13 Kasım 2024 04:08

Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri

Donald Trump'ın konuşmasının yer aldığı vitrini izleyen  sokaktakiler

Fotoğraf: Fatih Aktaş/AA

Paylaş

ABD seçimlerinde Trump’ın kazandığı ezici zafer gerek liberallere gerek sosyalistlere teori, strateji ve taktiklerini yeniden gözden geçirmek için “köprüden önce” son bir fırsat sunuyor. Dünyanın ekonomik ve siyasi hegemon gücü olan ülkedeki seçimler aslında belirli bir zaman farkıyla ortak bir tektonik dinamiğe tekabül ediyor. Bu dinamiğin temel belirleyeni -hem seçim sonuçları hem de iktidara gelen sermaye fraksiyonunun yapısını açıklayan - jeo-ekonomideki dönüşüm.

Seçimlerdeki en belirleyici etken ne? Seçim kimi iktidara getirdi? Seçim sonucunun nedenleriyle başlayalım. Seçim gibi milyonların katıldığı bir karar verme sürecini birçok değişken etkiler. Yenilgi ve zafer atmosferinde her iki kampta da hangi değişkenlerin belirleyici olduğuna dair bir tartışma yaşanması doğaldır. Bu tartışmaya girmek yerine bir değişkene yoğunlaşacağım: algılanan enflasyon.

Reuters’in başlığı meseleyi Clinton’ın doksanlardaki zafer formülü vecizesine atıfla özetliyor: “Olay sadece ekonomi değildi, gerzek! Eflasyondu!”

Edison’ın sandık çıkışı yoklamasına göre seçmenlerin yüzde 45’i ailesinin mali durumunun dört yıl öncesine göre daha kötü olduğunu söylemiş. 2020’de bu oran yüzde yirmiymiş. Bu düşüncede olanların yüzde 80’i Trump, yüzde 17’si Harris’e oy vermiş. Reuters bu bulgunun, işsizlik oranının düşüklüğü, toplam tüketimin azalmaması ve ortalama aile gelirinin yüksekliğine rağmen, seçmenin ekonominin kötüye gittiğini düşündüğünü tespit eden kamuoyu yoklamalarıyla tutarlı olduğunu vurguluyor. Ajansa göre 2022 yazında yüzde 9.1’e fırlayan enflasyonun yarattığı tahribat son iki yıldaki düşüşüyle giderilememiş. Gallup’un araştırması da seçmenin yüzde 52’sinin ekonomiyi oylarını etkileyen en önemli başlık olarak işaretlediklerini gösteriyor. Bu oran 2008’deki Büyük Resesyon’dan bu yana bu kadar yüksek bir değere ulaşmamış. Ekonomi büyürken seçmenin 2008 krizindeki gibi hissetmesi her şeyden önce siyasi analizde kullanılan ekonomik teori ve göstergelerin radikal olarak gözden geçirilmesi gerektiğine işaret ediyor. Guardian da enflasyonun Trump’a seçim kazandırdığını, ancak uygulayacağı politikaların enflasyon oranını daha da tırmandıracağını öngörüyor. 

Amerikan ulusal kanalı CBS aslında seçimlere birkaç gün kala, 30 Ekim’de yayımladığı röportajda seçimlerin belirleyici eksenini tanımlamıştı. Kanalın görüşlerine başvurduğu danışmanlık şirketi Oxford Economics’in Şef Ekonomisti Bernard Yaros, seçmen davranışında belirleyici olan değişkenin resmi enflasyon oranı değil, salıncak eyaletlerdeki seçmenin enflasyonu nasıl tecrübe ettiği olduğunu iddia ediyordu. Yaros’un hesabına göre enflasyon oranında gerçekleşen her bir puanlık artış seçimin belirleyici eyaletlerinden Pennsylvania’da on binlerce oyun iktidara karşı verilmesine neden oluyordu. Gelirleri düşük olduğu için en temel tüketim ihtiyaçlarındaki en ufak fiyat artışından etkilenen seçmenlerin enflasyona en duyarlı kesimlerin başında geldiğini hatırlatalım. Nobel Ödüllü Ekonomist Robert J. Shiller’ın 1997’deki bir makalesine atıf yapan Yaros, seçmenin enflasyonu diğer bütün makroekonomik göstergelerden daha çok önemsediğini öne sürüyor. Yaros’un Etiket şoku (sticker shock) modeli adını verdiği bu açıklamaya göre eğer seçmenler pandemi sonrasındaki fiyat artışına odaklanırsa Pennsylvania’yı Trump kazanacaktı. Öyle de oldu.

Yaros’a göre eğer seçmen son bir yıldaki enflasyon düşüşüne odaklansaydı Pennsylvania’yı Harris kazanacaktı. Yaros’un sefalet endeksi (misery index) modeli adını verdiği bu açıklama biçimi yıllık ulusal işsizlik ve enflasyon oranını temel alıyor. Seçim sonuçlarını şaşkınlıkla karşılayan sosyal bilimciler için ders net: Seçmen davranışında belirleyici etken yerelde hissedilen enflasyon. Yıllardır TÜİK’in enflasyon oranının vatandaşın cebindeki enflasyonu yansıtmadığını durmadan tekrarlayanlar için bu ders altın değerinde. Yanılgının nedeni hâlâ Türkiye’deki gelişmeleri sadece Türkiye’ye değil, tüm dünyaya özgü gelişmeler olarak okuyamama sıkıntısı.

Peki seçim zaferi kimi iktidara getirdi? Bastiaan van Apeldoorn, Jaša Veselinovič ve Naná de Graaff 2023’teki araştırmalarında Trump’ın farklı bir holding elitini iktidara taşıdığını kanıtlıyorlar. Bu yeni elit daha önceki elitlerden farklı olarak Açık Kapı Politikası’na yani uluslararası serbest ticarete karşı. Tıpkı AfD’de ve AKP’de olduğu gibi bunların başını çeken fraksiyon da aile şirketleri. Bu siyasi ağın merkezinde bir aile şirketi olarak Trump Holding oturuyor. Daha önceki hükümetlerdeki hakim örüntü birden fazla ulus ötesi holdingin yönetim kurulunda oturanlardan oluşmaktaydı. Trump ise daha küçük işletmelerin veya kişilerin kurmuş olduğu yatırım şirketlerinin daha geniş toplumsal ağlarına dayanıyor. Yazarlar, Trump’ın siyasi stratejistlerinden Steve Bannon’ı örnek gösteriyor (2023: 92). Bannon, Trump yönetiminde iş başı yapan Steve Mnuchin ve Gary Cohn gibi Goldman Sachs rahlesinden geçmişti. 2008 krizinden sonra holdingden ayrılan Bannon, şahsi girişimci olarak Hollywood’a girmiş ve büyük bir servet edinmişti. Dolayısıyla Bannon ve “küreselci Gary” adını taktığı Cohn aynı sınıfa dahil, ancak geçmiş Trump hükümetinde farklı sermaye fraksiyonlarını temsil eden isimler.

ABD, Almanya ve Türkiye’de 2008 sonrasında ulus ötesi holding sermayesine karşı beliren yeni sermaye fraksiyonlarının analizini yapmadan solun şurdan şuraya kıpırdaması hayal. Dolayısıyla modellerini güncellemesi gerekenler sadece liberaller değil. Sosyalistler de sınıf fraksiyonları arasındaki kavgayı teorize edemedikçe savrulmaya mahkumlar. Kısaca: İktidara gelenler ninenizin, dedenizin sermaye fraksiyonu değil!

Bastiaan van Apeldoorn, Jaša Veselinovič ve Naná de Graaff. 2023. Trump and the Remaking of American Grand Strategy: The Shift from Open Door Globalism to Economic Nationalism. Cham: Palgrave Macmillan.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa