9 Kasım 2024

Hayat ne garip, yangının ortasındayız yine de kayıtsız kalamadık ve ABD seçimlerini bir ana gündem maddesi olarak ele aldık haftalarca.

Bu dönem çok ilginç, 34 farklı davası olan, tacizden suçlu bulunmuş bir adam 20 sene savcılık yapmış bir kadını yendi.

Seçim kampanyaları artık bir tuhaf, o kurnadan bu kurnaya çirkef sıçradı diye diye geçiyor, vaat, politika ikincil planda.

İnsanlığın hali acınası, İsrail'in katliamları büyük bir bahis bile olmadı seçimde. Magazin izler gibi izledik: Kamala ne giydi, Trump tıra bindi, bir zamanlar kim kiminleydi...

Aklımdan çıkaramadığım bir örnek vardı. 1960’larda televizyonda tek kez dönen bir reklam var, kod adı Papatya. İki senatör arasındaki seçim rekabetinde Johnson, kendisi yerine Goldwater seçilirse, dünyayı havaya uçurup nükleer katliam yapacağını ima ediyor böylelikle artık bu seçimin adaylar arası bir seçimden çok dünyayı kurtarmak ve ölmek arasında olduğunu anlatıyor. O dönem için bu itham o kadar saçma ki izleyiciler de medya da şok oluyor. Mesnetsiz, bomboş bir iddia.

Neden böyle bir reklam filmine ihtiyaç duyduğu sorulduğunda Johnson diyor ki “Soruya takılmayın, ben onun vereceği yanıtı merak ediyorum.”

Ve gerçekten ortada hiçbir gerçekliği olmayan bu ithama tatmin edici bir yanıt veremediği için Goldwater 1964 seçimlerini kaybediyor.

Bu örneğin tam 60 sene sonra birebir aynısı yaşandı neredeyse.

Kamala, Trump’ın popülist söylemlerine, saçma hareketlerine, magazinel ithamlarına yanıt vermeye çalışırken kendi cephesini tam anlamıyla ifade etmeye alan açamadı.

Biz de benzerini son genel seçimde montaj olduğunu ilkokul çocuğunun bile anlayabileceği saçma sapan bir videonun yarattığı etkide yaşadık.

Hatta düşünün, bu olmayan şeye yanıt verme garabetini hepimiz yaşadık. Marksistlere, ateistlere bile cemaatçi dediler, normalde kahkahayla gülersin ama işte mahkeme önünde ifade verdirdiler. Hepimize terörist dediler. Soğana bile. Kalkıp neden terörist olmayacağımızı anlatmaya çalıştık, başka derdimiz yokmuş gibi. Soğanı savunduk.

Peki bu “Ortaya soruyu koy, bırak yanıtı karşı taraf düşünsün” taktiği hep böyle etik dışı mı kullanılmalı?

Yerinde ve hakikatli bir soruyu büyük bir paketle ortaya koymak da aynı işe yaramaz mı?

“128 milyar nerede?​” iyi soru değil miydi?

Yerel seçim sonucuna sandığa giden muhalif seçmen kadar, sandığa gitmeyen iktidar seçmeni de etki etmişti. Buradaki motivasyon eksikliğinin en büyük nedenlerinden birisi de İsrail ile ticaretin devam ettiğinin açığa çıkmasıydı. 

Aynı büyüklükte bir soru hep askıda tutulamaz mıydı? “İsrail’le kim ticaret yapıyor?​”

Son 20 senede 13 kere oy kullandık. Seçimler artık bu ülke için çalan alarmın ertelenmesi gibi, susturucu, uyuşturan bir şeye dönüştü. 

İlk ne zaman duymuştuk şu cümleyi: “Tepkinizi sandıkta gösterin.”

Senelerdir bu cümleyi kurarken emin olun vardı bir bildiği.

Şimdi başımıza ne gelse “erken seçim” talep ediyoruz. Sanki herhangi bir talebimiz bir kez olsun kale alınmışçasına talep ediyoruz.

O kadar sandıkla terbiye edilmişiz ki aynı talebi "hükümet istifa" diye ortaya bırakmak aklımıza gelmiyor bile. 

Madem öyle acaba soru olarak mı bırakalım? “İstifa ne zaman?​” ya da “Seçim ne zaman?​”

Talebe yanıt gelmiyor ama soru ortada asılı kalınca yanıt bir süre sonra elzem oluyor. Çünkü yanıtlanmayan soru, zamanla kendi içinde bir cevaba dönüşüyor.

Üstelik o kadar işlevli ki yanıt tatmin etmediği sürece ortada gezinmeye devam edebiliyor.

ABD seçimleri bir kez daha gösterdi ki doğru soruyu seçim dönemine bırakmadan sormak gerekiyor. Yoksa rakip, manasız, mesnetsiz, magazinel soruları seçim döneminde peş peşe yapıştırdığında hakikatli sorunun görülmez, duyulmaz olma ihtimali var. Rabarbada kaynıyor gidiyor.

20 senede 13 seçim...

Sonuncunun sonucuna heves edip yenisini istiyoruz. 

Ve her şey çok normalmiş gibi, kadınlar bir cins kıyım yaşamıyormuş gibi, etki ajanlığı yasası hepimizin fişini çekmeyecekmiş gibi, sokak hayvanları katledilmemiş, küçücük çocuklar her gün öldürülmezmiş, deprem yardımları yine ortadan kaybolmamış, konteynerde yaşayan kalmamış gibi, başkentte terör saldırısı yaşanmamış gibi, bir hayatımız varmış gibi Cumhurbaşkanı adayı kim olsa acaba diye tartışıyoruz. Adayın kim olacağının önemsizleştiği, güvenilir herhangi birinin, yetkilerini Meclise devretmek ve parlamenter sistemi güçlendirmek üzere seçilmesinin asıl tercihimiz olduğu bir süreci pas geçiyoruz. Başkanlık rejimi işine ikna olmuş gibi yenisini arıyoruz.

Bu “Ortaya soruyu bırak, kazan kendi kaynar zaten” taktiğini Rus ruletine çevirmek gibi bir şey, kendi kafamıza sıkıyoruz.

Her şeye geç kalmakta çok mahiriz, umarım bir kez olsun vakti gelmeden doğru soruyu bulabiliriz.

Muhatabının muhalefet olmadığı, iktidarın yanıtlamak zorunda kalacağı, eskimeyecek, havada Demokles’in Kılıcı gibi asılı olduğunu hissettirecek, bumerang gibi geri dönmeyecek, hep bir ağızdan söylenebilecek, dişe dokunur, göze batar, muazzam bir soruyu...

Soru işaretleri dolu bir hafta sonu dilerim...

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Tüm memleket parsel parsel

Tüm memleket parsel parsel

Ülkenin başkentindeki Çayırhan Madeni ve Termik Santrali, dün haraç mezat satıldı. Maden sahaları, termik santral ve neredeyse Nallıhan’ın tamamı büyüklüğünde bir toprak, santralin tek yıllık geliri olan 20 milyar TL’ye gitti. Aynı gün Resmi Gazete’de Erdoğan imzasıyla 300 bin metrekareden fazla kamu arazisi bedelsiz olarak sermayeye tahsis edildi.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Sefer Selvi 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü çizdi

Evrensel'i Takip Et