Demokrasi karşıtlığının kitlesel tabanı
Fotoğraflar: AA&Unsplash
Mardin, Batman ve Halfeti Belediyelerine kayyım atandığını öğrendiğimiz sabah, Esenyurt Belediyesinin seçilmiş belediye meclis üyeleri görevlerini yapmak için gittikleri binaya alınmadı. Meclis üyeleri ve yanlarındaki partililer CHP Esenyurt İlçe Başkanlığına doğru yürürken, zaman zaman polisin sert müdahalesi ile karşılaştı. Şiddetle engellenmek istenilse de gün boyunca kayyım atamaları ülkenin dört bir yanında protesto edildi.
Aynı sabah saat 10.00’da TÜİK, ekim ayında aylık enflasyonun yüzde 2.88 arttığını ve yıllık enflasyonun yüzde 48.58 olduğunu açıkladı. Milyonlarca çalışanı ve emekliyi ilgilendiren yılın bu onuncu enflasyon açıklaması yine inandırıcılıktan uzaktı. İstanbul Ticaret Odasına göre, İstanbul’da fiyatlar aylık yüzde 3.64, yıllık yüzde 59.10 oranında arttı. ENAG’a göre, ekim ayında enflasyon aylık yüzde 5.57 artarken yıllık enflasyon yüzde 89.77 olarak gerçekleşti. İstanbul Planlama Ajansının hesapladığı İstanbul’da yaşam maliyeti ekim ayında bir önceki aya göre yüzde 3.23, yıllık bazda yüzde 60.46 arttı. Bu gerçekçi verilere rağmen, maaş ve ücret artışları TÜİK verilerine göre hesaplanacak ve açlık düzeyi kıyısında yaşamını sürdürmeye çabalayan milyonlar, daha kötü şartlara katlanmak zorunda kalacak.
Kamu yönetimini dilediği gibi kurgulayan siyasal iktidarın bütün kurum ve kuruluşlara baskı uygulayarak sürdürdüğü çok katmanlı antidemokratik yöneliş yaygınlaşıyor. Hak ve özgürlükler açısından ciddi bir gerilemeyi içeren bu durum genellikle yapay bir gündemle gizleniyor. Bu süreçte, bu çok yönlü adaletsizliğe itirazın ancak belirli bir kesimle sınırlı kalmasını ve gerektiğince genişlememesi gerçeğini, artık cesaretle ve daha yüksek sesle sorgulamak, ülkemizdeki demokrasi karşıtlığının kitlesel tabanı üzerine düşünmek gerekiyor.
* * *
Türkiye’de demokrasi kalitesi hiçbir zaman yüksek olmadı. Antidemokratik norm ve fikirlerin toplumsal ve siyasal yaşamdaki etkisi daima hissedildi. Ancak özellikle son on yılda, Erdoğan rejiminin otoriter yönelimi içinde demokrasi artık bir hedef olmaktan çıktı ve demokratik süreçlerde istikrarlı bir erozyon yaşanıyor. Siyasal iktidarın uzunca bir süredir uyguladığı politikalarda yeni bir aşamaya geçildi. İktidar aklı, son yıllarda, demokrasinin temelini oluşturan ilkelere saldırmakla, onları savunanları itibarsızlaştırmaya çalışmakla yetinmiyor. Özellikle atanmış danışmanları aracılığıyla “Yeni hukuk normları belirleyerek” saldırısını bir üst seviyeye çıkarmış durumda.
Artık demokratik değerlere saldırı, gizleme ihtiyacı duyulmadan yapılıyor. Demokrasiyi savunmak terör destekçiliği olarak yaftalanıyor. Yargıya boyun eğdirildiği koşullarda, hukukun üstünlüğünü yasanın üstünlüğüne eşitlemek, itirazı dizginlemek için “etki ajanlığı” yasaları düşünmek, kolluk güçlerine özel güvenlik mantığıyla görev yaptırmak ve otoriter kararları meşrulaştırmak için kukla örgütler oluşturmak bu dönemin yaygın uygulamaları oldu.
Kurumların çökertildiği, kutuplaşmanın körüklendiği, şafak baskınlarının ve uzun tutukluluk dönemlerinin kural haline getirildiği bu süreçte, yaşanan derin adaletsizliğe karşı dik durmanın, hak aramanın bedeli müthiş yükseltildi. Bu antidemokratik el yükseltme sürecinde bir kesim bu şekilde susturuluyor.
Bir de TÜİK’in ‘Hayatın olağan akışına aykırı’ tablolarına çıkarları gereği ses çıkarmayan, bu benzersiz adaletsizliğe suç ortaklığı yapıp, ‘Başkalarının cehennemi üzerine kurdukları cennetleri’ni yitirmemek için başını kuma gömenler var ki, popülist gerekçelerle bunlardan pek bahsedilmiyor.
* * *
Hukukun üstünlüğünün ortadan kalktığı ve sistemli bir biçimde yalan haber ve propaganda malzemesi üreten medyanın tekelleştiği bu otoriter model aslında etik dışı bir çıkar mekanizmasını, sistemli bir ‘çökme aygıtı’nı ayakta tutmak için oluşturuldu. Kurumları ele geçirme, liyakatsiz atama ve savunmasız grupları günah keçisi ilan etme kararlarının arkasında iktidar ayrıcalıklarına dayanan sistemi sürdürme kaygısı yatıyor.
Karar alıcılar ve onları destekleyenler tercihlerini “ulusal çıkarlar ve ülke güvenliği” ile açıklasalar da sistemin merkezinde kayırmacılığa dayanan çıkar ilişkileri yatıyor. Bugün Türkiye’de siyasal iktidarın kendilerine sağladığı ayrıcalıkları ‘hak’ bilen bir kesim mevcut. Ekonomik kaynak dağıtımında kilit pozisyona sahip olan iktidar ve yerel uzantıları, bütçe kaynaklarını kullanırken, vergi ve finansal destek planlarken, kredi kararları verirken, ihale şartnameleri hazırlarken ve ihale dağıtırken, vergi teftişi ve zabıta kontrolü yaparken, kamuya personel alımı yaparken bu kesimi kayırıyor ve onları bu şekilde mobilize ediyor.
Rant ve ayrıcalık sunarak iknaya ve suça ortak etmeye dayanan sistemli kayırmacılık, kültürel politikalar ile destekleniyor. Dinmeyen algı yönetimi taktikleriyle yaratılan bölünmüş bir toplumsal ortamda, yaşanan her negatif gelişmenin faturası “öteki”ne, “bizden olmayan”a kesiliyor. Bu us dışı manzara her hafta bir yenisi eklenen “müjde”lerle, 1984 romanındakileri andıran haber bültenleriyle, dayanışma ayinleriyle ve gündelik hayatı kaplayan şiddetle destekleniyor.
Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü (OECD) tarafından 80’den fazla gösterge incelenerek yapılan “hayat nasıl?” araştırmasına göre Türkiye, pandemi döneminden sonra gelir adaletinin en çok bozulduğu üçüncü ülke oldu. Geçimini sağlamakta zorlananların oranı son 4 yıl içinde en yüksek düzeyde ülkemizde artış gösterdi. Okula gitmeyen ve işi olmayan genç oranında zirvedeyiz. Haftada en az bir gün yemek yemediğini bildiren 15 yaşındaki öğrencilerin yüzdesine göre yapılan listede Türkiye ilk sırada yer alıyor.
Durum böyleyken, ülkedeki boğucu ortamı sadece yönetici elitin kararlarına ve “beşli çete” gibi simgesel tanım aralıklarına sığdırma kolaycılığından vazgeçip, yaşanan us dışı sürecin kitlesel tabanını tarif ve tahlil etmek gerekiyor. Demokrasiyi savunanların karşı karşıya olduğu zorluklar çetin olmakla birlikte aşılmaz değil. Özgürlüklere, doğal ve ekonomik kaynaklara yönelik çoğul ‘çökme’ adımlarına karşı hak savunucularının bir yandan izleme faaliyetlerini arttırmaları, diğer yandan kolektif itirazın bağrında gelişeceği örgütlenmeleri güçlendirerek değişim fırsatlarına cevap vermeye hazır olmaları gerekiyor.
- Ahmet Özer'in tutuklanması ve Kolombiya barış sürecinden dersler 03 Kasım 2024 04:32
- Fethullah Gülen'den sonra... 27 Ekim 2024 04:02
- ‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek 20 Ekim 2024 04:47
- ‘İç cephe’ çağrılarını 10 Ekim 2015’te yitirdiklerimizin fotoğraflarına bakarak düşünmek 13 Ekim 2024 04:47
- İsrail devleti terörü neleri örtüyor? 06 Ekim 2024 04:32
- Sağda birlik arayışları ve Kürtler 29 Eylül 2024 04:45
- Günay Kubilay'dan "Bir Kumpas Davasının Anatomisi" 22 Eylül 2024 04:00
- Narin… 15 Eylül 2024 04:51
- Reşit Kibar "Ne" için öldürüldü? 08 Eylül 2024 04:04
- ‘Barış’ emekçinin hayatına nasıl dokunur? 01 Eylül 2024 04:10
- ‘Kolektif Şiddet Siyaseti’ 25 Ağustos 2024 05:07
- Filistin kimin ‘dava’sı? Filistin kimin ‘dava’sı olmalı? 18 Ağustos 2024 04:50