip olması en önemli açmazları arasındaydı. Bölgede sürmekte olan savaşlar karşısında izlenen politika tutarsız ve riyakarcaydı. İsrail ile ticari (askeri olarak kullanılabilir malzeme dahil) ilişkiler devam ediyordu ve o, Filistin, Suriye ve Lübnan’da saldırıları sürdürüyor, İran’a karşı ABD ve İngiltere başta olmak üzere emperyalistlerin desteğinde saldırgan ve savaş kışkırtıcı bir politikada ısrar ediyordu. İsrail ve ABD’nin Irak Kürdistan Federe Devleti’yle sıkı ilişkileri vardı ve Suriye’de de bir Kürt oluşumu bir tür “devletleşmektey”di! Koşullar Türkiye Kürt hareketini terörle özdeş gösterip tüm unsurlarıyla karşıya almanın Türk devlet yönetiminin aleyhine gelişmelere güç veren bir işlev gördüğünü artan şekilde açığa çıkarmaktaydı. Suriye Kürt oluşumu ise çözümsüzlüğün bir diğer etkeni ve sorunuydu.
Bunlar ve başkaca birçok etken, Bahçeli’nin “el uzatma” tutumuyla ortaya çıkmasına yol açtı. Erdoğan-Bahçeli yönetimi hem uzun süredir sürdürdüğü ve yönetiminin devamını anayasal bir güvenceye kavuşturma girişimlerinde ileri adım atabilme olasılık ve olanağının yanı sıra, bölgede sürmekte olan savaş nedeniyle dış etken ve müdahalelerin arma olasılığını da hesaba katarak Öcalan’a “Gel çağrı yap, terör örgütünü dağıttığını söyle, biz de sana kolaylıklar sağlayalım” söylemiyle yol almaya yöneltti. Sürekli düşman olarak gösterdiği DEM Parti yöneticileriyle önce Mecliste ‘tokalaşan’ Bahçeli’nin bir süre sonra ‘daha ileri bir adım atarak’, DEM Parti ve A. Öcalan’ı “parti grubu”nda bir araya getirmeyi “göze alacak” çağrıda bulunması, devlet üst bürokrasisinin karşı karşıya olduğu ülke içi ve dışı sorun yığınağıyla bağlıydı ve bu tutum ve çağrıların “teröre karşı savaş konsepti”nin yeni biçim ve önceliklerini içerdiği de saklı-gizli değildi. Bahçeli, parti tabanında ve Türk ırkçılığı politikasında ısrarlı olanlar arasında görülen tepkileri de gözeterek ilk açıklamasının birkaç gün sonrasında “Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Kürt sorunu yoktur. …Var olan sorun bölücü terör sorunudur, kaldı ki bu ihanetin kökü muhakkak surette kazınacaktır” derken bunu bir kez daha açık etti.
Onlarca ve onlarca politikacı, sosyolog, emekli general ve amiral, gazeteci yazar tarafından hemen tüm televizyon kanallarıyla gazetelerde iki haftadır tartışılan Bahçeli’nin çağrısı, çağrının beklenilmeyen bir yerden gelmesi gerekçesiyle de daha fazla ilgi gördü. Şaşıranlar çoktu. Siyonist yönetimle askeri anlaşmaların altındaki imzalarda Erbakan’ın da adının olduğunu unutanlar, Bahçeli’nin “Terör örgütünün başı gelsin DEM grubunda konuşsun. Örgütünü dağıttığını ilan etsin!” yönündeki açıklaması karşısında en çok şaşıranlardı.
DEM Parti yöneticileriyle A. Öcalan’ın ise bu çağrıya olumlu yönde yaklaştıkları açıklandı. Ancak tam da “Uzun süredir zaten Apo ile görüşülüyordu, iş belirli bir aşamaya gelmişti, bu tokalaşma ve çağrı, ‘yumuşama-normalleşme’ açıklamalarıyla birlikte, Kürt sorununun özellikle İsrail ve ABD tarafından Türkiye’nin aleyhine istismarını önlemek için ‘Türk devlet aklı’nın yeni bir manevrayla harekete geçmesinden bağımsız değildir” dendiği bir zamanda, TUSAŞ’a saldırı düzenlendi. Farklı politikaları benimsemelerine rağmen çok sayıdaki parti, örgüt ve kişi bu saldırıyı provokatif bir girişim olarak nitelendi. Kürt sorununun ulusal tam hak eşitliği, ‘eşit haklara sahip yurttaşlık’ temel alınarak çözülmesini savunan Kürt politik hareketinin sözcüleri de saldırıyı kınadılar.
Erdoğan-Bahçeli yönetimi ciddi sorunlarla yüz yüzedir ve bu sorunları temelli olarak aşma olanaksızlığını görerek kısmi ve kimileri yönünden de palyatif önlemlerle yol alarak desteğini artırmaya ve iktidarını sürdürmeye çalışmaktadır. Yapılan çağrı sorunun çözümünü değil terör olarak gösterilen PKK politikası ve varlığının “bitirilmesi”ni önceleyip içeriyor. Bu 'çağrı’nın, muhatabının davranışıyla bağlı olarak DEM’in “terörist” gösterilmesi yönünde kullanılması olasılığı da güçlüdür. Buna rağmen Bahçeli’nin açıklaması ve Özgür Özel’in Kürtlerin de eşit haklara sahip yurttaşlar olup Türk burjuva devletine sahip çıkmaları anlamına gelen açıklamalarına gösterilen tepki ve bu partilerin destek kaybını gösteren veriler, şoven milliyetçi inkar ve baskı politikasının yarattığı tahribatın büyüklüğünü de bir kez daha gösterdi.
Kürt sorununun, işçi ve emekçi kitlelerinin burjuva emperyalist ve siyonist istismarları da boşa çıkaracak bir çözümü, sadece Türkiye Kürt hareketinin ‘ana ekseni’yle dış istismara karşı uyanık oluşunu gerektirmiyor. Türk ve diğer ulusal kökenlerden halk kitlelerinin şovenist politikaların yol açtığı yıkımı görerek emperyalist-siyonist politikalara ve ülkeyi yönetenlerin iş birlikçi olduğu denli yayılmacı da olan politikalarına karşı mücadele etmeleri, Kürt ulusal kimliği ve Kürt dili üzerindeki baskıyı reddetmeleri, bu sorun bağlamındaki en önemli gerekliliktir.
Bütün bunlardan sonra başlıktaki soruya gelirsek, evet çözümsüz bırakılarak her türden istismara açık hale getirilen Kürt sorunu gibi bir sorun olmasaydı, Bahçeli, Erdoğan ve sermayenin diğer temsilcilerinin “ulusal çıkarlar-devletin bekası” türü lafazanlıkla böylesine telaşa kapılmalarına gerek kalmazdı. İstismar tehdidi ise ancak sorunun tam hak eşitliği temelinde halklar yararına çözümünün kabullenmesiyle bertaraf edilebilir.
- Yıkım, yoksullaşma ve savaşlar yılı 26 Aralık 2024 06:32
- Emperyalistlerin maşaları ! 19 Aralık 2024 05:58
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28