03 Kasım 2024 04:35

Amerikan seçimlerini aşırı sağ kazandı

Kamala Harris ve Donald Trump

Fotoğraflar: Gage Skidmore/Flickr CC BY-SA 2.0

PAZAR
Paylaş

Yanlış okumadınız. Günü de şaşırmadım. Rüya da görmüyorum.

Sandıktaki sonuçlardan bağımsız olarak, Amerikan seçimlerinin galibi aşırı sağ. Muhafazakarlar ve liberaller büyük mağluplar. Sol da kaybedenler arasında.

SINIFTAN KAÇIŞ

Aşırı sağın yarattığı gündemler seçim kampanyalarını belirledi. Göç ve suç iki partinin de propagandasının merkezindeydi. Cumhuriyetçiler milyonlarca insanı sınır dışı edeceklerini, böylece suçu azaltacaklarını anlatıyorlar aylardır. Suçun göçmenlerden kaynaklanmadığını gösteren yığınla araştırma olmasına rağmen, Demokratlar da göç ve suç konusunda sağcı bir istikamet tutturdular. Burada ilginç olan, Demokratların yanındaki liberal medyanın, suç oranlarında ciddi bir artış olmadığına, olan kadarının da göçle zayıf bir bağlantısı olduğuna dair veri sunmasına rağmen, partinin başka bir yöne gitmesi. Liberal medya ve Demokratik Parti arasında genelde çok ciddi bir makas olmuyor ama, bu konuda parti kendine tabi medyanın ve (göçe olumlu bakan) geleneksel muhafazakarların bile çok daha sağına kaymış durumda.

Demokratların ve liberal medyanın çok ayrışmadığı bir konu enflasyon. Hayat pahalılığı neredeyse göç ve suç kadar merkezinde kampanyaların. Cumhuriyetçiler fiyatlara büyük vurgu yapıyor. Demokratlar ve medyaları ise, “Enflasyon neredeyse yüzde ikiye, yani normal seviyelere düşmüş durumda” diye ısrar ediyor. Ancak temel ihtiyaç maddeleri zaten o kadar pahalanmıştı ki, enflasyonun yavaşlaması hayatı kolaylaştırmıyor. Bu başlıktan da galip çıkan Cumhuriyetçiler o yüzden. Demokratlar birkaç ay önce hayatın zorlaştığını reddetmeyen, ancak suçu büyük şirketlere yıkan bir çizgi tutturmaya yeltendiler. Fakat bu sol taktikle kısa bir flörtten sonra, enflasyonu neredeyse tamamen yükselen ücretlerle açıklayan ekonomik ortodoksiye geri döndüler. Liberal medya da aynı yerden konuşuyor.

Eflasyon bahsinde Demokratların ve liberallerin bu tıkanmışlığının ve sağa kayışının diğer sınıfsal meselelerle doğrudan bağlantısı var. Biden idaresinin ilk yılında sendikalaşma ve ücret artışı gibi duruşlarla tabanını genişletmeye çalışan parti, elit üyelerinin baskısına yenik düşüp 1980’lerden beri izlediği neoliberal rotaya geri döndü.

Bu konularda artık konuşmak istemeyen Demokratlar, propagandalarını tamamen Trump karşıtlığına indirgemiş durumdalar. Trump’ın demokrasiyi askıya alacağını, hatta “faşist” bir idare kuracağını vurguluyorlar her şeyden fazla. Tamamen haksız da sayılmazlar. Ancak bu sıradan seçmen için enflasyon kadar acil bir sorun değil.

Dengelerin Demokratların lehine olduğu tek başlık kürtaj. 2022 ara seçimlerini, Cumhuriyetçilerin giderek insanlık dışı bir noktaya gelen kürtaj karşıtlığından korkan üst-orta sınıf muhafazakar kadınların oylarıyla kazandı Demokratlar. Dolayısıyla “faşizm” karşıtlığından hemen sonra, en çok gündemde tutmaya çalıştıkları konu bu. Cumhuriyetçiler de baltaları gömmeseler dahi, kürtajı gündem dışı tutmaya çalışıyorlar.

Daha önce de Evrensel’de anlattığım gibi, iklim değişikliği ve dış siyaset (özellikle de Filistin/İsrail meselesi) özenle kampanyaların dışında tutuldu.

