15 Kasım 2024 04:23

Enkaz altında Ali'nin yarım bacağı!

Lübnan'da İsrail'in saldırılarında yıkılan binanın enkazı

Fotoğraf: Hediye Levent

Paylaş

Sur’a yolculuk var. Bir önceki gece Lübnan basınında, Lübnanlı grupların sosyal medya hesaplarında dolaşıyorum. Sur’da öne çıkarılabilecek insan hikayeleri var mı diye bakınıyorum.

Lübnan’da hâlâ sıcak savaş/çatışma dönemi devam ediyor. Herkes yani hepimiz hava saldırılarını, füze savaşlarını, epeydir sadece rakamlara dönüşmüş olan ölü sayılarını konuşuyoruz. Savaşın asıl mağduru insanların hikayeleri bu sıcak ve hareketli dönemin gölgesinde kalıyor. Ya da Lübnanlılar dışında kimse ilgilenmiyor. Sonuçta merhamet de dininize, mezhebinize, ülkenizin politikasına ve hatta cinsiyetinize ve teninizin rengine göre şekilleniyor artık.

Ölene değil, kim ve kimlerden olduğuna bakıyor önce insanlar...

Sosyal medya hesaplarından birinde Ali ile karşılaşıyorum. Sevimli bir yüzü, kırmızı ve tombik yanakları var. Başı ve kolu sargılar içinde. Açıklamayı okuyana kadar hava saldırılarından sağ kurtulabilmiş şanslı çocuklardan biri olduğunu düşünüyorum ama hikayesi bambaşka Ali’nin.

Henüz 2 yaşında, 14 saat enkaz altında kalmış. Annesi, babası, kardeşleri, amcaları, büyükannesi, dedesi; herkes ölmüş.

Yani Ali artık öksüz ve yetim.

Fotoğrafta fark etmediğim yakıcı kısmı açıklamada öğreniyorum; Ali’nin bir bacağı kesilmiş. Dönüp fotoğrafa bakıyorum, sevimli yüzünün altında sargılar içinde minicik bir yarım bacak var gerçekten!

Beyrut Amerikan Üniversitesi Hastanesine sevk etmişler Ali’yi! Doktorlar sahip çıkmış ama Ali’nin geçirmesi gereken birçok ameliyat olduğu da belirtilmiş açıklamada. Destek vermek isteyenler için kampanya da açılmış, belki yardımcı olmak isteyen çıkar diye!

Bu arada Beyrut’un Dahiye bölgesine yönelik hava saldırıları art arda geliyor, sesler bütün Beyrut’ta yankılanıyor.

Kaç saldırı oldu acaba? Nereler vuruldu? Kimler öldü?

İsrail, Hizbullah ile mücadele ettiğini söylüyor ama enkazlar kadın ve çocuk dolu! Cenazeler de öyle! Çocukları anneleri ile birlikte kefenliyorlar artık ve aynı mezara gömüyorlar.

Bazen küçücük plastik poşetler içinde çocuk parçaları geçiyor önümüzden cenazelerde!

Bakalım Sur’da durum ne?

Beyrut-Sur arası 1.5 saat aslında. Yol kısa ama Sur’a ulaşmak kolay değil, özellikle de gazeteciler için. Yol üstündeki Sayda kentine de uğramam gerekiyor izin fasıllarını tamamlamak için. Bu nedenle sabahın çok erken bir saatinde yola çıkıyoruz.

Dahiye bölgesine açılan ana yoldan geçiyoruz. Sabahın erken saatlerine kadar devam eden hava saldırılarının ardından bazı binaların üstünden dumanlar yükseliyor. Arabanın camları açık, içeri duman ve yanık kokusu doluyor.

Beyrut merkezden çıkar çıkmaz yol kenarlarındaki büyük reklam panolarında Hizbullah’ın İsrail tarafından öldürülen Eski Lideri Hasan Nasrallah’ın resimleri göze çarpıyor.

Sayda kentine yaklaştıkça yollar tenhalaşmaya başlıyor.

Aslında Sayda Hizbullah’ın kontrolündeki bir kent değil, savaştan önce Hizbullah liderlerinin resimlerini, flamalarını görmek de pek mümkün değildi. Ancak artık Sayda girişinde de Hasan Nasrallah’tan İsrail tarafından öldürülen Hizbullah milislerine kadar birçok resim asılı.

Sayda henüz resmen savaşa dahil değil ama hava saldırılarından nasibini alıyor. Zaman zaman bazı binalar ya da araçlar vuruluyor. İsrail vurulan yerlerde Hizbullah’ın önemli isimlerinin olduğunu ve onların hedef alındığını söylüyor.

Kentte sokaklar terk edilmiş gibi değil henüz, dükkanlar açık, yollarda hareket var ancak eskisi gibi değil. Hatta iki ay önceki hareketlilik bile yok.

Sur’a yaklaştıkça yol kenarlarında kilometrelerce uzanan çöp yığınları başlıyor. Yolda tek tük araç görmek mümkün. Yanımızdan birkaç tane meyve-sebze yüklü küçük kamyon geçiyor. Sayda-Sur arasında yol kenarında sıralanan yerleşim birimlerinde göze çarpan yıkım yok ancak hareketlilik de yok. Kimse yaşamıyormuş gibi görünüyor insana.

Radyoda haberler var; son ateşkes girişimlerine dair gelişmeleri anlatıyorlar haberlerde.

Ardından bir canlı yayın başlıyor; konusu et ihtiyacı...

Sadece 8-10 gün içinde bir milyondan fazla insanın terk etmek zorunda kaldığı Güney Lübnan, ülkenin tarım ve hayvansal ihtiyacını büyük ölçüde karşılıyordu.

Şimdi yine yolun iki tarafında göz alabildiğince uzanan yemyeşil bahçelerde, seralarda, tarlalarda kimse var mı yok mu belli değil! Muz ağaçlarının yaprakları yola kadar sarkıyor ama Sur’dan itibaren zeytinliklerin, bahçelerin, tarlaların çoğu boş. Zeytinlerin ağaçlarda çürümeye başladığını konuşuyor insanlar. Az sayıda çiftçi de tarlasının, bağının bahçesinin başına Suriyeliler başta olmak üzere yabancı işçileri koymuş. Zaten hava saldırılarında ve çatışmalarda çok sayıda Suriyeli tarım işçisinin öldüğü biliniyor ama kimse onlardan bahsetmiyor bile.

Haliyle et üretimi artık ihtiyacın çok çok altında. Radyodaki sunucu kadın konuğuna bu sorunun nasıl çözüleceğini soruyor. Konuk “Dışarıdan ithal edeceğiz mecburen ama nereden?” diyor. İthal etmek kolay ama devletin parası yok, halkın alım gücü sadece iki ay içinde ciddi ölçüde düştü. Konuk, “Birçok ülkede konserve ya da kurutulmuş et üretiliyor ama ne yazık ki bizde öyle bir üretim yok, hiç olmadı” diyor. Et ile başlayan sıkıntının pirinçten bulgura ve nihayet meyve ve sebzeye kadar uzanacağını anlatıyor bir başka konuk. Sonuçta doyurulması gereken 1 milyondan fazla iç göçmen var ve İsrail saldırılarını genişlettikçe genişletiyor. İsrail, saldırılarını genişlettikçe daha iç göçmen ordusuna her geçen gün binlerce yeni insan katılıyor ve elbette Güney Lübnan’ın savaş alanına dönmesi ile birlikte tarımsal üretimin de durma noktasına gelmesi tedirginliği daha da artırıyor. Radyodaki programın devamında ne konuştular bilmiyorum, artık Sur’a girmiş olduğumuz için dinleyemedim.

Ve Sur’a ulaşıyoruz nihayet!

Kent merkezinden Lübnan-İsrail sınırına kadar Hizbullah’ın en güçlü olduğu yer burasıydı. Hizbullah hâlâ İsrail ile savaşını buradan ve kent kırsalından yürütüyor. Zaten Sur ile sınır arasındaki mesafe en fazla 16-17 km...

Sur yolu Sayda’dan daha tenha. Tek tük dükkan açık ve gün boyunca yiyecek bir şey bulamayacağımız için açık market aramaya başlıyoruz ki yiyecek bir şeyler ve içecek su alabilelim. Nihayet birkaç marketin ve manavın açık olduğu bir yer bulabiliyoruz.

Sur’da normalde yılın bu zamanları bile insan ve araç trafiğinden iğne düşmeyecek caddeler bomboş, yol kenarında sıralanmış gelinlikçisinden oyuncakçısına, araç yedek parçacısından elektronik aletler satanına kadar mağazaların çoğunun camları tuzla buz olmuş, sokaklara saçılmış. Bazı dükkanların kırılan camlarını büyük kartonlarla, bazılarını büyük plastik parçalarla kapatmışlar.

Yanlışlıkla marinaya iniyoruz. Orada da restoranlar kapalı, tek tük insan köşelerde ya da deniz kenarında oturmuş. Tekneler, kayıklar bağlı; duruyor öyle...

Sahil boyunca şehir içine ilerledikçe yıkım da artık göze çarpacak şekilde görünür olmaya başlıyor. Önce sahile nazır çok katlı binalardan birkaçının yarısı yıkılmış hali görünüyor. Muhtemelen hava saldırısında üst üste yığılan balkonların olduğu kısma Hizbullah’ın küçük bayraklarından biri asılmış.

Sur’a girer girmez uçak sesleri net bir şekilde duyuluyor artık.

Gazetecilerin yaşadığı ve çalıştığı; bir zamanlar kendi kumsalı, havuzu, çocuklar için oyun parkı olan otele ulaşıyoruz nihayet... Burası artık basının üssü gibi bir şey. Kimi ekipler haftalardır burada yaşıyor, çalışıyor. Her uçak sesinde yerlerinden fırlıyor gazeteciler; neresi vuruldu diye soruyorlar birbirlerine... Otelin üst balkonundan Sur’un bir kısmı görünüyor, hava saldırılarının yapıldığı yerler de...

Sur’a girerken ne olur ne olmaz diye şoför arabanın tavanına ve önüne kocaman press/basın yazan kağıtları bantlıyor...

“Ne işimize yarayacak ki?” diyemiyorum. Sonuçta daha birkaç hafta önce Güney Lübnan’ın daha önce hiç bombalanmamış ve en güvenli sayılan kasabalarından birinde gazeteciler uyurken vuruldu. Hava saldırısını aracın tavanına yapıştırılmış basın yazısı mı engelleyecek? Neyse, tedbir tedbirdir...

Sayda’dan itibaren internet gidip geliyor. Sur’da internetin durumu daha kötü. Geçtiğimiz haftalarda internet baz istasyonları vurulmuş, emaneten bir şeyler yapılmış ama sadece 2-3 ay önce 1 milyondan fazla insanın yaşadığı kentte ve çevresinde artık internet bile yok.

Çok katlı binalar yerle bir olmuş, yarım kat yüksekliğinde bile değil enkazı çoğunun. Enkazlardan birinin üstünde çekim yaparken adamın biri, “Onun altında 2 çocuğun cesedi var, çıkarabilmek için savaşın bitmesini bekliyoruz” diye sesleniyor bana.

Sadece birkaç ay önce Lübnan’ın gözde turizm ve tarımsal üretiminin büyük kısmını tek başına karşılayan Sur kentinin çok küçük bir kısmını gezebiliyoruz. Çünkü hava saldırılarının ne zaman ve nereye yapılacağını kimse bilmiyor.

Arada bir İsrail jetlerinin ses duvarını aşmaları nedeniyle sonik patlamalar duyuluyor.

Gazetecilerden birkaçı korktuğum o soruyu soruyor yine: Türkiye’de insanlar Lübnan’daki duruma nasıl bakıyor? Kimi destekliyorlar? Neyse ki araya laf karışıyor da benim bile anlamakta zorlandığım durumu açıklamak zorunda kalmıyorum. 3 aydır buradayım ve Türk olduğumu öğrenen neredeyse herkes Türkiye ile İsrail arasındaki ticaretin farkında. İç siyasetteki çıkışlar, devam eden ticaret gerçeğini örtbas etmeye yetmiyor.

Yavaş yavaş Beyrut’a dönmek lazım çünkü saat öğleden sonra 4’ten sonra, özellikle de karanlık bastıktan sonra her şey hedef olabilir. Bu nedenle, işlerimizi o şartlarda ne kadar mümkünse o kadar halledip dönüşe geçiyoruz.

Dalga, drone ve savaş uçaklarının seslerinin birbirine karıştığı Sur arkamızda kalıyor yavaş yavaş!

Sur’dan dönerken haberlere bakıyorum yine.

Ali’yi UNICEF’in sözcüsü ziyaret etmiş. Ali’ye psikologlar eşliğinde ailesinin öldüğünü söylemişler. Ne kadarını anladı ya da ne anladı acaba?

Kimileri sıcak savaş devam ederken çocukların durumunun hikayeleştirilmesine kızıyor. Kanlı bir şova çevrilmediği sürece elbette savaşları çocukların hikayeleri ile birlikte anlatmalıyız bence.

Sonuçta yıkılan Sur, Ali’nin geçmişiydi, yıkılacak olan da Ali’nin geleceği!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa