Kent suçu nedir? Antakya örneği…
Antakya çalışma grubu mekanı | Fotoğraf: T. Gül Köksal
Bu sayfada Lefebvre’den hareketle türlü bağlamlarıyla kent hakkını açmaya çalışıyorum. Yineyelim; sermaye birikimi lehine hizmet eden bir kentleşmeye karşı mülkiyetten bağımsız, işgal-kendine mal ederek, kentin kullanım değeri odaklı dönüşümüyle birlikte bireylerin kendilerini dönüştürme haklarını da içeren ortak ve çok katmanlı bu hakkın inşası karşısında çeşitli engeller var. Bunlar öyle engeller ki; Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği gibi reformcu kentli hakları, yani kent kaynaklarına erişim ve kent kararlarına katılım ile sınırlı hakların bile önünü kesiyor.
İşte tüm bu engeller, ön kesen, özgür yaşamın tesisinde alan kapatan şeyler, kent hakkı mücadelesine zarar verdiği için birer suç unsuru taşıyor. Suç, toplumu ve tüm canlı sistemi özgür kılacak bir yaşam alanı tesisi tahayyüllüne karşı işleniyor ve hepimizi de suçun parçası kılacak şekilde sistem içine çekiyor. Bu nedenle de aynı kent hakkı gibi katmanlı bir boyutu var.
Peki o zaman her şey mi kent suçu? Birazdan açacağım Antakya örneğinde ifade etmeye çalışacağım gibi, tek yönlü/taraflı değil, katmanlı bir silsile. Şöyle ki; sadece geçmişte olan kentleşme veya şu an halihazırda yürüyen yapılaşma nedeniyle değil, başka bir kent kurma tahayyülüne alan açılmadığı, denenmiş-bir dönüşüm yaratmamış projelerde ısrar edildiği, aksinin konuşulmasına mecali kalanların önünün kesildiği ve bunlar sistematikleştirildiği için de suç.
Özetle Antakya bir kent suçu mahalli. Ama elbette sadece Antakya değil. Öyleyse neden Antakya örneğini veriyorum? 6-20 Şubat Depremleriyle neredeyse yerle bir olan katmanlı bir yerleşimde, göz göre göre bunlar olurken, Bakanlıklarda dönen oyunlara meslek insanları, akademisyenler tanık ediliyor ve böylece hepimizi suçun parçası kılan bir yol izleniyor diye. Hepimizin gözü önünde, deprem sonrası en çok konu edilen ilde, tüm akademik/mesleki kaynaklar seferber edilerek, bir doğa olayı, afete dönüştürülüyor ve şu an kendisi külliyen bir afet olan kent inşa ediliyor diye…
Kent suçu, Türkçe literatürde “kentte veya kente karşı işlenen suç” olarak geçiyor. Kentte işlenen suç olarak da, genelde kapkaç, gasp, cinayet vb. kentteki suç vakaları tarif ediliyor. Daha çok “urban crime” ifadesine karşılık gelen bu terim, esasen sınıfsallık taşıyan, toplumsal tabakalanmanın yarattığı eşitsizliklerin yoğun yaşandığı yerlerde karşılık buluyor deniyor.
Tabii önce burada suç tarifine bakmak gerekiyor. Neye, kimin işlediği şeye suç deniyor? Foucault, “Hapishanenin Doğuşu” kitabında disiplin mekanizmalarını bir iktidar pratiği olarak tarifler. 17. yüzyılda türeyen gözetim, kontrol, ayrıştırma, sınıflandırma ve bunları mekânsal olarak düzenleme, bedeni disipline ederken, hapishane, akıl hastanesi vb. kurumları meşrulaştırır. Foucault, kent düzenlemesi üzerinden iktidar çözümlemesi yaparken, güvenlik paradigmasının iyi bir kent illüzyonuna işaret ettiğini örnekler üzerinden açar.
Suçu kimin, neye göre tariflediğinin önemli olduğu bu noktada, kent suçunu, disiplin-denetim-gözetim toplumuna evrilen bir sistemin tariflediği suçlar üzerinden değil de, Lefebvre’in deyişiyle kolektif bir “eser” olarak mekânın inşasını engelleyen güçlere yönelik bir suç inşası olarak tarifliyorum. Zira büyüyen kentler sorunların da büyüdüğü yerler. Kök sorunlara eğilmeyen bir yaşam alanı inşası da güvenlik politikalarını gündeme taşıyor. Bu da toplumsal ayrışmayı arttırıyor. Dolayısıyla kentte işlenen suçlar da sonuçta kent hakkı ile ilişkili hale geliyor. Hukuk sistemi de neyin yasak, neyin izinli olduğunu suç-ceza ikiliği üzerinden normlaştırıyor.
Hukukun normları, örneğin Türkiye özelinde, kentleşmeye uygulandığında, imar hukuku olarak karşımıza çıkıyor ve bu düzende iktidarın elinde suç-ceza ikiliğine dönüyor. İmar affı, imar barışı olarak yeniden sahne aldığından, imarın kendisi suç üretiyor ve bunu toplumsallaştırıyor. İmar affı/barışı uygulamaları büyük ölçekli kent/doğa suçlarını örtbas etmeye çalışırken, yurttaşın çok daha küçük ölçekteki uygunsuz imar faaliyetlerini de kentsel-toplumsal suçların bir parçası haline getiriyor. Diğer bir deyişle herkesi suçun parçası kılarken sağlıklı bir kentleşme talebinin önünü tıkadığı gibi, kent/doğa suçlarına itiraz olasılığını da zayıflatıyor. Arzu/rıza mekanizması bireyleri kapıyor, toplumsal direnişi parçalıyor.
Kent hakkı talebi, imar hakkına indirgendiği zaman sistemin dayattığı şeyler de kabul etmek zorunda olunuyor. Zira kapitalist kentleşme bağlamında planlama eşitsizlik üretiyor. Özellikle de Türkiye’deki gibi bir kentleşmede, planların bütünlüğü de bozuluyor. Kentler neredeyse yapıya indirgenmiş bir ölçekte, çevresinden kopuk bir şekilde inşa ediliyor.
İşte tam da bu nedenle Antakya bir suç mahalli. Eşitsizlik yarattığı ve parçalandığı için bütünlüğü bozulan bir bölge planı dahi tasarlanmadı burada. Kent, Türkiye Tasarım Vakfı’na teslim edildi; pilot alanlar da, neredeyse yapı ölçeğinde iş üretildi. Ve şimdi bu bile uygulanmayacak. Çünkü halk üzerinde rıza/ikna üretim vadeleri doldu. Mimarlar, akademisyenler, süreci destekleyenler de suçun parçası haline getirildi.
Buraya kadar kısaca tanımlamaya çalıştığım ve gelecek haftalarda devam etmeyi arzu ettiğim kent hakkını bertaraf eden kent suçu açılımını mesele eden benim gibi kişi/oluşumlar da var. Bunlardan biri olan “Antakya Koruma Amaçlı İmar Planı Çalışma Grubu”nu açmak isterim.
Yazının görselinde yer alan mekânda kendine yer kuran Çalışma Grubu, kentsel bilgiyi toplumsallaştırmayı, bu yolla ortak bir kültürel değer üretmeyi, yaşayanların umut ve belleğini görünürleştirmeyi, karşılıklı öğrenme ve deneylemeyi esas alıyor. 25 Haziran 2024’te kentte yaptığı forum ve çalıştay sonrasında;
Akademik dünyada (üniversiteler, meslek odaları vd.) karşı-hegemonya kurmanın araçlarını geliştirmeyi, bunu somut-maddi güce dönüştürmeyi, hesap sorma ve hesap verme yollarını geliştirmeyi,Süreci bütünlüklü olarak izleyemeyenlere bilgilendirici belgeler üretmeyi,Hukuki sürece yönelik strateji geliştirme ve bu süreci kent hakkı/kültür aktivizmi hareketleriyle ilişkilendirmeyi,Bu bağlamda hak mücadele özneleri/topluluklarla bilgi üretmeyi; bu yolla yurttaşların sorunlarına sahip çıkabilecekleri ortamı tesis etmeye dair yeni yöntemler geliştirmeyi hedeflediğini açıkladı.
Bir kent suçu mahallinde, diğer bir deyişle kentsel suçlara bulaşmamanın bu denli zor olduğu bir ortamda, Lefebvre’in işaret ettiği “kolektif bir eser olan kenti” inşa etme tahayyülüne doğru her adım çok değerli…
- Kültürel değerin sınıfsallığı: Haydarpaşa Garı 28 Aralık 2024 04:45
- İmarın sınıfsallığı: İmar kimin hakkı? 21 Aralık 2024 04:28
- Savaşı belgelemek: Adli mimarlık 14 Aralık 2024 04:30
- Rahmi Koç’un kültür sermayesi 07 Aralık 2024 06:30
- Orhan Kemal’den Rahmi Koç’a kültürel değer üretimi 30 Kasım 2024 06:25
- Kent hakkı bağlamında kent konseyleri: Hopa 16 Kasım 2024 04:35
- Endüstri mirasını “koruma”: Haydarpaşa/Sirkeci Garları 09 Kasım 2024 04:58
- Sağlık sisteminde “koruma”: Heybeliada Sanatoryumu 02 Kasım 2024 05:30
- Mimarlığın simgesel gücünü sorunsallaştırmak! 26 Ekim 2024 04:00
- İşçi sınıfı mekânlarında süregiden soylulaştırma 19 Ekim 2024 04:12
- Kent-soylulaştırma-tetikçisi: Sanat mekânları 12 Ekim 2024 04:44
- Kent-soylulaştırma-tetikçisi: Kahve mekânları 05 Ekim 2024 04:58