TÜYAP konuşmaları
Fotoğraf: Yayıncılar Kooperatifi
Geçtiğimiz hafta yıllık TÜYAP fuarında bir konuşma grubunda yer aldım. Grubun konuşma konusu, her daim herkesin kafasını kurcalayan ekonomi ve ekonomi etrafında şekillenen meseleler idi. İki meslektaşımla birlikte yaptığımız oturum, seyirci azlığına rağmen, bence oldukça başarılı geçti.
İlk konuşmacı, “Borç Sarmalı” başlığı ile başarılı bir kitap yazmış olan Dr. Parla Onuk idi. Doktora tezinden türetilmiş olan kitap, çok geniş bir zaman yelpazesinde yaygın ekonomiler alanında borç dalgalanmalarının seyrini ortaya koymaktadır. Kitabın konusu, Türkiye’nin de içinde bulunduğu dış borç sarmalı meselesinin tarihsel süreci ile ele alınıp günümüze kadar taşınarak, özellikle çevresel konumlu ekonomileri sarmalayan, ülkelerin uluslararası arenada göreli konumlarını kötüleştirip, ülke halklarının yoksullaşmasına neden olan küresel yıkımın okurlara sunulmasıdır.
Kitabın ilginç özelliği, konunun bir tür ‘borç piyasası’ şeklinde ele alınıp, güç dengelerinin karşılaştığı görüntüsünün aksine, asimetrik güç ortamında kurulan piyasa ilişkisinde farklı ekonomik yapıların farklı koşullarda buluştuğu gerçeğinin irdelenmiş olmasıdır. Nitekim tarihsel süreç incelendiğinde, borçlu ekonomiler ile alacaklı ekonomiler arasında kapanmaz bir ekonomik gelişmişlik farkına bağlı olarak, borç piyasasında farklı nedenlerle güçlülerle güçsüzlerin karşılaştığı görülür. Kapitalist sistemin küresel denge dinamiğinde bu gerçeklik kısa sürede her iki tarafın da yararına olduğu düşünüldüğü halde, uzun dönem sonuçları itibarıyla ülkelerin içsel dinamikleri ve politikalarına bağlı olarak her iki taraf için de sonuçlar farklı gelişir. Şöyle ki, tasarruf açığını kapatmaya yönelik dış borca yönelen bir ülkenin sağladığı kaynakları kullanma alanı borcun ülke ekonomisi üzerindeki etkisi açısından önemli olduğu gibi, borç veren ülkenin içsel dengeleri de dış ekonomi ile farklı dengelere yönelir. Borçlu ülke açısından, yapılan borcun Ponzi-finansmanı yoluyla finansmanı mantığı ile borcu borçla finanse etme, hatta giderek daha yüksek borçlara yönelme eğilimi, ülkenin borç stoku artış hızının ulusal gelir artış hızının üzerinde gerçekleşmesine neden olarak ülkenin cari açığını zorlar ve ekonominin işleyiş dinamiklerini tahrip eder. Türkiye özelinde de meselenin ele alındığı çalışmada borç dalgası, eşitsiz gelişme, hatta kemer sıkma politikaları da irdelenmiş olarak, okuyucuya tarihsel süreçlerde sörf yapma olanağı sağlamaktadır.
Programın ikinci konuşmacısı Ayhan Şensoy idi. Sayın Şensoy “Bahis Çukuru" başlıklı kitabındaki ilginç, ilginç olduğu kadar da hüzünlü sosyal dokuyu anlattı bizlere. Bahis çukuru, finansal operasyonların hemen hemen tüm ekonomileri, özellikle de yoksullaşma dönelerinde bir tür “Gazino Ekonomisi” konumuna çevirdiği işlemlerin nasıl bireysel trajedilere yol açtığını ve ülkemizde yaşanan yoksulluğun insanlarımızı nasıl kumar-bahis döngüsüne savurduğunu anlattı. Öyle ki, elinde kalan bir lirayı bir şans oyunu ile bir miktar yükselterek birkaç gün daha kazanmaya yönelen bir kişinin nasıl bir akıbete sürüklendiği hikayesi ile bizleri hüzünlendirdi.
Bağımlılık, yoksulluk bataklığındaki insanların ellerindeki son kalıntıları da sömüren kapitalizmin acımasız kumar döngüsüdür. Bu konuda bir gerçek hikayeyi de ben sizlerle paylaşmak istiyorum. Hatırlarız, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bir toplantıda Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ile tartışmış ve toplantıda Anayasa kitapçığını Başbakana doğru fırlatmış diye bir haber yayılmıştı. İşte o gün borsada işlem yapan bir arkadaşımla yemek yerken bana dedi ki, “Hocam, ekranın altında Cumhurbaşkanının Başbakana anayasa kitapçığını fırlattığını geçtiğinde yanımdaki arkadaş portföyünü derhal bir başkasına boşalttı.” O akşam, portföyünü boşaltmış kişi muhtemelen cinliğinin zaferini şampanya ile kutlamış, boşaltılan portföydeki kağıtları alarak kendini uyanık zanneden kişi ise muhtemelen idam ilmiğini hazırlamıştır, diye düşünebiliriz. Bilenler arasındaki işlemler dahi böylesi acımasız ve gaddarca yürütülüyorsa, gelin siz halkın durumunu düşünün, lütfen!
Evet, yoksulluk ve çaresizlik, ama tek sebep bu değil. Ekonominin üst katlarında yaşanan hayatı kıskanan insanlar da bir üst kata çıkabilmek için her çabaya başvurmaktan geri durmamaktadır. Bu sahne öylesi sıfır-toplamlı bir oyundur ki, her kazanan mutlaka bir kurbana basarak yükselir. Kapitalist sistemin bireysel özgürlükçü anlayışının dayandığı durum bu olsa gerek! Politikacılar sadece kendilerine ve politikalarına karşı çıkanları zindana atmakla uğraşacağına, bir de özel çıkarsal işlerinden vakit bulup vatandaşın yoksullukla sürüklendiği bataklıkları görüp çare üretseler, vatandaşa daha hayırlı bir iş yapmış olurlar!
Üçüncü konuşmacı da ben idim. Benim konum, bu sütunlarda devamlı tartıştığımız ekonomik kriz ve yoksulluk ile ilgili idi. Ben, Türkiye ekonomisinin kapitalist sömürü alanındaki seyrinin kısa bir tarihçesini verdikten sonra, günümüzde yaşanan derin krizin sebepleri üzerinde durdum. Bu bağlamda konuşmamı şöyle sürdürdüm. Dünya kapitalizmiyle birleşmiş bir ekonomi olarak, çöken merkez kapitalizmin refah düzeyinin sürdürülebilmesi için Türkiye ve çevre ekonomilerinin hızla eritilmesi gerekmektedir. AKP’nin büyük fırsatlar olarak sarıldığı ve halka yansıttığı yap-işlet-devret ve kamu-özel ortaklığı işletme tiplerinin aslında finansal sömürü şeklinde sürdürülen üçüncü paylaşım savaşının merhalelerinden biri olduğu ve Türkiye’nin bu muharebede yenilgi almış olarak harp tazminatı ödemek durumunda kaldığını anlattım. Tazminata ilaveten kamu kesimindeki israf ve gereksiz lüks harcamalar ve Diyanete aktarılan olağanüstü kaynaklarla da ekonomi sıkışırken, bu harcamaları karşılayacak sanayi üretim kapasitesinin bulunmaması bugünkü sıkışıklığı gündeme getirmiştir. Sıkışıklık yaşanırken, maalesef kapitalizmin kurallarına göre, varsıl kesimler kendilerini kurtarırken, emekliler, emekçiler ve sair düşük ve dar gelirli kesimler ağır yükün faturasını ödemek durumunda kalırlar. Hatta güneydoğu bölgesindeki depremde ölen vatandaşlar dahi hiç geçmedikleri veya hiç kullanmadıkları ve bundan sonra da böyle bir şansları olmayan vatandaşlarınız dahi bu tazminatın ödenmesine katkı yapmışlardır.
Kısacası, her üç konuşmacı da, farklı cephelerden ele aldıkları ekonomiyi eleştirip, sorunları gözler önüne sermiştir. Acıdır ki, böyle bir konuşmacı grubuna ilgi, herhangi bir saçma stand showa olan ilgiden fersah fersah düşüktü. ‘Her toplum kendi liderini’ bulur sözcüğünü, bu bağlamda ‘Sorunlarına ilgisiz her toplum kendi vampirini bulur’ diye değiştirmek anlamlı olur, gibi geliyor bana!
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33
- Boğaziçililer günü 28 Eylül 2024 05:07
- Cinayetin siyasallaştırılarak, perdelenmesi 21 Eylül 2024 04:40
- AKP’nin özü netleşiyor 14 Eylül 2024 04:45
- AKP, politikalarını düzeltebilir mi? 07 Eylül 2024 04:56
- Siyasetin derinliği! 31 Ağustos 2024 03:37
- Cehalet perdesinde devlet oluşumu 24 Ağustos 2024 04:02
- Beyefendiler, lütfen saygılı olunuz! 17 Ağustos 2024 04:55