Tüm bunlar olurken, sol -alternatif bir duruşu geniş kitlelere anlatmayı, hele hele onları ikna etmeyi bırakın- kendi gündemini, kendi çizgisini yaratamadı.

LİBERAL DEMOKRASİNİN YAKLAŞAN SONU

Elbette Demokratik Parti kazanırsa, liberaller Biden çizgisinden çok da sapmayan politikalarla yola devam edecekler. Ama bu politikaların daha az meşruiyeti olacak. O meşruiyet zeminini kendi kampanyalarıyla aşındırmış durumdalar. Kazansalar da tedricen sağa kaymaya devam edecekler bu genel atmosferden dolayı.

O halde, Trump seçilirse gerçekten de liberal demokrasiyi askıya alıp almayacağına bakmak gerekiyor.

Aslında bunun koşulları zaten hazır. Kurumlar daha şimdiden boyun eğmiş durumda: Washington Post ve Los Angeles Times gibi köklü gazeteler, en prestijli üniversiteler aşırı sağa teslim bayrağını çektiler. Demokratlar taktik olarak bir iki konuda sağa kaymak yerine, kürtaj dışında bütün konularda sağa kaydılar. Kendi partilerinin kaderini tamamen Cumhuriyetçi kadınlara bağlamış, diğer kesimleri boş vermiş durumdalar. Hukuk da giderek Trump’ın kontrolüne giriyor.

Bunların farkında olan Cumhuriyetçiler, “Zaten kazandık” gözüyle baktıkları 2024 seçimleri kadar, 2028 seçimlerini de düşünüyorlar şimdiden. Trump’ın ekonomide yapısal değişiklik yaratarak iktidarda kalma şansı yok 2028’de. Partiyi işçilerin partisine dönüştüreceğini söyleyip duruyor ama, buna yönelik adım atacağından şüpheliyim. Atsa bile, aynen 2016’nın ilk aylarında olduğu gibi, Meclis ve Senato tarafından sabote edilecektir çabaları. Dolayısıyla yukarıda anlattığım boyun eğme haline daha net bir şekil vermeye, 2028 seçimlerini usul dışı yollarla kazanmaya çalışacak.

Fakat kurumlar niye bu kadar kolay boyun eğdi? Demokratlar ve elitler niye kurumları koruyamadı? Soldan mı çok korktular? “Sosyalizm geleceğine faşizm gelsin” diye mi düşündüler? Tam tersine. Asıl sorun soldan doğru düzgün bir baskı gelmemesi oldu. Soldaki bu boşluktan dolayı, liberaller de güçlü gördükleri odağı taklit etmeye başladılar.

TUHAF BEKLEYİŞ

Şu anda çok tedirgin bir bekleyiş var. Göçmenler, azınlıklar, liberallerin sola yakın olanları, Trump muhalifleri birkaç ay içinde hayatlarının kökten değişebileceğini, sürekli bir fiziksel saldırı, işten çıkarılma, sınır dışı edilme tehdidi altında yaşamaya başlayacaklarını hissediyorlar. Buna rağmen insanın rutinine devam etmesi tuhaf bir duygu.

Sosyalistinden postkolonyalistine, liberalizmin soluna düşen düşünür ve aktivistler arasında ise bu tuhaf varoluş aslında 7 Ekim 2023’ten beri devam ediyor. Bir taraftan dünyanın yok edilişinin hızlandırıldığını görüyorsunuz. Herkesin gözü önünde, “naklen” soykırım yaşanıyor ama yine de sabah işinize gidiyorsunuz, akşam çocuklarınızın yüzüne her şey normalmiş gibi gülüyorsunuz mecburen. Bu sürreel his, son bir iki haftadır toplumun üçte birine yavaş yavaş yayılıyor. Toplumun diğer üçte biri ise “düşmanları”na toptan bir saldırı hazırlığında, ya da kendi adına yapılacak saldırıyı naklen seyretme hevesinde.

Henüz aktif olmayan, bu garip dengeyi değiştirme potansiyeline sahip diğer üçte birin harekete geçmesini, Godot’yu bekler gibi bekliyoruz. Bunu daha aktif bir bekleyişe çevirenler var elbette. Umut onlarda ve (seçim günü ya da haftasında değil) seçimlerden sonraki dönemde.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa