05 Kasım 2024 05:02

Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Geçen mayısta bir gazete haberiyle belirip ardından geri çekilen etki ajanlığı yasasının Noterlik Kanunu’nun içine sızıvermesi, son iki haftadır hızlandırılmış gündemi düşününce pek tesadüf değil. En azından iktidar medyası bu izlenimi veriyor. Mayısta etki ajanlığının ne kadar gerekli olduğunu anlatmaya doyamayan iktidarın uçak ekibi, son gelen torba yasa hakkında nedense hiç yazıp çizmiyor. Yasa teklifinin Adalet Komisyonu’nda görüşülmesinin Bahçeli’nin Öcalan’ı Meclis’e davet etmesinin hemen ertesi gününe denk gelmesinin de şaşkınlığı var. Neyin suç neyin suç olmadığı konusunda kafalar karışırken, MHP’ye yakın medya ‘dünya kaosa sürükleniyor, sınırlar değişiyor, önlem almalıyız, safları sıklaştırmalıyız’ telaşı içinde. Erdoğan’ın Bahçeli’ye destek veren 30 Ekim grup toplantısı konuşmasının ertesi günü en az beş gazete “Kürt kardeşim bu eli sımsıkı tut” manşetiyle çıktı, yalnızca “Kürt kardeşim” kısmını alıp serbest kurabilenlerle birlikte benzer manşet sayısı dokuza çıkıyordu. Ertesi gün Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer tutuklanıp, pazartesi de Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyum atanınca AKP-MHP ittifakının muhatap aldığı Kürt kardeşlerin kim olduğu muallakta kaldı ama onu konunun uzmanlarına bırakalım.

Yasa teklifinin görüşüldüğü Adalet Komisyonu tutanaklarına göz atınca cevaplanmayan sorular çok şey anlatıyor denebilir. Örneğin CHP Ankara Milletvekili Murat Emir “Düne kadar Türkiye'de hiç kimse ‘Abdullah Öcalan gelsin, Meclisin bir kürsüsünden konuşsun!’ diyemezdi; onu söyleyen, bir başka devletin ajanı olmakla suçlanırdı ve altı saat içerisinde cezaevine konurdu. Bugün bambaşka bir iklim oluştu, bambaşka bir iklim” diyerek şaşkınlığını gizleyemiyor. Emir’in Ahmet Özer’in 10 yıl önce yediği yemek nedeniyle tutuklanacağından henüz haberi yok.

Yasa teklifi mayıstaki aynı şekilde geri geldi. Hatırlatmak gerekirse: Ceza Kanunu Madde 339’a yapılan ekle (A): “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir. Fail hakkında hem bu suçtan hem de işlediği ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur” deniliyor. En büyük tartışma “iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda” işlenecek “suç”un nasıl tespit edileceği ya da suistimalinin nasıl önleneceği üzerine çıkıyor desem yanıltmış olurum çünkü yasaya muhalif olanların bu yöndeki itiraz ve sorularının hemen hiçbiri yanıtlanmıyor. Savunanların gerekçeleri ne diye sorarsanız orası da çok karışık.  Komisyon’da söz alan MİT Müsteşarlığı Hukuk Dairesi Başkanı Fuat Midas günümüzde casusluk faaliyetlerinin eskisi gibi para ya da başka bir çıkar karşılığı gizli belge alıp vermekten ibaret olmadığını, çok daha karmaşıklaştığını, güncel ihtiyaçlara yönelik düzenlemelere ihtiyaç duyulduğunu anlatırken bir emlakçı örneği veriyor. Özetle diyor ki casusluk bir emlakçılık faaliyeti ile bile yapılabilir. Sonra epey bir süre bu örnek üzerinden tartışılıyor. Gelecek Partisi Antalya Milletvekili, Anayasa Hukuku Profesörü Serap Yazıcı Özbudun bu örneği bağlama oturtmaya çalışıyor, ama onun da soruları cevapsız kalıyor. Neticede ülkede epey bir göçmen ve bunların arasında emlakçı olanlar da var. Casusluk konusu denetimsiz göç konusuyla ilişkilendirilmediğine göre devletin güvenliği kime karşı korunacak? İçerideki “casuslar”a göre, peki bu nasıl anlaşılacak? Kim devletin belirlediği “iç ve dış siyasal yararları” yararlı bulmazsa suçlu sayılacak? Midas, ısrarla ortada mutlaka bir “suç” olması gerektiğini savunuyor. Adalet Bakanlığı Mevzuat Genel Müdürü Mehmet Ökmen de benzer şekilde, başka ülkelerdeki mevzuatlardan örnek vererek maddenin ön koşulunun “suç işlemek” olduğunu söylüyor.

Bu tartışma bizi birkaç sene öncesine, dezenformasyonun önlenmesi için TCK 217’ye eklenen maddeye ilişkin tartışmalara götürüyor.  Yasa teklifini sunan MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, suçun oluşması için “özel kast, gerçeğe aykırı bilgi, suçun kamu barışını bozmaya elverişli olması, alenen yaymak” olmak üzere dört şartın oluşması gerektiğini söylemiş, haber verme sınırını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarının suç sayılmayacağını savunmuştu. Son birkaç gündür olanlara bakalım, acaba böyle mi yürüyor işler? Avukat İrem Çiçek kamuoyunda Yenidoğan Çetesi olarak bilinen olayla ilgili soruşturmaya gönüllü avukat olarak katılmaya karar veriyor. İfade vermek isteyen bir hemşirenin başvurusu sırasında Soruşturma Savcısı Yavuz Engin’in davadan el çektirildiği izlenimine kapılıyor ve bunu sosyal medyadan dile getiriyor. Önemli davalarda savcıların yer değişikliği ülkemizde yaşamın olağan akışına aykırı bir durum değil. Gazeteciler de bunu dikkate alarak haber yapıyor. İşin bu kısmı eleştirilebilir elbet. Ancak İrem Çiçek’in ya da gözaltına alınan Halk TV ve Gazete Pencere'nin sorumlu yazı işleri müdürleri Dinçer Gökçe ya da Nilay Can’ın kasıtlı olarak halkı endişe, korku ya da paniğe sevk ettiğini söyleyebilir ya da kanıtlayabilir misiniz? Dinçer Gökçe bu iddiayı Adalet Bakanı’nın açıklamasından önce düzeltmiş. Bu bile kasıt olmadığını kanıtlar nitelikte. Bu haber sonrasında kamu barışı bozulmuş halk örneğin sokaklara dökülmüş mü? Hani dört şartın da olması gerekiyordu. Gözaltına alınan gazetecilere adli kontrol “cezası” verilirken İrem Çiçek eve hapsedildi.

Olandan olacakları öngörmek hiç zor değil. Etki ajanlığı teklifi eğer Genel Kurul’da geçip yasalaşırsa yapılan haberler, hak savusu raporları, doğası gereği eleştirel olması gereken akademik makaleler “siyasal yararlar”a aykırı görülüp soruşturma konusu yapılabilecek, Adalet Bakanı uygun görürse davaya dönüşecek. Bir düzenlemeyle toplantı ve gösteri hakkı, basın özgürlüğü, akademik özgürlük, kısaca ifade özgürlüğü ile bağlantılı tüm haklar kısıtlanıp gazeteciler, hak savunucuları, akademisyenler “etki ajanı” olarak etiketlenebilecek, suçlanabilecek. Esenyurt Belediyesi’ne yapılacakların çok önceden planlandığını göz önüne alırsak, dün Mardin, Batman ve Halfeti’ye atanan kayyumların devamının geleceğinden eminsek bu teklifin bugün yeniden sunulmasındaki amaç da bu teklifin yasalaşmasının önlenmesinin ne kadar hayati olduğu da çok açık değil mi?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa