Kayıp ülkem
Fotoğraf: Pexels
Bir insan doğup büyüdüğü ülkesini kaybettiğinde neler hissederse aynı şeyleri yaşıyorum yüreğimde. Sanki bu topraklarda hiç geçmemiş yaşantım. Onca gezip tozduğum, doğasına, güzel insanlarına hayran olduğum, ağaçlarını, nehirlerini, çayırlarını sevdiğim bu ülke değil sanki. Koca bir ömür boyunca belleğim hep bu güzellikleri taşıdı. Oysa şimdi içinde yalnızca acı ve tasa üretilen, insanı zalim, hayvanları mazlum bir toprak parçası görüyorum önümde. Buna yaşamak mı demeli yoksa gün doldurmak mı? Genç olsam bu topraklar artık dar gelirdi bana, belki huzurlu, karanlık olmayan yeni denizlere yelken açardım.
Düşünüyorum. Onca yılda türlü zorluklarla kurduğumuz cumhuriyetin kazanımlarını, dünya ülkelerine parmak ısırtan devrimleri, nasıl da kolayca kaybediveriyoruz. Biraz, her gün biraz daha diyerek uzaklaşıyoruz çağdaşlıktan. Üstümüzde bir karabasan, güneş bir türlü üstümüze doğmak bilmiyor. Sağa, sola bakıyorum, kadına şiddet alabildiğine sürüyor. Kadın cinayetlerini bu kadar kolay nasıl kanıtsar bir toplum? Yanıt bulamıyorum. Cumhuriyetle birlikte kadınlarımıza seçme, seçilme özgürlüğünü veren, kadınlarımızı cinsiyet eşitliğine götüren bizim insanlarımız değil miydi? Yazık ki kayıp ülkemin kadınları şimdi, dünyanın sayılı bilim yuvalarında, üniversitelerinde kendilerine yer açıyorlar. Yaşamın tadının kalmadığı, korku ikliminin ülkemin havasına egemen olduğu bu topraklardan uzağa kaçıyorlar. Ama bu kaçış kendilerini kurtarmak için değil. Kendileriyle beraber insanlığa yardımcı olabilme fırsatını yakalamaktır. Onlarla gurur duyuyoruz.
Cumhuriyeti kurarken Mustafa Kemal yurdu gençlere emanet etmişti. Sahi o gençler nerede şimdi? Emek insanlarının haklarına sahip çıkmak için kurulmuştu İşçi Partisi. Mehmet Ali Aybarlar, Behice Boranlar, Kemal Türklerler toplumu eşitlikçi bir düzene, sosyalizme götürmek için uğraş veriyorlardı. Ancak rejimin içine de girmiş kapitalizmin ağır baskısı, işçi sınıfını zayıflatmakla kalmamış bir yandan işçi sınıfını bölerken bir yandan da kayıp ülkede “sarı sendikacılığı” hortlatmıştı. Öte yandan gençlerin ufkunu açan köy enstitüleri yok edilmiş, eğitim Türk devriminden çıkarılarak Arap İslam eğitimine evrilmeye başlamıştır. Çünkü karanlığa varışın Orta Çağ’ı yeniden yaşatmanın yolu budur. Halkın mücadele gücü her gün biraz daha tükeniyor. Umut verdikleri Cumhuriyet Halk Partisi yeni genel başkanıyla yumuşama adı altında iktidarın yollarına taş döşüyor. Solda kümelenmiş emek ve sosyalist partiler ise ne hikmettir bilinmez, bir türlü ortak bir noktada buluşamıyorlar. Sol partilerin en büyük zaafı da bu olsa gerek. Siyaset döneminin en anlamsız, en kötü dönemini yaşıyor şu sıralar ülkem. Elimizde kalan tek şansımız umuda sığınmak ve bütün güçlüklere karşın mücadeleyi elden bırakmamak. Şairin dediği gibi umutsuz yaşanmıyor.
Yazıyı Nâzım Hikmet’in “Büyük İnsanlık” şiiriyle sonlamak istedim. O Nâzım ki onca yılını bu ülkede zindanlarda geçirdi. Ama yılmadı. Kurtuluş Savaşı destanını yine o yazdı. Bütün yaşamını daha yaşanası bir dünyaya ve insanlara umut aşılayan şiirleriyle geçirdi.
BÜYÜK İNSANLIK
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
tirende üçüncü mevki
şosede yayan
büyük insanlık.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.
Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.
- Samimiyetinizi sevsinler! 06 Kasım 2024 04:40
- Umut yaprakları 23 Ekim 2024 03:07
- Anılarda bir gezinti 16 Ekim 2024 04:47
- Çığlık 09 Ekim 2024 04:10
- İçe bakış 25 Eylül 2024 01:47
- Çivisi çıkmış toplumda çocuk olmak 18 Eylül 2024 04:28
- Çıkmaz sokak 11 Eylül 2024 04:44
- Çocuğun gördüğü düştür barış 04 Eylül 2024 04:10
- Orman Siyaseti 21 Ağustos 2024 04:24
- Akıncı ruhlar 14 Ağustos 2024 04:53
- Ne değişir? 07 Ağustos 2024 04:56
- İnsanlık nereye? 31 Temmuz 2024 04:30