01 Kasım 2024 05:03

Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı

Esenyurt Belediyesi önünde bir araya gelen yurttaşlar

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

Paylaş

Devlet Bahçeli’nin açıklamaları üzerinden iktidarın yeni bir ‘açılım süreci’ başlattığı tartışmaları yapılırken İstanbul’un CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, önceden hazırlığı yapıldığı anlaşılan bir siyasi operasyon üzerinden “terör örgütü üyeliği” iddiasıyla tutuklanarak yerine kayyım atandı. Bahçeli’nin PKK Lideri Öcalan’ın Mecliste konuşma yapması çağrısı yaptığı bir dönemde ‘kent uzlaşısı’ üzerinden demokrasi güçlerinin önemli bir kesiminin desteğini alarak yüzde 49’la belediye başkanı seçilen Ahmet Özer’in, “Öcalan’ın ‘çözüm süreci’nde heyetlerle yaptığı görüşmede adının geçmesi” gibi uyduruk bir gerekçeyle tutuklanması, ‘yeni açılım’ olarak adlandırılan sürecin demokratik siyasete karşı bir kurt kapanı olarak kullanılacağını gösteriyor.

AKP içindeki Kürt siyasetçilerden Orhan Miroğlu’nun Özer’in tutuklanmasının ve Esenyurt Belediyesine kayyım atanmasının “Süreci etkilemeyeceği” açıklaması, yeni sürecin de tıpkı eskisi gibi iki uçlu bir politika olarak uygulanacağını ortaya koyuyor. O dönem cemaatçilerle birlikte olan Erdoğan’ın 2009’da başlattığı açılım sürecinde de Kürt halkında çözüm yönünde beklenti yaratan adımlara Kürt siyasetçilere ve belediye başkanlarına yönelik “KCK operasyonları” eşlik etmişti. Böylece açılım bir yandan halkta beklenti yaratmaya ve öte yandan da demokratik siyaseti tasfiye etmeye dayalı iki uçlu bir politika olarak uygulanmıştı.

Kuşkusuz hem 2009’daki açılım sürecinin ve hem de bugün Bahçeli üzerinden başlatılan sürecin kendi özgünlükleri bulunuyor. Ancak iktidarın/devletin bu süreç üzerinden bugün ulaşmak istediği politik hedeflerin anlaşılması bakımından 2009’daki açılım sürecine dönüp bakmak birçok bakımdan açıklayıcı olacaktır.

Açılım süreci, ABD’nin bölgeyi yeniden dizayn etmek için 2003’te müdahale ederek rejim değişikliği gerçekleştirdiği Irak’ta deyim yerindeyse savaş batağına saplanması sonrasında askerlerinin önemli bir kısmını çekmesi tartışmasının yapıldığı bir dönemde başlatılmıştı. Arka planında ABD’nin çekilmesinin bir boşluk yaratmaması için Türkiye’deki iktidarın Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve İsrail ile ABD’nin politik ekseninde birleştirilmesi yer alıyordu. O dönem Taraf gazetesi gibi açılımın fanatik taraftarları, bu sürecin Türkiye’yi Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya üçgeninde önemli bir ticaret ve enerji koridoru haline getireceği propagandasını yapıyorlardı.

Bugün Bahçeli de Kürt sorunu konusunda yaptığı son açıklamaları bölgesel gelişmelerle izah ediyor. Başka bir deyişle devlet/iktidar, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırganlığının bölgeye yayılması ve bu süreçte Türkiye egemen sınıflarının üstleneceği rol bakımından Kürt sorunu konusunda bir inisiyatif geliştirmeyi zorunlu görüyor.

Bu noktada SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi’nin Türkiye’nin Rojava’ya yönelik saldırılarına rağmen ABD’nin başını çektiği Uluslararası Koalisyonun ‘ara buluculuk’ yaptığına dair açıklamasına da dikkat çekmek, bu süreçte ABD’nin rolünü anlamak bakımından önem taşıyor.

Açılım sürecinde AKP-Erdoğan iktidarı, TRT Şêş ve üniversitelerde Kürdoloji bölümlerinin açılması gibi Kürt halkında beklenti yaratmayı amaçlayan sembolik adımlar atmıştı. Bugün Bahçeli her ne kadar çıtayı Öcalan’ın Mecliste konuşması ve ‘umut hakkı’ndan yararlandırılması gibi yükseğe koymuş olsa da somut hiçbir adım atılmış değil. Ancak Bahçeli ve Erdoğan’ın açıklamalarına bakınca en azından söylem düzeyinde beklenti yaratmaya yönelik tutumun devam ettirileceği anlaşılıyor.

Öte yandan Özer’in tutuklanması ve Esenyurt Belediyesine kayyım atanmasıyla bağlantılı olarak açılım sürecinin dikkat çekici yönü, bu sürecin asıl olarak demokratik siyasetin tasfiyesi üzerine inşa edilmeye çalışılmasıydı.

Açılım sürecinde Kürt siyasetçi ve belediye başkanlarına yönelik KCK operasyonlarının yapılmasını, o dönemin Fethullahçı-emniyetçi yazarlarından Emre Uslu “Açılım sürecinin sağlıklı ilerlemesi için zorunlu” diyerek savunmuştu. Şimdi Miroğlu da kayyımların sorumlusunun KCK olduğunu söylüyor ve Özer’in siyasi bir komployla tutuklanmasının süreci etkilemeyeceğinden emin görünüyor. Çünkü Özer’in tutuklanması ve Esenyurt Belediyesine kayyım atanması, yeni süreçte yaşanmış bir yol kazasını değil; istikametin kendisini gösteriyor.

Açıktır ki, MHP’den HÜDA PAR’a ülkenin en gerici güçlerinin ittifakı üzerine kurulmuş olan bugünkü iktidarın Kürt sorununda adım atmadan beklenti yaratabilmesi için demokratik siyasetin tasfiyesi dışında bir seçeneği bulunmuyor. Bu noktada Esenyurt ve Ahmet Özer’in hedef seçilmiş olması, iktidarın önceden planlandığı belli bir hamlesi olarak öne çıkıyor.

Burada öncelikle bu siyasi komplonun aktörü olarak öne sürülen İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek için bir parantez açmak gerekiyor. Çünkü Gürlek’in ‘yükseliş’ hikayesi, yargının iktidarın siyasi amaçları doğrultusunda araçsallaştırılmasının da hikayesidir. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi hakimi iken Anayasa Mahkemesinin CHP’li Enis Berberoğlu’na yönelik ihlal kararını tanımayarak başlayan bu yükseliş hikayesi, Adalet Bakanı yardımcılığına ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına uzanıyor. Gürlek’in, tıpkı Erdoğan’la görüşmesinden sonra Kobanê iddianamesini hazırlayan Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman gibi Erdoğan’ın talimatıyla harekete geçtiğine şüphe yok. Zaten Özer daha gözaltındayken Erdoğan’ın yaptığı “Terör örgütü Esenyurt’u kasıp kavuruyor” açıklaması, hükmün önceden verildiğini ortaya koyuyor.

İktidar, uzunca bir süredir kaybetmenin sancısını yaşadığı İstanbul’un en büyük ilçesi Esenyurt’u ve bu ilçede CHP ve DEM’in başını çektiği kent uzlaşısını hedefe koyarak bir taşla birden fazla kuşu vurmayı hesaplıyor.

Öncelikle CHP ve DEM’in başını çektiği kent uzlaşısı, Erdoğan iktidarı ve onun Cumhur İttifakının iki dönemdir İstanbul Büyükşehir Belediyesini kaybetmesinin arkasındaki güç birliğini ifade ediyor. Dolayısıyla İstanbul’un CHP’li bir belediye başkanının “KCK-PKK üyeliği” iddiasıyla tutuklanması, İBB Başkanı İmamoğlu’na kadar uzanabilecek bir saldırının kritik bir halkası olarak öne çıkıyor. Bilindiği gibi İBB ve İmamoğlu geçtiğimiz dönem de Kürt din görevlilerini belediyeye gassal (ölü yıkayıcı) olarak işe aldığı gerekçesiyle “terörle iş birliği” suçlamasıyla hedefe konmuş ve belediyeye kayyım atamanın koşulları yaratılmaya çalışılmıştı.

Özer’in “terör örgütü üyeliği” iddiasıyla tutuklanması, CHP’yi zayıf karnı Kürt sorunu üzerinden iç tartışmalara sürüklemeyi ve bu müdahaleye karşı etkili bir tutum sergileyemez hale getirmeyi de amaçlıyor. Erdoğan’ın partisinin grup toplantısında “Kardeşliğe katkı sağladığı için” Özel’i tebrik edip devamında da Esenyurt’taki operasyona karşı çıkmaması konusunda uyarması, Özel ve Erdoğan arasında bir süredir devam eden “normalleşme-yumuşama” sürecinin iktidar tarafından nasıl kullanıldığını gözler önüne seriyor.

Eğer iktidarın Ahmet Özer’in tutuklanması ve Esenyurt Belediyesine kayyım atanması hamlesi püskürtülemezse DEM Parti’li bütün belediyelerin üzerinde kayyım tehdidi Demokles’in Kılıcı gibi sallanmaya başlayacak. Dahası bu saldırı sadece belediyelerle sınırlı kalmayıp her alanda demokratik hakların tamamen ortadan kaldırılması ve demokratik siyasetin tasfiyesine doğru ilerletilecek.

Osmanlı’nın savaşta rakiplerini kuşatıp yok etmeye dayalı askeri taktiği ‘kurt kapanı’ olarak tanımlanıyordu. Ahmet Özer ve Esenyurt Belediyesine yapılanlar, iktidarın toplumda beklenti yaratmaya dayalı söylemlerinin adeta bir kurt kapanı gibi demokratik siyasetin tasfiyesinin araçları olarak devreye sokulduğunu ortaya koyuyor. Bu karanlık güçlerin kuşatmasını yarmak için ülkedeki bütün emek, barış ve demokrasi güçlerinin bu hukuksuzluğa karşı ortak bir tutum alması ve mücadelelerini birleştirmesi dışında bir seçenek bulunmuyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa