25 Kasım 2024 04:12

Doğa ve Direniş Öykülerinden çıkıp geldiler

Özer Akdemir'in imza töreninden fotoğraf

Fotoğraf:Evrensel

Paylaş

Aydın’da, Kitap Fuarında neredeyse tamamı dolu geniş bir söyleşi salonundayız. Gençler çoğunlukta. Kentin ortasında 1954 yılında açılıp 50 yıl çalıştıktan sonra kapanan ve uzun yıllar atıl kalan tekstil fabrikasının arazisini kamulaştırıp düzenlemiş belediye. Çok da iyi olmuş. Ulaşımı rahat, otopark sorunu yok, halkın nefes alacağı yeşillikler arasında dinlenme mekanları, yürüyüş alanları, kitaplar...“Burada uzun yıllar çalıştım” dedi, Çine’den söyleşi için gelen Emekli Tekstil İşçisi Güngör Ece. İçi söyleşi - imza salonları olacak şekilde düzenlenmiş hollerden oluşan fuarın beyaza boyalı yüksek bölmelerinde bir zamanlar envaiçeşit tekstil makineleri olduğunu söyledi; “Kapandığında daha yeni alınmıştı birçok makine. Onlar bile dünya para etmiştir” diye anlattı fabrikanın eski hallerini.

Sakin Kitap Yayınlarından geçtiğimiz ay çıkan “Bir yaz sonu Ağrı'sı / Doğa ve Direniş Öyküleri” kitabımın imzası için Aydın Kitap Fuarı’na gelmişken, Aydın’daki çevre mücadelelerinden kitaba aldığımız doğa ve direniş öykülerini de konuşalım istedik. 

Çevre sorunları, doğanın talanı ve buna karşı verilen mücadelelerden süzülüp gelen öykülerin her biri aslında iç burkan yaşanmışlıklarla bezeliydi. Konuları Ege’de geçen birkaç öyküyü fotoğrafları, yazılma süreçleri ve mücadelelerin dünü bugününü aktararak anlattım bir yarım saat kadar. “Artık bu öyküleri yazmak istemiyorum ama yazmak zorundayım. Bir haberci olarak görevimin ancak bu öyküler yazıldıktan sonra sona erdiğini düşünüyorum. Bu doğa yıkımlarının bende bıraktığı hüznün okurlara da bulaşmasını, bu kederin direnişi mayalamasını istiyorum. Öyküleri bunun için yazıyorum” deyip bitirdim konuşmamı.

ÖYKÜLERİN İÇİNDEN GELEN KÖYLÜLER

Yayınevi ile söyleşiyi planlarken farklı bir şey olsun istemiştik. Kitapta öyküleri anlatılanlar da salonda olsun, onlar kendi öykülerini, mücadelelerini, duygularını kendileri okusun, kendileri anlatsınlar diye düşündük. Kitapta adları, mücadeleleri, direnişleri geçenleri “Yazılanlar sizin hikayeleriniz. Gelin, kendi öykülerinizi kendiniz anlatın” diye davet ettik. Geldiler de!..

Kasvetli bir sonbahar gününde, soğuyan havaya, ilikleri ürperten yağmura, önlerine aşılmaz bir duvar gibi çöken kara bulutlara aldırmadan, dağ köylerinden, pus çökmüş ovanın düzündeki evlerinden çıkıp geldiler.

Çine'nin Yolboyu köyünden Erol Köse ve eşi geldi. Yüzleri gülüyordu. Evlerinin, köylerinin bitişiğindeki Eysim ve Kaltun Maden İşletmelerinden çıkan tozlar nedeniyle yaşamları kabusa dönmüş, sağlıkları bozulmuş, ürettikleri her şey bir karış tozun altında kaldığı için pazarcılığı bırakmak zorunda kalmışlardı. Tüm bu zarar ziyanlarına karşı açtıkları dava daha yeni sonuçlandı ve mahkeme maden işletmesinin köye kurulduğu tarihten bu yana yasal faizi ile birlikte yüklü bir tazminat ödemesine karar verdi. Bunca yaşanan sıkıntının ardından gelen bu iyi haber yüzlerini güldürmüştü. Mikrofona yaşadıklarını birkaç cümle ile anlattı, kendilerine destek veren herkese, başta gazetemiz olmak üzere teşekkür etti.

Kızılcaköylülerin jeotermale karşı direnişinin öncü kadınlarından Şennur Efe gelmişti. Kızılcaköy direnişinin mücadele ederek, inanarak ve en çok da doğayı korumakta inat ederek kazanıldığını söyledi.

Başköy’ün son yerel seçimlerde muhtarı olan, bir başka başarılı jeotermal mücadelesinin önderlerinden Sami Şengün, yağmura ve kara bulutlara aldırmadan çıkıp gelmişti bir saati aşkın yoldan. Köyünün kadınlarının kahramanca direnişine vurgu yaptı konuşmasında. Mücadelenin her şeyden önce kendine güven ve yaşam alanını koruma kararlılığına gereksinim duyduğunu, hukuk ve diğer mücadele araçlarının bundan sonra gelmesi gerektiğini, kendi deneyimleri üzerinden özetledi.

BİR ÇANTA DOLUSU ALIN TERİ

Çine Yaşam Platformu Sözcüsü Ahmet Uslu Madran Dağı’nın madenler nedeniyle başına gelenlerden bahsetti salona. “Bir zamanlar her tarafından sular kaynayan Madran Dağı artık kuraklıkla boğuşuyor. Maden işletmeleri su kaynaklarının üzerinde bile maden ocağı açtılar. Bazı maden patronları aynı zamanda kaynak sularımızı da şişeleyip satıyorlar. Dağın zirvesinde ise rüzgar enerji santrallerinin pervaneleri vızır vızır dönüyor. Köylülerin meralarını, yaylalarını betona boğarak aynı patronlar kasasına para istifliyorlar” dedi. Beşparmak Dağı’nın, Latmos’un en güzel ama en şanssız köylülerinden birisi olan, 50 yıl önce yapılan uranyum madenciliğinin çevre sağlık etkilerini her evden bir kanser hastası çıkararak ödeyen Kisir Köyünün Eski Muhtarı Baki Suna, elinde eşi Nazan Suna’nın hazırlayıp bir pazar çantasına sıkıştırdığı çıkınıyla gelmişti. Üç tane sapsarı ayva vardı çıkında. Dalından daha tazecik koparılmış limonlar, yeni sıkılmış zeytinyağı, kendi öğüttükleri kırmızı toz biber, bahçeden sabah toplanan yeşil biber, salatalık ve bir şişe yeşil zeytin vardı pazar çantasının içinde. Alınlarının terini paylaşmak için gelmişti, Kisir ve Çavdar köylülerinden selamlarla. Daha ne olsun!..

ÖLEN MADEN İŞÇİLERİNİN ŞİİRLERİ

Ancak, yaklaşık 50 dakika kadar süren söyleşinin en çarpıcı konuşmasını silikozis hastası bir maden işçisi olan Sayım Ünal yaptı. Eşi ve Antalya’da üniversitede okuyan kızları ile gelmişlerdi söyleşiye. “Ben yıllarca maden işletmelerinde çalıştım. Patronların almadıkları işçi sağlığı önlemleri yüzünden işletmedeki tozdan ciğerim toz topladı, silikozis oldum. İşten atıldım, hem tedavimi sürdürdüm hem de emekli olabilmek için girdiğim Çine Belediyesinde çöp topladım yıllarca. Silikozisin amanı yok arkadaşlar, çaresi yok, tedavisi yok! Sadece silikozis olsa yine iyi. Ağır çalışma koşulları nedeniyle iki omzum, kolum, sakatlandı. Kulaklarım çok az duyuyor. Her tarafı sakat bir işçi olarak karşınızdayım. Kalbimde de sorun var. Hemen her ay ya nefes alamadığım için ya da ağrılarım arttığından birkaç günü acilde, hastane odalarında geçiriyorum. Beni bu hale koyan maden patronları zevk sefa içinde yaşarken ben üniversitede okuyan kızım ve eşimle birlikte yaşamak için çalışmak, sosyal yardım peşinde koşmak zorundayız! Batsın böyle düzen! Bugüne kadar birçok arkadaşımı gömdüm, bu hastalık nedeniyle. Bizim çektiklerimizi, yaşadıklarımızı başkaları yaşamasın diye her gittiğim yerde bunları anlatmak istiyorum ama seneye karşınızda olabilir miyim, seneye sağ çıkabilir miyim onu bile bilmiyorum! Genç arkadaşlarım son sözüm sizlere; bu patronlara inanmayın! Bunların iş yerlerinde işçi sağlığı, güvenliği alınmadan çalışmayın. Benim gibi yaşamınızın kalan kısmını acılar içinde geçirirsiniz yoksa. Birlik olun, birlikte mücadele edebilirseniz kazanırsınız ancak” diye sözlerini bitirdiğinde salondan büyük bir alkış koptu. Alkışları duyan, kitap fuarına katılan popüler isimleri takiple görevlendirilen gazeteciler koşup geldiler, Sayım'ın konuşmasını çektiler.

Konuşmasının sonunda koynundan bir tomar kağıt çıkardı Sayım. “Bu kağıtların her birinde silikozisten ölen bir arkadaşım için yazdığım şiir var” dedi ve en son 11 Kasım günü Çine’de yaşamını yitiren Emin Örs için yazdığı şiiri okudu.

“Oksijen yetmez mi oldu artık ciğerlerine / Acılar içinde geçirdiğin geceler bitti mi yeryüzünde / Sende mi göçüp gittin Emin abi.Hiç dinmeyen öksürüğünle inletirdin sokakları / Biraz yürüsen bitiremezdin yolları / Hastane odalarında geçirdin son zamanlarını / Sende mi göçtün gittin bu dünyadan Emin abi”...Sayım, alkışlarla karşılanan şiirini bitirdikten sonra elinde sımsıkı tuttuğu kağıt tomarını kazağının altında, göğsünün tam üzerinde kalan gömlek cebine sokuşturdu. Mikrofonu bırakıp kürsüden inerken son sözleri “Artık bu şiirleri yazmak istemiyorum” oldu...

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa