'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar'
Fotoğraf: MA
1 Ekim’den itibaren iktidar cenahının “barış” ve “terörle mücadele” kavramlarını aynı cümlenin içinde kullanarak düğmesine bastığı ‘sürece’ dair; Esenyurt’a kayyım atanmasının ardından yayımlanan bu köşedeki son yazıyı şu cümlelerle bağlamıştık:
“Buraya, dokunulmazlıkların kaldırılmasına ‘terörle mücadele’ baskısı altında CHP tarafından verilen destekle gelindiği unutulmamalı.
Dolayısıyla öncelikle iktidarın stratejisine eklemlenerek ona güç kazandırmak değil, deşifre ederek ona karşı açık bir mücadele yürütmek gerekiyor.
“Terörle mücadele siyasetine evet ama bana yapma, ona yap” mantığıyla olmaz!”
Önceki gün iktidarın kayyım hamlesine Mardin, Batman ve Halfeti belediyeleri de eklendi.
Bu yazıya da CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, DEM Parti eş başkanlarıyla birlikte kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediyesi önündeki şu sözleriyle başlayalım: “Tayyip Bey’in adayı seçilse görev yapacak ama Ahmet Türk kazanınca kayyım atanıyor. Bu mu eşit vatandaşlık? Her Kürt, kendilerini Manisalı, Rizeli, Osmaniyeliler kadar eşit hissedene kadar demokrasi mücadelesi vereceğiz. Bunun için ille de kardeşlik, ille de barış demeye geldim.”Özel, konuşmasında şu vurguyu da yaptı: “Ahmet Türk 50 yıl önce, ben doğmadan siyasette olan bu kişi, siyasette diyaloğu, barışı, kardeşliği temsil eden, çatışma yerine barışı savunan, hepimize bu konuda önderlik eden bir barış güvercinidir.”
Yeni kayyım atamalarının ardından gün boyu ülkenin pek çok yerinde ‘Emek ve Demokrasi Platformu’ gibi güç birliği yapıları altındaki eylemler, EMEP Genel Başkanı Seyit Aslan’ın, bu kayyım saldırısını en geniş zemindeki ortak mücadele ile püskürtme yönündeki çağrısıyla da örtüşen pratikler olarak anlam taşıyor. Denizli’den Ordu’ya, Muğla’dan Edremit’e kadar bu eylemlerin yaygınlık göstermesi içinden geçtiğimiz dönem açısından umut vericidir.
Evrensel’in internet sitesinde her kent ve ilçede yapılan eylemler yer bulduğu için burada her birini saymak yerine, yaygınlığa işaret etmek bakımdan bazılarına vurgu yaptık.
Kayyım AKP iktidarı tarafından, sandıkta kazanamadığı belediyelere yönelik politik bir el koyma hamlesi olarak adeta bir kader gömleği gibi topluma giydirilmeye çalışılıyor. Havada kara bulutlar dolaşıyorsa ve gök gürlemeye başlıyorsa yağmurun beklenmesinin doğallığı gibi, bu da siyasetin parçası bulutlu halinin doğal bir tezahürü gibi kabul görsün isteniyor.
Bu ‘normalleştirme’ halinin sadece faili ile açıklanamayacağını vurgulamalıyız. Mağdurun teslim olma halinin bu pratiğin konforlu bir yönetme düsturuna dönüşmesindeki katkısı az değil. Demokrasi dediğimiz şeye dair, teorik ve felsefi bağlamlarıyla söylenebilecek çok şey olsa da somut hayattaki karşılığı bir alan tutma mücadelesidir. Sen, hak ve özgürlüklerini temsil eden alanları savunamadıkça, iktidar seni her gün biraz daha geriye iterek günün sonunda nefes almakta bile güçlük çektiğin bir alana hapseder.
CHP içindeki Cumhurbaşkanlığı yarışının iki önemli isminden biri olan Mansur Yavaş’ın, Esenyurt’a kayyım atanmasından itibaren aldığı tavır ve yaptığı açıklamaların, CHP içindeki milliyetçi kesimler etrafında gücünü tahkim etmeyi amaçladığı gözlerden kaçmıyor. AKP ve MHP’nin, CHP’yi çekiştirdiği zeminin de bu olduğu açık ve Yavaş, o dış basınçla içerideki benzer potansiyelin toplam etkisini birleştirerek bu hengamede kendisini biraz daha ileriye atmaya çalışıyor.
Tüm bu atmosfer içinde iktidar, siyaseten çöle çevirdiği bir dönemi “barış” söylemi ile taçlandırmakta da bir beis görmez.
Tam burada R.F Kuang’ın, şu günlerde okuduğum, ‘Babil’ adlı romanından bir bölümü hatırlatayım:
“Robin kurulandı, giyindi ve o akşamki çeviri alıştırmalarını bitirmek üzere masanın başına oturdu. Bay Felton ile Tacitus’un Agricola adlı eseri üzerinde çalışıyorlardı.
Auferre trucidare rapere falsis nominibus imperium atque ubi solitudinem faciunt pacem appellant.
Robin cümleyi parçalara ayırdı, auferre sözcüğünün düşündüğü anlama gelip gelmediğini teyit etmek için sözlüğüne başvurdu, sonra çevirisini yazdı: “Soygun, barbarlık ve hırsızlık – bunlara imparatorluk diyorlar; çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar.” (R.F. Kuang, Babil, Oxford Çevirmenler Devriminin Gizemli Hikayesi, Çev: Güneş Becerik Demirel, İthaki Yayınları, 2024, sayfa 50)
Egemen olanın ‘barış’ ile yüzlerce yıllık tarihinin, barış kavramına takla attıracak kadar ironik seyrettiği sır değil.
Barış kavramının içini, hak ve özgürlükler, kendi kaderini tayin edebilme, eşit yurttaşlık gibi sahici içeriklerle doldurmak da Babil’e atıfla söylersek, soyguncunun, barbarın ve hırsızın işi değil.
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00
- ‘Yerli ve milli muhalefet’ tuzağı 07 Ekim 2024 05:13
- Bu sadece bir İsrail savaşı değil 30 Eylül 2024 05:00
- Savaş satanların yarışında söz sahibi olmak... 23 Eylül 2024 05:00
- Önce ölüm fermanını imzaladı, sonra kurbanıyla kağıt oynadı 16 Eylül 2024 05:30
- Çürüyen sınıfın adaletine karşı… 09 Eylül 2024 05:35
- Yeni yetme Türk naziler ‘siyasi yeğen’ midir? 02 Eylül 2024 06:05
- Bahçeli'nin sözleri, milliyetçiliğin referansları ve yol ayrımı 26 Ağustos 2024 04:57