Ebedi barış mümkün mü?
Fotoğraf: İstanbul Devlet Tiyatrosu
AKM Tiyatro Salonu’nda izlediğimiz, Juan Mayorga’nın yazdığı, Canan Şahin’in çevirdiği ve rejisörlüğünü Yunus Emre Bozdoğan’ın yaptığı ‘Ebedi Barış’ adlı oyun, oyuncuların da (Alp Ünal, John Doruk Nalbantoğlu, Emin Gürsoy, Fatih Topçuoğlu, Murat Yatman) performansıyla kendisini ilgiyle izletmeyi başarıyor.
Oyunda, köpeklerin kendi doğalarını dahi bozan ve onları birbirine kırdıran egemenlik ilişkisine dikkat çekilirken, izleyici, “Kötü kimdir? Ya iyi? Sizce emirleri uygulamak ve ahlaki doğruluk arasında nasıl bir seçim yapmalı? Tarafsız kalınabilir mi? Daha da önemlisi ebedi barışı sağlamak mümkün olabilir mi?” sorularına yanıt aramaya davet ediliyor.
“Ebedi barış mezarda mümkündür” cümlesinin de dillendirildiği oyunda Alman Filozof Immanuel Kant’a (1724 -1804) övgü yapılarak, onun ahlak ve adalet tutkusu bağlamında “ebedi barış” arayışı hatırlatılıyor.
Profesör Otfried Höffe tarafından, barışı temel felsefi bir sorunsal olarak ele alan ilk filozof olarak tanımlanan Kant’ın, “Ebedi Barış Üzerine Felsefi Bir Tasarı” adlı kitabında, barışa ilişkin akademik literatürde, barışı savaşın yokluğu yani ateşkes bağlamında gören negatif barışın ötesine geçilerek savaş durumunun mutlak sona erdiği pozitif barışı mümkün kılmanın ahlaki temelleri tartışılır. Kant, bütün insanlarda var olan akıl vasıtasıyla, temelinde adalet bulunan barışın mümkün olabileceğini savunurken, bunun kolay olmayacağının da farkındadır.
Örneğin, “Kralların felsefe yapması ya da filozofların kral olması pek mümkün değildir ve de arzu edilen bir durum değildir. Çünkü güç sahibi olmak kaçınılmaz olarak aklın özgür karar vermesine zarar verecektir” vurgusu yapar.
Hatta, sürekli orduların (mi/es perpetuus), aşamalı olarak tasfiye edilmesini önerir ve bunu da şu sözleriyle gerekçelendirir: “Sürekli silahlanarak, her an savaşa hazırmış gibi gorünmek, başka ülkeler tarafından bir tehdit olarak algılanır ve onları da silahlanmaya teşvik eder. Bu sınır tanımayan rekabet halinde barış, kısa süreli bir savaştan daha sıkıntılı bir durum haline gelir ve ülkeler aşırı asker yükünden kurtulmak için savaşa sürüklenir.”
Ekonomi politik temelden yoksun olması Kant’ı, barışla kurduğu ilişki bağlamında “umut ve sebat etme” sınırında tutar:“Eğer bu görev için kamu hukuku nazarında sağlam bir umut doğarsa, sadece sonsuz ilerleme yoluyla yaklaşmak mümkün olsa da, şimdiye kadar yanlışlıkla barış sözleşmeleri (aslında ateşkes durumları) olarak adlandırılmış olan ebedi barış, boş bir fikir değil aksine bir ödevdir. Çözümü ancak aşamalı olarak mümkün olan bu hedefler, -çünkü aynı ilerlemenin gerçekleştiği zamanlar- umarım sürekli kısalır ve sebatla yaklaşır.”
Hümanizmin filozofu olarak ahlak felsefesini şiddeti dışlayan bir temel üzerine kuran Kant ile Karl Marx’ın (1818-1883) kesiştiği bir nokta vardır: İnsan aklının doğayı değiştirme yetisi.
Ancak bu aynı zamanda Kant ile Marx’ın ayrıştığı başlıca noktaya da kapı açar. Doğayı değiştiren insanın, o değişim için kendisinin değiştiğine vurgu yapan Marx, insan bilincini, üretici güçler ve üretim ilişkileri temelinde analiz ederek, egemenlik ilişkilerinde şiddet tekelini temsil eden devletin ilgasının da, nihayetinde onun parçalanması ve giderek sönümlenmesine bağlı olduğuna vurgu yapar.
Sınıflı bir toplumun belirlediği bir dünyada ebedi barış mümkün olamayacağı gibi, adalet, hak ve özgürlükler temelinde inşa edilen bir barışın, tesis edildiği haliyle korunması da sürekli bir mücadele işidir. Tıpkı demokrasi gibi.
Çatışmayı sürekli tetikleyen özel mülkiyete bağlı ilişkilerin tasfiyesi, ebedi bir barışın da ekonomi politik temelidir aslında ve bu da bizi Marx’ın komünist toplum öngörüsüne götürür.
Türkiye’de şu anda kendi ajandası açısından ‘barış’ı dillendiren iktidar cenahının bırakalım pozitif barışı, bir ilk adım olarak geçici de olsa çatışmasızlık haline kapı açan negatif barışa bile devasa uzaklıkta olduğunu görüyoruz.
Ayrıca ‘devlet’ tarafından konunun gündeme getirilmesinin, Ortadoğu’daki yeni güç ilişkilerine dikkat çekilerek olması ve şu anda da ABD’nin Yeni Başkanı Trump’ın bu konudaki olası adımlarının başlıca odak noktası olması, bizi devlet çıkarları arasına sıkışan barış fikrinin nasıl inim inim inleyeceği gerçeğine de götürüyor.
Tam da bu nedenle barışın toplumsallaşmasının, barışın inşası açısından tuttuğu yerin önemine daha fazla değer verilmesi gerektiği açıktır. Zira, iktidarların, devletlerin gündemine barışı sokan da, halkların, toplumların onun için verdikleri mücadelenin düzeyidir. Tesis edilen bir barışın her an bozulabilecek bir istim üzerinde durmaktan kurtularak göreli bir huzura ermesi de, onun toplumsal temelinin sağlamlık derecesine bağlıdır.
Yazıyı bitirirken yeniden başa dönerek hatırlatalım. ‘Ebedi Barış’ oyununu kaçırmayın.
- Diyarbakır notları: Seçim öncesi gelip ‘Ser sera, ser çava’ demeyin 16 Aralık 2024 04:52
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00