150. Yazı - Üçüncü Mektup
Fotoğraf: Pexels
Sevgili Okur,
Cuma akşamı, “Okumaya başladığınız metin, 150. köşe yazıma iliştirdiğim üçüncü mektubum” cümlesiyle başladığım yazımı tamamladığım saatlerde Dersim ve Ovacık Belediyelerine kayyım atandığı haberi son dakika kaydıyla ekranlara düştü. İzleyen saatlerde Dersim sokaklarındaki direnişi TV ekranlarından içimiz yanarak izledik.
Erdoğan rejiminin ekim başından bu yana başta kayyım atamaları olmak üzere attığı demokrasi dışı adımlar, yeni ve ağır bir döneme girdiğimizin kanıtı. Bir sonraki seçimi kazanamayacağını düşünen iktidar, siyasal dengeyi sarsacak, düşüşünü duraklatacak, en azından bu hissi yaratacak bir arayış içinde.
Otoriterlik kavramının yetersiz kalacağı, kullananın boşa düşeceği günlerin eşiğindeyiz. Gelecekte yazılacak siyasal tarih kitaplarında, 2024 sonbahar aylarında yaşananlara özel bir yer ayrılacağı çoktan belli oldu. Kitaplardaki bu döneme ilişkin bölümün demokrasi ve özgürlüğün mutlu sonuyla tamamlanabilmesi için siyasal mücadele ve nitelikli itiraz zamanı. Uygulamaya konulmuş bulunan bu bütünlüklü plana karşı durmak gerekiyor. Başta kayyım atamaları olmak üzere aralıksız sürdürülen saldırıların ve hak ihlallerinin çizdiği büyük fotoğrafı gerçekçi bir biçimde değerlendirmek, romantik iyimserliklerin çekiciliğine kapılmamak artık bir zorunluluk.
Aşağıdaki yazı Dersim ve Ovacık belediyelerine kayyım atanmadan önce yazılmıştı. Yazıdaki “Yapılabilecek çok şey var” vurgusu, kuşkusuz bundan sonrası için daha da anlamlı ve önemli.
* * *
Köşe yazarlığımın “çiçeği burnunda” günlerinde, ‘köşe’ formatına sığmayan, birinci tekil şahıs cümlelere daha çok yakışan duygu ve düşüncelerimi ifade etmek için her 50 yazıda bir okura mektup yazmaya karar vermiştim.
İlk mektubumu yazdığım 50. yazımda neyi, neden, nasıl yazdığıma, konu ve tutturacağım dil tercihini neye göre yaptığıma değindikten sonra, sol hallerimize, sol gündelik hayatımıza ilişkin kimi gözlem ve kaygılarımı paylaşmıştım. Dışımızda akıp giden gündeme gereğinden fazla önem verdiğimizi ve hatta kapıldığımızı, yeterince karşı koyamadığımızı ifade etmiştim.
100. yazımda gönderdiğim ikinci mektupta, makale diliyle yazmaya kıyamadığım bir karşılaşmayı anlattım. Şehirler arası bir seyahatte yan yana yolculuk ettiğimiz, iyi okullarda okumuş, yol boyunca elinden kitap düşmeyen, medeni ve güzel konuşan gençteki öz güven eksikliğini ve geleceğine ilişkin tedirginliğini ülkenin genel gidişatıyla ilişkilendirerek yazdım. Yanımda oturan delikanlının ilk bakışta bireysel gibi görünen durumunun kaynakları üzerine düşünce ve üzüntümü paylaştım.
Yaklaşık olarak ilk mektuptan iki, ikinci mektuptan bir yıl sonra kaleme aldığım bu üçüncü dertleşmenin temasının da ilk iki mektubun “Hegemonik gündeme kapılma” ve “Demokrat/sol öz güven eksikliği” konularına yakınlığı benim için de şaşırtıcı oldu.
* * *
Son yıllarda giderek daha sık duyduğumuz bir cümle sadece kulağımı değil yüreğimi de tırmalıyor: “Yapacak bir şey yok!” Hayatın içine karıştığım bir gün geçmiyor ki bu cümleyi doğrudan bana söylenen sözler ya da kulak misafiri olduğum konuşmalar içinde duymayayım. Bu serzenişi diğer kaderci ve kötümser cümle kalıplarından farklı kılan kullanımındaki yaygınlık ve sıklık. Markette rafları düzenlerken aralarında konuşan emekçilerden öğretim üyesi arkadaşlarıma, genç akrabamdan evime tamire gelen esnafa kadar birbirini tanımayan, ayrı işler yapan ve farklı dünya görüşüne sahip kişiler aynı cümleyi kurup duruyor. Belki bundan daha da önemlisi, “Yapacak bir şey yok!” diyenlerin arasında yıllar içinde dik durmayı başarmış, yüreği pelteleşmemiş, aynaya rahatça bakabilecek onurlu bir hayat yaşamakta olanların da bulunuşu.
Bu gözlemi yapan, bu yaygın tavrı benden önce fark edenler şüphesiz olmuştur. Bu eğilimin gerekçelerini benden daha iyi yorumlayanlar çıkacağına da eminim. Ben, “Yapacak bir şey yok!” cümlesinin birbirine benzemeyen kesimlerce bu kadar sık tekrarlanmasının gerekçeleri arasında en çok öne çıkanın, içinde yaşadığımız ‘yaygın kuralsızlık’ hali olduğunu düşünüyorum. İçinden geçtiğimiz dönemde sadece rejimin otoriterliği, yargı ve yasamanın yürütmeye tabi olmasıyla açıklanması mümkün olmayan, gündelik yaşama yansıyan bir kuralsızlık hali mevcut. Kuralsızlık derken kastım; trafikten ticarete, sağlık hizmetlerinden özel hayata kadar ‘Belirli hedeflere ulaşmak için toplumsal olarak onaylanmayan davranışların gerekli olduğuna dair inancın yaygın bir biçimde kanıksanması’ durumu. Genelleştirilmiş kuralsızlık hali, ahlaki standartların davranışları kontrol etmedeki yetersizliğini görünür kıldığı kadar, toplumsal yaşamı mümkün kılan sınırların ve fren mekanizmalarının çöküşüne de işaret ediyor. Başarının ancak ikiyüzlülük ve sahtekarlıkla mümkün olabileceği yönündeki algıyı da içeriyor.
Toplumsal yaşam içinde yaygın kuralsızlık ve değerler sisteminin altüst oluşu neyin ‘meşru’ olduğunu bulanıklaştırıyor. Bu durumun en yaygın sonuçlarından biri “siyasal güçsüzlük” duygusu olarak karşımıza çıkıyor. Birey, kuralsızlığın altüst ettiği kargaşa içinde kendisinin siyasal süreçte etkisiz olduğunu varsayıyor. Kendi değer yargılarından ve arzularından bağımsız olarak gerçekleştiğini düşündüğü siyasal sürecin iyice dışına düşüyor. Güçsüzlük duygusunun egemenliği altında siyaset yapmak ve çeşitli şekillerde parçası olmak anlamsız geliyor. Sonuçta siyaset yapmak toplumsal koşulları değiştirmek için gerekli bir faaliyet gibi değil de bir yük olarak görünüyor. Kişi her türden kolektif karar verme sürecine ilgisini yitiriyor. Hal böyle olunca ne bilgi ediniyor, ne meseleler hakkında görüş oluşturuyor, ne toplantılara katılıyor, ne örgütleniyor, ne de yerel ve ulusal siyasetin parçası oluyor.
* * *
Halkın siyasal sürece ilgisizliğini, “Yapacak bir şey yok!” diyenlerin eksilmeyişini, kuşak farkına, eğlence sektörünün gelişmesine, bireysel haz tutkunlarının artışına ve benzeri kolaycılıklara sapmadan değerlendirmek gerekiyor. Yakınlık/uzaklık, bağlılık/ayrılık veya özdeşleşme/reddetme duygularının nasıl oluştuğunu anlamadan reçeteler yazmak ve uzak duranı yargılamak yerine, “Yapılabilecek çok şey” olduğunu, içinden geçtiğimiz dönemden kimin, neden memnun olduğunu açıklayarak göstermek gerekiyor. Siyasal faaliyetleri heyecan verici ve tatmin edici bulan kişilik tiplerine olduğu kadar, siyasetten ‘şimdilik’ uzak duranlara da ulaşmak gerekiyor.
Haftaya buluşmak umuduyla…
- Biber gazını 40 yaşından sonra tadanların muhalefetini zenginleştirmek 17 Kasım 2024 04:25
- Demokrasi karşıtlığının kitlesel tabanı 10 Kasım 2024 05:26
- Ahmet Özer'in tutuklanması ve Kolombiya barış sürecinden dersler 03 Kasım 2024 04:32
- Fethullah Gülen'den sonra... 27 Ekim 2024 04:02
- ‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek 20 Ekim 2024 04:47
- ‘İç cephe’ çağrılarını 10 Ekim 2015’te yitirdiklerimizin fotoğraflarına bakarak düşünmek 13 Ekim 2024 04:47
- İsrail devleti terörü neleri örtüyor? 06 Ekim 2024 04:32
- Sağda birlik arayışları ve Kürtler 29 Eylül 2024 04:45
- Günay Kubilay'dan "Bir Kumpas Davasının Anatomisi" 22 Eylül 2024 04:00
- Narin… 15 Eylül 2024 04:51
- Reşit Kibar "Ne" için öldürüldü? 08 Eylül 2024 04:04
- ‘Barış’ emekçinin hayatına nasıl dokunur? 01 Eylül 2024 04:10